Ekonomik gelişmeler, ekonomik kurallarla izah edilir. Son günlerde akademisyenler, ekonomistler ve politikacılar, herhalde bu ölçüyü unutmuşlar. Ekonomide çok olumlu gelişmelerin olduğunu söylüyorlar, fakat bu gelişmeleri ekonomik kurallarla bir türlü açıklayamıyorlar. Böyle olunca da çelişkiden çelişkiye düşüyorlar. Mesela, dövizin düştüğü bir yerde, ihracat artmaz. Bu kişiler, "ihracat artı" diyorlar. Talebin daralttığı işsizliğin giderek arttığı yerde büyüme olmaz. Onlar büyümenin de gerçekleştiğini iddia ediyorlar. Bunun gibi birçok çelişki ile kafalar karıştırılıyor. Daha doğrusu halk aldatılıyor.
İşte bu tür çelişkiler, ister istemez devletin verdiği resmi rakamların sorgulanmasına yol açıyor. Sorgulama sonucu görülüyor ki, büyüme, satılmak üzere üretildiği varsayılan, buna rağmen satılmayıp sanayicilerce stoklarda bekletilen malların katma değerine dayandırılmış. Gerçekten sanayicilerin stoklarında bu kadar mal var mı, yok mu? Bu bilinmiyor.
Sözün özü, büyüme denilen hadise, bir varsayımdan ibaret. DİE Başkanı Doç. Dr. Ömer Demir de bazı boşlukların olduğunu doğruluyor ve şöyle diyor:
"Sorun sadece stok değişiminden kaynaklanmıyor, veri olmayan alanlarda veri hesaplama yöntemleri uygulandıkça, aynı şekilde DİE'nin veri aldığı kamu kuruluşları standardı olmayan yöntemlerle veri ürettikçe sorun sürecek". Bu sorunun ortadan kalkması için, büyümede kullanılan hesaplama yöntemlerinin mutlaka değişmesi gerekir. DİE Başkanı Doç.Dr. Ömer Demir bunu da kabul ediyor.
Büyümede olduğu gibi enflasyonun hesaplanmasında da bilimsellikten uzak yöntemler kullanılıyor. Bundan dolayı çıkan sonuçlara kimse inanmıyor. Bu da devlete güveni sarsıyor. Enflasyon hesaplanmasında seçilen mallara bakıyoruz. Bu mallardaki fiyat dalgalanmaları, genel fiyat dalgalanmalarını yansıtacak özellikle değil. Mal sepetindeki malların çoğu, ya kullanımdan kalkmış, ya da çok az kullanılmaktadır. Bu mallardaki fiyat değişimlerini genele teşmil etmek büyük hatadır. Yapılması gereken, mal sepetini güncelleştirmek, dahası, Türk ailesinin tüketim alışkanlığını esas almaktır.
1989 yılından bu yana tek ve en önemli hedef, enflasyonu düşürmeyi seçtik. Böyle olmasına rağmen, enflasyonla mücadelede de büyük bir başarı elde edemedik. Çünkü Türkiye'deki enflasyon, talepten değil, maliyetten kaynaklanan bir enflasyondu. Tedbirler, talan enflasyonuna göre alındığı için sonuç vermedi. Diyeceksiniz ki, "enflasyon hiç mi düşmedi." Elbette düştü. Talebin bu kadar daralttığı bir ortamda enflasyon tabii olarak düşer. Ama böyle bir düşüş, halkı fakirliğe ve açlığa sürükler. Olan da bu değil mi?
Ekonomistler, bugüne kadar şöyle diyorlardı: "İki kötüden birini tercih etmek zorundasınız. Ya enflasyona, ya da işsizliğe katlanacaksınız. Başka yol yok". Bu görüş doğru değildi. Buna itiraz eden birçok ekonomist olmuştu. En son itiraz, Amerikan Federal Rezerv Yönetim Kurulu'nun eski başkan yardımcısı Alan Blinder'den geldi. Blinder, "para politikalarının sadece enflasyonu değil, aynı zamanda işsizliğinde hedeflemesi gerektiğini" söyledi. Şiddetli bir şekilde eleştirilen Blinder haklıydı.
Çünkü uygulamalar, belli bir oranın altındaki enflasyonun olumsuz hiçbir etkisini ortaya koymamıştır. Bunun aksine enflasyonu haddinden fazla düşürmenin büyümeyi sekteye uğrattığı, ekonomiyi durgunluğa mahkum ettiği bilinmektedir.
Ne hazin bir tecellidir ki, Türkiye, enflasyonu düşürme konusunda Afrika ülkeleri ile yarıştı. Afrika ülkelerinde enflasyon düşük, kimisinde sıfıra yakın, ama halk açlıkla mücadele ediyor. Bu özenilecek bir durum mu? Enflasyonu düşürme konusunda Afrika ülkeleri ile yarıştığımız için IMF Araştırma Depertmanı Direktörü Kenneth Rogoff, "Globalizm ve Global Dezenflasyon" adlı çalışmasında, Türkiye'yi Afrika ülkeleriyle kıyaslıyor. Vardığı sonuç şu: Maalesef, enflasyonu düşürmede, Afrika ülkelerinin gerisinde kaldık. Yanlış hesaplamalara ve yanlış hedeflere dayanan çalışmaların geldiği en son nokta, işte bu. Bunu değiştirmek elimizde. Ama önce hesaplamalarımızı doğru yapmak, hedefimizi de doğru seçmek zorundayız.
İşte bu tür çelişkiler, ister istemez devletin verdiği resmi rakamların sorgulanmasına yol açıyor. Sorgulama sonucu görülüyor ki, büyüme, satılmak üzere üretildiği varsayılan, buna rağmen satılmayıp sanayicilerce stoklarda bekletilen malların katma değerine dayandırılmış. Gerçekten sanayicilerin stoklarında bu kadar mal var mı, yok mu? Bu bilinmiyor.
Sözün özü, büyüme denilen hadise, bir varsayımdan ibaret. DİE Başkanı Doç. Dr. Ömer Demir de bazı boşlukların olduğunu doğruluyor ve şöyle diyor:
"Sorun sadece stok değişiminden kaynaklanmıyor, veri olmayan alanlarda veri hesaplama yöntemleri uygulandıkça, aynı şekilde DİE'nin veri aldığı kamu kuruluşları standardı olmayan yöntemlerle veri ürettikçe sorun sürecek". Bu sorunun ortadan kalkması için, büyümede kullanılan hesaplama yöntemlerinin mutlaka değişmesi gerekir. DİE Başkanı Doç.Dr. Ömer Demir bunu da kabul ediyor.
Büyümede olduğu gibi enflasyonun hesaplanmasında da bilimsellikten uzak yöntemler kullanılıyor. Bundan dolayı çıkan sonuçlara kimse inanmıyor. Bu da devlete güveni sarsıyor. Enflasyon hesaplanmasında seçilen mallara bakıyoruz. Bu mallardaki fiyat dalgalanmaları, genel fiyat dalgalanmalarını yansıtacak özellikle değil. Mal sepetindeki malların çoğu, ya kullanımdan kalkmış, ya da çok az kullanılmaktadır. Bu mallardaki fiyat değişimlerini genele teşmil etmek büyük hatadır. Yapılması gereken, mal sepetini güncelleştirmek, dahası, Türk ailesinin tüketim alışkanlığını esas almaktır.
1989 yılından bu yana tek ve en önemli hedef, enflasyonu düşürmeyi seçtik. Böyle olmasına rağmen, enflasyonla mücadelede de büyük bir başarı elde edemedik. Çünkü Türkiye'deki enflasyon, talepten değil, maliyetten kaynaklanan bir enflasyondu. Tedbirler, talan enflasyonuna göre alındığı için sonuç vermedi. Diyeceksiniz ki, "enflasyon hiç mi düşmedi." Elbette düştü. Talebin bu kadar daralttığı bir ortamda enflasyon tabii olarak düşer. Ama böyle bir düşüş, halkı fakirliğe ve açlığa sürükler. Olan da bu değil mi?
Ekonomistler, bugüne kadar şöyle diyorlardı: "İki kötüden birini tercih etmek zorundasınız. Ya enflasyona, ya da işsizliğe katlanacaksınız. Başka yol yok". Bu görüş doğru değildi. Buna itiraz eden birçok ekonomist olmuştu. En son itiraz, Amerikan Federal Rezerv Yönetim Kurulu'nun eski başkan yardımcısı Alan Blinder'den geldi. Blinder, "para politikalarının sadece enflasyonu değil, aynı zamanda işsizliğinde hedeflemesi gerektiğini" söyledi. Şiddetli bir şekilde eleştirilen Blinder haklıydı.
Çünkü uygulamalar, belli bir oranın altındaki enflasyonun olumsuz hiçbir etkisini ortaya koymamıştır. Bunun aksine enflasyonu haddinden fazla düşürmenin büyümeyi sekteye uğrattığı, ekonomiyi durgunluğa mahkum ettiği bilinmektedir.
Ne hazin bir tecellidir ki, Türkiye, enflasyonu düşürme konusunda Afrika ülkeleri ile yarıştı. Afrika ülkelerinde enflasyon düşük, kimisinde sıfıra yakın, ama halk açlıkla mücadele ediyor. Bu özenilecek bir durum mu? Enflasyonu düşürme konusunda Afrika ülkeleri ile yarıştığımız için IMF Araştırma Depertmanı Direktörü Kenneth Rogoff, "Globalizm ve Global Dezenflasyon" adlı çalışmasında, Türkiye'yi Afrika ülkeleriyle kıyaslıyor. Vardığı sonuç şu: Maalesef, enflasyonu düşürmede, Afrika ülkelerinin gerisinde kaldık. Yanlış hesaplamalara ve yanlış hedeflere dayanan çalışmaların geldiği en son nokta, işte bu. Bunu değiştirmek elimizde. Ama önce hesaplamalarımızı doğru yapmak, hedefimizi de doğru seçmek zorundayız.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018