‘Ya Ali, Medine Bensiz ya da Sensiz düzelmez’
Huneyn bozgunundan sonra dağılan müşriklerden göçebe olanlar Evtas’a, Sukayf kabilesi Taif’e göç etti
14.01.2023 18:45:00





Taif Savaşında Hz. Ali: Huneyn bozgunundan sonra dağılan müşriklerden göçebe olanlar Evtas'a, Sukayf kabilesi Taif'e göç etti.
Resulüllah Ebu Amir Eş'ari'yi Evtas'a, Ebu Sufyan'ı da Taif'e gönderdi. Ebu Amir müşriklerle, şehit olana dek savaştı. Ve Müslümanlar zafer kazandı.
Ancak Ebu Süfyan, Sukayf kabilesine vardığında, kendisine kılıç çektiklerini gördü ve korkup kaçtı. Resulüllah'ın yanına döndü ve beraberindekileri savaşçıların işe yaramaz olduklarını söyledi.
Resulullah bir şey söylemeyerek, Taif'e hareket etti. Düşmanı birkaç gün muhasara altında tuttu.
Bu arada Hz. Ali'yi gönderip bulduğu her putu dağıtmasını emretti. Hz. Ali yola çıktı. Yol güzergâhında kalabalık bir süvari grubuna rastladı.
İçlerinden Şehab adlı bir savaşçı, "Benimle savaşacak birisi var mı" diyerek öne atıldı.
Hz. Ali yanındakilere, "Bununla savaşmak isteyen var mı" diye sordu. Cevap alamayınca kendisi ileri çıktı. Sonra Şehab'ı bir vuruşta yere devirip işini bitirdi.
Ardından şiddetli bir savaş oldu. Hz. Ali, Sukayf kabilesi lideri Nafi b. Geylan b. Muattab'ı öldürdü. Müşriklerin yüreğine korku düşmüştü. İçlerinden bir grup Hz. Peygamberin yanına gelerek Müslüman oldular.
Tebük Savaşı ve Hz. Ali
Taif Savaşı'ndan sonra Tebük seferi vukû bulmuştur. Tebük seferi, Hicret'in dokuzuncu senesinin Receb ayında meydana geldi.
Peygamberimiz, Rumların Arap Yarımadası'na saldırmak üzere planlar yaptıklarının haber almıştı. Bunun üzerine kendisi de gereken hazırlıklara başladı.
Ancak Hz. Peygamber kendi yokluğunda Medine'yi yalnız bırakmak istemiyordu.
Münafıkların fitne çıkarma ihtimalleri yüksekti. Ve öte yandan Medine'ye her an bir düşman saldırısı da meydana gelebilirdi.
Bu sebeple Hz. Peygamber, geride güvenilir, liyakat sahibi birini bırakmak düşüncesindeydi.
Bu hassas görev için Hz. Ali'yi seçti ve şöyle buyurdu: "Ya Ali, Medine Bensiz ya da Sensiz düzelmez."
Resulüllah Tebük'e doğru yola çıktı. Ancak Hz. Ali'nin geride kalması münafıkların işine gelmedi.
Bu sebeple Hz. Peygamber'in, Hz. Ali'yi aşağıladığı ve O'na kızdığı için, geride bıraktığı söylentisini yaymaya başladılar.
Hz. Ali bu dedikodulardan haberdar olunca, kılıcını alarak Hz. Peygambere yetişti. Ve şöyle dedi:
"Ya Resulallah! Münafıklar Senin, Beni aşağılamak ve Bana duyduğun öfkeyi belli etmek için Beni geride bıraktığını söylüyorlar."
Resulüllah şöyle buyurdu: "Yerine dön. Çünkü Medine Bensiz ya da Sensiz olmaz. Sen ailem, hicret yurdum ve kavmim hususunda Benim halifemsin,
Ey Ali! Musa için Harun neyse, Sen de Benim için o olmak istemez misin? Şu farkla ki Benden sonra peygamber gelmeyecektir."
Bunun üzerine Hz. Ali Medine'ye döndü, Hz. Peygamber de yoluna devam etti.
Mübahele olayı
Resulullah, Necran Hristiyanlarını İslam'a davet etmişti. Onlar, büyük âlimlerinden 70 kişiyi beraberindekilerle birlikte Medine'ye gönderdiler. Kafile 300 kişiyi buluyordu.
Resulüllah ile birkaç ilmî münazara yaptılar. Ve ciddi şekilde yenilgiye uğradılar. Çünkü Peygamber'in delilleri, Hristiyanların elinde bulunan kitaplardandı. O kitaplarda son peygamberin zuhuru ve nişaneleri ile ilgili Hz. İsa'nın sözleri mevcuttu.
Ancak makam ve mevki sevgisi Hristiyan âlimlerin teslim olmasına engel oluyordu. Bunun üzerine mübahele ayeti nâzil oldu:
"Sana gelen bunca ilimden sonra yine de bu hususta Seninle çekişip, tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi (kendimizi) ve nefsinizi (kendinizi) çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üzerine kılalım."
Bu ayetin nâzil olduğu gün mübahele günüdür. Ve o gün Zilhicce'nin 24'ü veya 25'idir.
Hz. Peygamber, Allah'ın bu açık emri üzerine onlara mübahele (karşılıklı beddua) teklifinde bulundu. Hıristiyanlar da kabul etti. Ve bu işin yarına bırakılmasına karar verildi.
Ertesi gün Hristiyanların tamamı Medine'nin çıkışında Hz. Peygamberi bekliyorlardı.
Resulüllah'ın, onları yıldırmak için çok büyük ve kalabalık bir toplulukla geleceğini düşünüyorlardı.
Medine kalesinin kapısı açıldı. Resulüllah sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın, ön tarafında ise iki çocuk olduğu halde geldi ve Hristiyanların karşısındaki bir ağacın altına oturdu.
Hıristiyanların en bilgini olan piskopos, mütercimlere bu gelenlerin kim olduğunu sordu. "O genç, O'nun damadı ve amcasının oğlu Ali b. Ebi Tâlib'dir. O kadın, kızı Fâtımâ'dır. Çocuklar ise torunları ve kızının evlatları olan Hasan ve Hüseyin'dir" dediler.
Bunun üzerine Hristiyan piskopos şöyle dedi:
"Bakın, Muhammed en yakınlarını ve en çok sevdiklerini mübaheleye getirip onları belaya maruz bıraktı. Eğer tereddüdü olsaydı, onları getirmez, mübaheleden vazgeçerdi.
Onunla mübahele yapmamız kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri'nden korkmasaydım O'na iman ederdim. O'nun isteklerini kabullenerek şehrimize dönelim."
Hz. Peygamber'e mübahele yapmak istemediklerini, anlaşmak istediklerini söylediler. Hz. Peygamber de kabul etti. Barış antlaşması Hz. Ali'nin eliyle yazıldı.
Burada Hz. Ali'nin Resulüllah'ın yanındaki mevkiini ve derecesini görmekteyiz." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)
Resulüllah Ebu Amir Eş'ari'yi Evtas'a, Ebu Sufyan'ı da Taif'e gönderdi. Ebu Amir müşriklerle, şehit olana dek savaştı. Ve Müslümanlar zafer kazandı.
Ancak Ebu Süfyan, Sukayf kabilesine vardığında, kendisine kılıç çektiklerini gördü ve korkup kaçtı. Resulüllah'ın yanına döndü ve beraberindekileri savaşçıların işe yaramaz olduklarını söyledi.
Resulullah bir şey söylemeyerek, Taif'e hareket etti. Düşmanı birkaç gün muhasara altında tuttu.
Bu arada Hz. Ali'yi gönderip bulduğu her putu dağıtmasını emretti. Hz. Ali yola çıktı. Yol güzergâhında kalabalık bir süvari grubuna rastladı.
İçlerinden Şehab adlı bir savaşçı, "Benimle savaşacak birisi var mı" diyerek öne atıldı.
Hz. Ali yanındakilere, "Bununla savaşmak isteyen var mı" diye sordu. Cevap alamayınca kendisi ileri çıktı. Sonra Şehab'ı bir vuruşta yere devirip işini bitirdi.
Ardından şiddetli bir savaş oldu. Hz. Ali, Sukayf kabilesi lideri Nafi b. Geylan b. Muattab'ı öldürdü. Müşriklerin yüreğine korku düşmüştü. İçlerinden bir grup Hz. Peygamberin yanına gelerek Müslüman oldular.
Tebük Savaşı ve Hz. Ali
Taif Savaşı'ndan sonra Tebük seferi vukû bulmuştur. Tebük seferi, Hicret'in dokuzuncu senesinin Receb ayında meydana geldi.
Peygamberimiz, Rumların Arap Yarımadası'na saldırmak üzere planlar yaptıklarının haber almıştı. Bunun üzerine kendisi de gereken hazırlıklara başladı.
Ancak Hz. Peygamber kendi yokluğunda Medine'yi yalnız bırakmak istemiyordu.
Münafıkların fitne çıkarma ihtimalleri yüksekti. Ve öte yandan Medine'ye her an bir düşman saldırısı da meydana gelebilirdi.
Bu sebeple Hz. Peygamber, geride güvenilir, liyakat sahibi birini bırakmak düşüncesindeydi.
Bu hassas görev için Hz. Ali'yi seçti ve şöyle buyurdu: "Ya Ali, Medine Bensiz ya da Sensiz düzelmez."
Resulüllah Tebük'e doğru yola çıktı. Ancak Hz. Ali'nin geride kalması münafıkların işine gelmedi.
Bu sebeple Hz. Peygamber'in, Hz. Ali'yi aşağıladığı ve O'na kızdığı için, geride bıraktığı söylentisini yaymaya başladılar.
Hz. Ali bu dedikodulardan haberdar olunca, kılıcını alarak Hz. Peygambere yetişti. Ve şöyle dedi:
"Ya Resulallah! Münafıklar Senin, Beni aşağılamak ve Bana duyduğun öfkeyi belli etmek için Beni geride bıraktığını söylüyorlar."
Resulüllah şöyle buyurdu: "Yerine dön. Çünkü Medine Bensiz ya da Sensiz olmaz. Sen ailem, hicret yurdum ve kavmim hususunda Benim halifemsin,
Ey Ali! Musa için Harun neyse, Sen de Benim için o olmak istemez misin? Şu farkla ki Benden sonra peygamber gelmeyecektir."
Bunun üzerine Hz. Ali Medine'ye döndü, Hz. Peygamber de yoluna devam etti.
Mübahele olayı
Resulullah, Necran Hristiyanlarını İslam'a davet etmişti. Onlar, büyük âlimlerinden 70 kişiyi beraberindekilerle birlikte Medine'ye gönderdiler. Kafile 300 kişiyi buluyordu.
Resulüllah ile birkaç ilmî münazara yaptılar. Ve ciddi şekilde yenilgiye uğradılar. Çünkü Peygamber'in delilleri, Hristiyanların elinde bulunan kitaplardandı. O kitaplarda son peygamberin zuhuru ve nişaneleri ile ilgili Hz. İsa'nın sözleri mevcuttu.
Ancak makam ve mevki sevgisi Hristiyan âlimlerin teslim olmasına engel oluyordu. Bunun üzerine mübahele ayeti nâzil oldu:
"Sana gelen bunca ilimden sonra yine de bu hususta Seninle çekişip, tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi (kendimizi) ve nefsinizi (kendinizi) çağıralım, sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalan söyleyenlerin üzerine kılalım."
Bu ayetin nâzil olduğu gün mübahele günüdür. Ve o gün Zilhicce'nin 24'ü veya 25'idir.
Hz. Peygamber, Allah'ın bu açık emri üzerine onlara mübahele (karşılıklı beddua) teklifinde bulundu. Hıristiyanlar da kabul etti. Ve bu işin yarına bırakılmasına karar verildi.
Ertesi gün Hristiyanların tamamı Medine'nin çıkışında Hz. Peygamberi bekliyorlardı.
Resulüllah'ın, onları yıldırmak için çok büyük ve kalabalık bir toplulukla geleceğini düşünüyorlardı.
Medine kalesinin kapısı açıldı. Resulüllah sağında bir genç, solunda hicaplı bir kadın, ön tarafında ise iki çocuk olduğu halde geldi ve Hristiyanların karşısındaki bir ağacın altına oturdu.
Hıristiyanların en bilgini olan piskopos, mütercimlere bu gelenlerin kim olduğunu sordu. "O genç, O'nun damadı ve amcasının oğlu Ali b. Ebi Tâlib'dir. O kadın, kızı Fâtımâ'dır. Çocuklar ise torunları ve kızının evlatları olan Hasan ve Hüseyin'dir" dediler.
Bunun üzerine Hristiyan piskopos şöyle dedi:
"Bakın, Muhammed en yakınlarını ve en çok sevdiklerini mübaheleye getirip onları belaya maruz bıraktı. Eğer tereddüdü olsaydı, onları getirmez, mübaheleden vazgeçerdi.
Onunla mübahele yapmamız kesinlikle doğru değildir. Eğer Rum Kayseri'nden korkmasaydım O'na iman ederdim. O'nun isteklerini kabullenerek şehrimize dönelim."
Hz. Peygamber'e mübahele yapmak istemediklerini, anlaşmak istediklerini söylediler. Hz. Peygamber de kabul etti. Barış antlaşması Hz. Ali'nin eliyle yazıldı.
Burada Hz. Ali'nin Resulüllah'ın yanındaki mevkiini ve derecesini görmekteyiz." (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.