Deniz kenarındayım.
Sabah uyandığımda henüz güneş doğmamış…
Penceremin önündeki çam ağacı huzursuz bir biçimde dallarını sallıyor… Belliki kardeşlerinin alevlere kurban gittiğini hissetmiş, üzülüyor… Ona bakıp neler hissettiğini düşünüyorum…
Sıcak bir meltem esiyor ve gecenin ayazını kovalamakla meşgul… Ne denizin kıyıya vuran sesleri ne de kucaklamamız için çağıran beyaz köpükleri avutamıyor bizi… Sabaha kadar seyrettiğimiz yangın görüntüleri kahrolmamıza, gözlerimizin kan çanağına dönmesine yetti.
Bir an evrenin "adalet" kavramı aklıma düştü. Bunu yapanların, doğal güzelliklerin yanmasına, içindeki canlılarla birlikte yok olmasına olanak sağlayanların, gerekli tedbiri almayanların vicdanlarında nasıl bir yük oluşacağına, uykularının bir gece yarısı nasıl bölüneceğini, ter içinde nasıl zamanlı zamansız hatta ilgisiz anlarda görecekleri kabuslar ile nasıl uyanacaklarını hayal ettim.
İnsan'ın; yaratıcının adaleti bir yana, kendi adalet terazisinde; kendini nasıl yargılayabileceğini düşünüyorum. Doğrusu onların bu gaddarlığı ve umursamazlığı karşısında titredim…
* * *
Sabah yürüyüşüne çıkan, genç-yaşlı insanlar önümdeki patikadan geçiyorlar… Ben boş gözlerle denize bakıp, aklımda deli sorular düşünmeye devam ediyorum.
Oysa günün bu vaktini çok severim. İnsanın iç hesaplaşmasını yaptığı bu saatler, insanın insan olduğu, makam rütbe ve unvanlarını henüz kuşanmadığı saatlerdir. Gün ilerledikçe herkes işinde veya evinde yeniden rütbelerini kuşanmış, paşa olmuş, etrafa emirler yağdırmaya başlamıştır… Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik kavramları farklı formatlara bürünmüştür.
Düşüncelerim; bir zamanlar içlerinde hür ve fütursuz bir şekilde dolaştığımız, çam ve çiçek kokularını ciğerlerimize çektiğimiz yanan o ormanlarda takılıp kaldı. Sabaha karşı yangın haberlerini almış olmak sadece içimizi sızlatmıyor, her yıl tekrarlanan bir tehlikenin vicdani muhasebesini yapmamış olanları yargılamaya da bizi zorluyor…
Denizciler; "vatan; toprak hava ve su ile bir bütündür" derler. Biz de yıllar önce Uludağ'da bir dizi eğitimde, ormancı dostlarımızdan ağacın yakılacak odun değil, barınılacak bir yurt olduğunu; onu nasıl korumamız ve kollamamız gerektiğini öğrenmiştik. Ama heyhat! Bizden sonrakiler bunu öğrenemediler.
* * *
Ağacın dalına karşı, denizin dövdüğü kıyıya karşı, çiçeğin onu koklayan böceğe karşı, akan nehrin onu besleyen dereye karşı, annenin bebeğine, bebeğin babasına, arının ürettiği bala, aracın onu kullanan operatöre, elin kola, kolun bedene, beynin akla, eylemin zekâya kısacası her şeyin bir başkasına karşı vicdani adaletle ilgili sorumluluğu vardır.
Giydiğiniz ayakkabıdan kullandığınız sandalyeye kadar her şeye karşı bir vicdani adalet terazisi ve sorumluluğumuz vardır.
Yaratılış ile ilgili sırları çözmek, kitapları yorumlamak alimlerin, sırlara vakıf olmak ariflerin, insan olmaya çalışmak ise bizim işimizdir.
Dünya; küçücük vicdan terazimize sığmayacak kadar büyüktür. Onu yargılamakta, cezalandırmak da bizim işimiz değildir.
Biz ancak kendi vicdan terazimizde yaptıklarımızı tartabilir; iyi işlerden ötürü bu dünyada da diğer alemde de huzur içinde uyuyabiliriz.
Bu dünyaya cehennemi getirenler, suçsuz, sadece evreni güzelleştiren ağacı, çiçeği, böceği, kurdu kuşu yakanlar, yanmasına göz yumanlar her gece yanan yatak ve yastıklarında nasıl yatacaklar?
Ölenlere rahmet, kalanlara sabırlar diliyorum.
- Arifler ve âlimler… / 20.05.2025
- Bir öğün, üç tabak yemek… / 13.05.2025
- Zirvede olmak… / 09.05.2025
- Bir saldırının düşündürdükleri… / 06.05.2025
- Yörükler… / 02.05.2025
- Bir 23 Nisan yazısı… / 23.04.2025
- Zalimler unutulur, mazlumlar anılır… / 18.04.2025
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025