Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olduğu bilinen Papa XVI. Benedict'ten sonra Vatikan'ın ve Papalığın dolayısıyla da AB'nin Türkiye politikasında herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Zira uzun zamandır devam eden AB sürecinde Türkiye'ye karşı Avrupa'nın izlediği siyaset her ne kadar Türkiye için büyük kayıplar oluşturmuşsa da biz kaybederken Avrupa kazanmıştır. Bu süreç bundan sonra da aynı şekilde devam edecektir kanısındayım.
Yani Türkiye'nin ekonomik ve siyasi olarak söz konusu olan kayıpları aynen devam edecektir. Böyle olması AB ve Papalığın çıkarınadır.
Türkiye ilan edilmemiş bir savaş yaşıyor. Bu soğuk savaşta Türkiye, savaş meydanında kaybetmeyeceği milli menfaati olan pek çok stratejik konuda tavizler veriyor.
Kıbrıs'ta gelinen nokta ortada. Artık Kıbrıs diye bir problemimiz kalmadı. Çünkü AKP, Kıbrıs problemini çözüme(!) kavuşturdu. Bunun adına siz çözüm diyebiliyorsanız tabii.
Batılıların bir türlü sindiremedikleri Lozan anlaşması da artık çözüme kavuştu sayılır. Ne kadar zor kazandığımızı bildiğimiz halde artık Lozan'ı tartışıyor ve Lozan'ı iptal etmeye giden süreçte hızla yol alıyoruz.
Güneydoğu meselemizde AB sayesinde çözülmek üzere. Her gelen AB yetkilisinin Güneydoğu'dan bahsederken "Kürdistan" ifadesini sözlerinin arasına sıkıştırmaları, Türkiye'nin Güneydoğu'su konusunda diğerlerinde olduğu gibi AB'nin nasıl bir çözüm istediğinin ipuçlarını veriyorlar.
Bölücü başı da AB'nin istediği şekliyle rahata kavuşturulmuş bir halde, hatta yeniden yargılanması bile gündeme gelecek ihtimaller arasında bulunuyor.
Bütün bu kazanımların sürmesini isteneceğinden, bu süreç aynı şekilde yeni Papa ile de devam edecektir. Çünkü sıcak bir savaşla bile Türklerden bu kazanımlardan daha fazlasını elde etmek mümkün değildir. Çanakkale'de yenilgiye uğrayan Batı ittifakı bunu çok iyi bilmektedir.
Batının yukarıda bahsettiğim ve bahsedemediğim kazanımlarından başka İslam dinini yozlaştırmak, milli bilincin oluşmasında en önemli unsur olan İslam anlayışından Türk milletini uzaklaştırmak ve Protestan İslam, moda deyimiyle "ılımlı İslam" anlayışını Türk ve Müslüman coğrafyada hâkim kılmak için Papa VI. Paul'un başlattığı "dinlerarası diyalog" süreci de aynı şekilde hatta daha da hız kazanarak sürdürülecektir.
Bu sürecin aynı şekilde devam etmesi de diğerlerinden olduğu gibi hem Papalığın hem de AB'nin işine gelmektedir.
Bu süreç olmasaydı Türkiye'de son bir iki yılda açılan 40 bin civarında kilise evi açılamayacaktı. Bu süreç olmasaydı misyonerlik suç olmaktan çıkarılamayacaktı. Diyalog süreci olmasaydı "dinler bahçesi" adı altında misyonerlik yuvaları hem de hükümet yetkilileri tarafından açılamayacaktı. Bu süreç olmasaydı sayıları binlerle ifade edilen Türk gençleri Hıristiyanlaştırılamayacaktı. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Diyalog ve AB sürecinde bu kazanımları elde eden Batı, bu süreci bir Papayla bitirmeyecektir. Kaldı ki özellikle dinlerarası diyalog sürecini Papa VI. Paul başlatmış olmasına rağmen bu süreç hız kazanarak hala devam etmektedir.
Bu diyalog anlayışı Vatikan'ın bir devlet politikası olduğu için Papalara göre de değişmeyecektir.
Batı medeniyeti savaşlarla elde edemediği kazanımları bu ve benzeri politikalarla maalesef elde etmiştir. Bundan dolayı bu sürecin devam etmesini sağlamak Batılıların daha çok işine gelecektir.
Yani Türkiye'nin ekonomik ve siyasi olarak söz konusu olan kayıpları aynen devam edecektir. Böyle olması AB ve Papalığın çıkarınadır.
Türkiye ilan edilmemiş bir savaş yaşıyor. Bu soğuk savaşta Türkiye, savaş meydanında kaybetmeyeceği milli menfaati olan pek çok stratejik konuda tavizler veriyor.
Kıbrıs'ta gelinen nokta ortada. Artık Kıbrıs diye bir problemimiz kalmadı. Çünkü AKP, Kıbrıs problemini çözüme(!) kavuşturdu. Bunun adına siz çözüm diyebiliyorsanız tabii.
Batılıların bir türlü sindiremedikleri Lozan anlaşması da artık çözüme kavuştu sayılır. Ne kadar zor kazandığımızı bildiğimiz halde artık Lozan'ı tartışıyor ve Lozan'ı iptal etmeye giden süreçte hızla yol alıyoruz.
Güneydoğu meselemizde AB sayesinde çözülmek üzere. Her gelen AB yetkilisinin Güneydoğu'dan bahsederken "Kürdistan" ifadesini sözlerinin arasına sıkıştırmaları, Türkiye'nin Güneydoğu'su konusunda diğerlerinde olduğu gibi AB'nin nasıl bir çözüm istediğinin ipuçlarını veriyorlar.
Bölücü başı da AB'nin istediği şekliyle rahata kavuşturulmuş bir halde, hatta yeniden yargılanması bile gündeme gelecek ihtimaller arasında bulunuyor.
Bütün bu kazanımların sürmesini isteneceğinden, bu süreç aynı şekilde yeni Papa ile de devam edecektir. Çünkü sıcak bir savaşla bile Türklerden bu kazanımlardan daha fazlasını elde etmek mümkün değildir. Çanakkale'de yenilgiye uğrayan Batı ittifakı bunu çok iyi bilmektedir.
Batının yukarıda bahsettiğim ve bahsedemediğim kazanımlarından başka İslam dinini yozlaştırmak, milli bilincin oluşmasında en önemli unsur olan İslam anlayışından Türk milletini uzaklaştırmak ve Protestan İslam, moda deyimiyle "ılımlı İslam" anlayışını Türk ve Müslüman coğrafyada hâkim kılmak için Papa VI. Paul'un başlattığı "dinlerarası diyalog" süreci de aynı şekilde hatta daha da hız kazanarak sürdürülecektir.
Bu sürecin aynı şekilde devam etmesi de diğerlerinden olduğu gibi hem Papalığın hem de AB'nin işine gelmektedir.
Bu süreç olmasaydı Türkiye'de son bir iki yılda açılan 40 bin civarında kilise evi açılamayacaktı. Bu süreç olmasaydı misyonerlik suç olmaktan çıkarılamayacaktı. Diyalog süreci olmasaydı "dinler bahçesi" adı altında misyonerlik yuvaları hem de hükümet yetkilileri tarafından açılamayacaktı. Bu süreç olmasaydı sayıları binlerle ifade edilen Türk gençleri Hıristiyanlaştırılamayacaktı. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Diyalog ve AB sürecinde bu kazanımları elde eden Batı, bu süreci bir Papayla bitirmeyecektir. Kaldı ki özellikle dinlerarası diyalog sürecini Papa VI. Paul başlatmış olmasına rağmen bu süreç hız kazanarak hala devam etmektedir.
Bu diyalog anlayışı Vatikan'ın bir devlet politikası olduğu için Papalara göre de değişmeyecektir.
Batı medeniyeti savaşlarla elde edemediği kazanımları bu ve benzeri politikalarla maalesef elde etmiştir. Bundan dolayı bu sürecin devam etmesini sağlamak Batılıların daha çok işine gelecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Orhan Dede / diğer yazıları
- Çağdaş Nemrutların ateşinden hiç korkmadı! / 13.04.2025
- Ya Öcalan cumhurbaşkanı olursa... / 10.04.2025
- DEM Parti’ye mağdur rolü mü biçildi? / 05.11.2024
- Bin tane Öcalan’ın çağrısı terörü bitirir mi? / 29.10.2024
- Türkiye’nin refleksleri yok edildi / 24.10.2024
- Vatikan çok üzüldü… / 22.10.2024
- Bir savcı çok şeyi değiştirir / 20.10.2024
- Kaç Erdoğan var? / 19.10.2024
- Kürecik’teki üs İsrail’in hizmetinde / 18.10.2024
- Neçirvan Barzani neden geldi? / 17.10.2024
- Ya Öcalan cumhurbaşkanı olursa... / 10.04.2025
- DEM Parti’ye mağdur rolü mü biçildi? / 05.11.2024
- Bin tane Öcalan’ın çağrısı terörü bitirir mi? / 29.10.2024
- Türkiye’nin refleksleri yok edildi / 24.10.2024
- Vatikan çok üzüldü… / 22.10.2024
- Bir savcı çok şeyi değiştirir / 20.10.2024
- Kaç Erdoğan var? / 19.10.2024
- Kürecik’teki üs İsrail’in hizmetinde / 18.10.2024
- Neçirvan Barzani neden geldi? / 17.10.2024