İcmal dergisinin Haziran 2020 sayısında şunları yazmışız:
1947 yılında Trabzon'da doğan ve 2020 yılında yine Trabzon'da ebedi aleme yolcu olan merhum Prof. Dr. Haydar Baş'ın çağdaşı olan kalem erbabının çoğu ona çok açık haksızlık yaptılar, kadrini-kıymetini yeterince bilemediler.
Merhum Haydar Hoca'nın çağdaşı olan alimler, ilim ve bilim adamları, ülke yönetiminin çeşitli kademelerinde söz sahibi olanlar, onun bu tezlerine sahip çıkmayarak, gündem etmeyerek aslında kendi çocuklarının ve torunlarının yarınlarını tehlikeye atmış oldular.
Şimdilerde tüm dünyanın baş etmek için gece-gündüz uğraştığı küresel musibet vesilesi ile söz konusu kadrolar, Haydar Baş'ın kurtarıcı tezlerine karşı duyarsız davranmalarının ne büyük uçurumlara yol açtığını fark ettiler ama ne yazık ki bu büyük belaya da koskoca ülkenin hazırlıksız yakalanmasına sebep oldular.
Böyle bir insanla aynı çağda yaşamış olmak, aynı okullarda ve aynı sıralarda tahsil görmüş olmak, daha sonra eğitimci olarak aynı okullarda çalışmış olmak elbette arkadaşları için büyük bir nasipti ama ne yazık ki çoğu hep susmayı tercih ettiler.
Tahsil hayatının çeşitli kademelerinde ve meslek hayatında onunla yolları kesişen ve daha sonra muhtelif üniversitelerde akademik çalışma yapan arkadaşları, onun ezber bozan çıkışlarına sahip çıkmak şöyle dursun dile getirmekten dahi ısrarla kaçındılar.
Onun ileri sürdüğü tezleri, bir ilim adamı haysiyeti ve ciddiyeti ile tartışmak bir yana, gündem olur korkusu ile eleştirmeyi bile göze alamadılar.
Bir ilim adamı düşünün ki yepyeni bir tez geliştiriyor, ezberleri bozuyor ve bu tez dünyada gündem oluyor, birçok ülkede uygulama alanı buluyor ama kendi ülkesindeki ilim mahfelleri eleştiri konusu bile yapmıyor, yapamıyor.
Üniversite muhitlerinde, özellikle de İlahiyat çevrelerinde, Haydar Hoca'nın ortaya koyduğu ilmi çalışmalar karşısında takınılan "görmedim, duymadım, bilmiyorum" tavrı bir kez daha ayan-beyan gösterdi ki ülkemizde bilim, kesinlikle özgür değildir.
Merhum Haydar Baş, bizzat yaşadığı hayatı ile, yazdığı adam boyu eserleri ile ve insanlığa armağan ettiği hayat bahşeden tezleri ile ispat etti ki; zihinlere ve vicdanlara pranga vurmuş olan küresel güçler, İslam dünyasında bilim diye kabul ettirdikleri ezberlerinin bozulmasına asla müsaade etmemektedirler.
Ülkede ilmi despotizmi temsil ve organize eden üniversitelerin dayattıkları ezberleri tekrarlayanlar, öğrencilerine tekrarlatanlar akademik alanda yükseliyor ama "acaba, şöyle bir ihtimal daha olabilir mi?" tarzında sorgulama yapanlar bin bir hile ile devre dışı bırakılıyorlar.
Haydar Hoca; öteden beri ezberletilen "kaynaklar sınırlı ihtiyaçlar ise sınırsızdır" tezini tam tersine çevirdiği için, "kaynaklar sınırsız ama ihtiyaçlar sınırlıdır" dediği için kendisine karşı kör ve sağır rolü oynadılar.
"Tüketim bizatihi kaynaktır" tezini ileri sürdüğü için ahlaksız kapitalistlerin şimşeklerini üzerine çekti.
Genelde İslam dünyasında, özelde ise ülkemizde eğer bilim özgür olsaydı, genç akademisyenler yükselmek için profesörlerin iki dudağından çıkacak bir cümleye mahkum olmasaydı ve gerçekleri yazıp-söylemekte serbest olsaydılar, Haydar Baş'ın eserleri üzerine her üniversitede onlarca tez çalışması yapılmış ve yaptırılmış olurdu.
Dünyayı kasıp kavuran korona virüs salgınından sonra neredeyse bütün dünya adını vererek vermeyerek, kaynağını söyleyerek ya da söylemeyerek Haydar Hoca'nın özellikle ekonomik tezlerine dört elle sarıldı ve uygulamaya başladı.
Milli Ekonomi Modelinin alt başlıklarından olan vatandaşlık maaşı, ev hanımı maaşı, doğum ikramiyesi, gençlere evlilik yardımı, tarım ürünlerine alım garantisi, mazot -tohum desteği, çiftçiye avans ödemeleri ve devletin senyoraj hakkını kullanarak para basması gibi daha birçok maddeye dünya devletleri can kurtaran simidi gibi sarıldı ve hayata geçirdiler.
Bu kadar dünyanın gözü önünde, bu denli ete-kemiğe bürünmüş ve milyarlarca insanın imdadına yetişmiş olan bir tezin sahibi olan bir ilim ve siyaset adamının kendi ülkesinde, hatta kendi yetiştiği şehirde adeta yok sayılması, bu ülkede bilimin tutsaklığının en açık göstergesidir ne yazık ki.
Özellikle ömrünün son çeyrek yüz yılında yaptığı açılımlarla, geliştirdiği orijinal tezlerle hem ülke içinden hem de dış dünyadan aldığı olumlu dönüşümler, elbette böyle bir şahsiyeti yetiştiren bir vilayet için de bir iftihar vesilesi olmalı idi ama, yeterince kadrinin bilindiği söylenemez her halde.
Onun bir ömür koşup koşturmasını, dünyaya damgasını vuran ekonomik tezlerini, Ehl-i Beyt konusundaki ezber bozan çıkışlarını, milletin birlik ve beraberliğini temin etmek için çırpınışlarını ve ülkenin dirlik ve düzenliğine göz dikmiş olan haramiler karşısındaki dağ gibi duruşlarını düşündükçe oldukça ibret verici şu olayı hatırlıyorum.
Aslında her köyde benzerleri yaşanmıştır diye düşünüyorum.
Yaz ortası, sıcak mı sıcak bir gün. Kara Dağın bağrından doğan ve köyümüzün ortasından geçen akar suyumuz biraz azalmış ta olsa şarıl şarıl akıyor.
Öyle sıcağında suyun başına inmiş ve suyunu içerek kenarda kumsalda yatan kuzular, danalar… Aynı suyun kenarında çamaşır-bulaşık yıkayan kadınlar ve suyun kenarında kumlarla oynayan çocuklar…
Görünürde hava açık, hatta köyün üstünde bulut dahi yok.
Köyden geçen suyun kenarında uğraşan kadınların ve çocukların görmelerinin mümkün olmayacağı bir şekilde, dağın üzerinde kara bulutlar toplanıyor ve yüklerinde ne var ne yok hepsini köyden geçmekte olan suyu oluşturan derelere döküyor ve bir tufandır kopuyor derelerden.
Vaziyet şu; bir komşu gitse de suyun kenarında çamaşır yıkayan kadınlara dese ki; "toplanın derhal buradan uzaklaşın, biraz sonra korkunç sel gelecek", kadınlar, "şimdi şaka yapmanın sırası mı" deyip işlerine devam edecekler.
Fakat yaşını başını-başını almış, saçı sakalı bembeyaz köyün en tecrübeli dedesi elinde sopa ile adeta kıyamet kopararak, gırtlağını patlatırcasına bağırarak yaklaşıyor ve kadınları, çoluk-çocuğu suyun kenarından uzaklaştırıyor ve belki birkaç saniye farkı ile onları korkunç selin önünden kurtarıyor.
İşte merhum Haydar Hoca, seksen şu kadar yıllık ömründe devleti ve milleti için, hatta tüm İslam alemi için, Ümmet-i Muhammedin nesillerinin heba olmaması için ve yer altı ve yer üstü kaynaklarının talan olmaması için köydeki işte o pirifani ihtiyarın yaptığını yaptı.
Düşmanlar karşısında devletçe ve milletçe güçlü ve dayanıklı olmanın formüllerini yazdı.
Asırlardan beri devam edegelen kardeş kavgalarının nasıl sonlandırılacağının dolayısıyla, düşman tuzaklarının nasıl boşa çıkarılacağının yollarını gösterdi.
Cami kürsülerinde ve minberlerinde faizi yasaklayan ayetlerin okunması ile bu faiz belasından kurtulmanın mümkün olmayacağını görerek, ciddi bir model geliştirmenin, ciddi bir yapı-söküm işine girişmenin şart olduğunu düşündü ve meşhur Milli Ekonomi Modelini yazdı.
Bu konudaki feryadına ilk önce ses vermesi, destek vermesi gereken Diyanet camiası ne yazık ki çelik-çomak oyunlarına devam etti ama dönüp Haydar Hoca'ya bir teşekkür dahi etmedi.
Neredeyse on dört asırdan beri devam eden Sünni-Şii kavgasının öyle birkaç makale ile, birkaç toplantı ile bitirilemeyeceğini fark ederek tanınmış bir 'Sünni Alim' sıfatı ile on yıllarını harcayarak Ehl-i Beyt külliyatını yazdı ve bununla da yetinmeyerek uluslar arası kongreler düzenledi, ülke içinde de nerdeyse her il ve ilçede kardeşliğin tesisi için paneller organize etti.
Bütün bu canhıraş feryatları, yerleri-gökleri inleten "yapmayın, etmeyin, uyumayın, ayağa kalkın, hakkınıza ve kaynaklarınıza sahip çıkın, kardeşliğinize sahip çıkın" tarzındaki çağrılarını çağdaşlarına belki yeterince duyuramadı ama yarının tarihini yazacak olanlar, elbette bu gerçekleri yazacaklar.
Haydar Hoca ile aynı çağda yaşayan ilim adamları, basın mensupları ve ülkedeki egemen güçler onun kıymetini bilmediler, bilemediler ve tüm güçlerini seferber ederek milletten gizlediler, dolayısıyla devlet ve millet en muhtaç olduğu bir devirde o tezlerden mahrum kaldılar.
Umut ediyoruz ki yarının tarihini yazacak olan tarihçiler onun hakkını verecek, layık olduğu tahtına oturtacak ve hiç olmazsa gelecek nesillerimizin bu tezlerden istifade etmelerinin yollarını açacaklardır.
Yarınların tarihini yazacak olan tarihçiler, bu tarihler aralığında dolu dolu yaşamış ve dopdolu eserler bırakmış olan merhum Haydar Hoca'ya hak ettiği hacimde yer ayırdıklarında umarım ki benim de şu şiirimi, çam sakızı-çoban armağanı kabilinden bir kenara iliştirirler:
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Sen sefer eyledin ebediyete
Canımızdan canlar aldın da gittin
Bir sızı düşürdün tüm cemiyete
Dünyaya velvele saldın da gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Biz nasıl edelim ey Hoca Haydar
Bir derdimiz olsa sana gelirdik
Senin ile ağlar senle gülerdik
Acıları dilim dilim bölerdik
Yangın yürekleri deldin de gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Biz kime gidelim ey Hoca Haydar
İnsanlığın derdi senin derdindi
Sen gidince deste deste dert indi
Sanki koca dağlar boynuma bindi
Dostlara son defa güldün de gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Biz nasıl gülelim ey Hoca Haydar
"Birlik beraberlik" dedin dolaştın
Karda fırtınada nice dağ aştın
İsminle cisminle daima 'Baş'tın
Yaralara merhem çaldın da gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Yaralar çoğaldı ey Hoca Haydar
"İnsan gönül" dedin yola koyuldun
Yedi iklim dört bucakta duyuldun
Düşmanlarca lokma lokma kıyıldın
Dosdoğru çizgide kaldın da gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Nasıl da özledik ey Hoca Haydar
Yürekler kor gibi başımız duman
Kavuşmak acaba nerde ne zaman
Zikrullaha teşvik ettin her zaman
Kalpten kiri-pası sildin de gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Hasret dağ gibi ey Hoca Haydar
Hakkın rızasını en üstte tuttun
Kınayıcıları toptan unuttun
Dünya telaşını arkaya attın
Adaleti şiar kıldın da gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Kime ne diyelim ey Hoca Haydar
Aziz Karaca da yazdı bir destan
Yazık ki mahrumdur sen gibi dosttan
Şehitlik tepesi oldu gülistan
Bu fani dünyadan yıldın da gittin
Sensiz yapayalnız sensiz dünya dar
Bir gün geleceğiz ey Hoca Haydar.
- Hangisine daha çok üzüldünüz? / 23.04.2024
- Halleri var bizimkine benzemez / 22.04.2024
- ‘Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-u salah’ / 20.04.2024
- Doymayan gözden ve ürpermeyen kalpten… / 19.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024
- Bayram gelmiş! / 09.04.2024