Askere gidinceye kadar İstanbul'da, Heybeliada'da terzi olarak, orta yaş yıllarını Rize merkezdeki üç katlı manifatura-kumaş ve terzihanende geçirmesine rağmen; Rahmetli babam ava çok meraklıydı.
Çocukluğumun ilk yıllarındaki bir buçuk-iki metre karın yağdığı Karakış günleri, onun için adeta beyaz cennet günleriydi.
Ağır karakış günleri fiilen umumi tatil olurdu.
Matematik başta olmak üzere tüm dersleri kendi tabiriyle "yıldızlı pekiyi"ymiş babamın... Buna rağmen ava merakı yüzünden Orta-2'den terk edip ayrılmış.
Okumayı hiç sevmeyen yaşdaş kuzeni kendisinin de aklını çelmiş. Okulu bırakmışlar, birkaç ay süren av işine bulaşmışlar; ama avcılık zevki ve hevesi hep içinde varolagelmiş.
Matematik dersinin çok iyi olduğunu ben de kestirebiliyordum; çünkü ta Lise yıllarımıza kadar ondalıklı işlemler, kesirli sayılar, Permütasyon, fonksiyonlar gibi takıldığımız birçok konuda bize yardımcı olurdu? Rehber öğretmen gibiydi.
1965-70'li yıllarda köyde iki tane radyo varmış.
Biri de babamın İstanbul'dan getirdiği yarım sandık büyüklüğünde koca bir radyo? Ses ve frekans ayarlarının ancak kendisi yapabiliyordu; öyle bir antika bir şey.
Evladiyelik bu, derdi rahmetli ona.
Hala köydeki evimizin ana giriş kapısının iç sağ-üstünde kendine has rafta duruyor.
Büyük dedelerimiz, komşularımız ve mahalleli, ondan "akşam ajansı" dinlerdi. Memleket havadislerini alırlar, akşam sohbeti ona göre kaynatırlardı. Koç Recep Ali'nin radyosu bugün dedi ki, diye başlardı muhabbet.
Hafta içi sabahları 06:30'da sesli dizi film gibi "Radyo Tiyatrosu" olurdu. Namazdan sonra okula gidinceye kadar onu dinler, kaçırmazdık. Onun yüzünden birkaç kere okula geç kaldığımız bile olmuştu.
78'in çok ağır gecen karakış günüydü yine.
İyi hatırlıyorum; rahmetli babam, sabah namazı vaktinden epeyce önce, koyu yeşil parkasını giymiş, dizlerine kadar derin kara çizmesini ayaklarına geçirmiş, tüfeğini omuzuna asmış, fişeklerle dolu kütüklük ve palaskasını beline takmış, namazı dere kenarında kılarım, hadi Bismillah, diyerek ava çıkmıştı.
Öğle üzeri bir de ne görelim, babam, vurduğu iki kuş beline takılı halde, avluda üzerindeki karları silkeliyor.
Kuzine sobanın ateşiyle buğulanmış pencere camını silerek babamın belindeki kuşları kestirmeye çalıştım. Biri tavuk kadar büyük ve yeni gelin gibi renkli-süslü, diğer kara bir kuştu.
Gülerek içeri girdi. Biri Yeşilbaş ördek, diğeri Zemsku dediğimiz Kara Tavuk, dedi. Hepsi Besmele ile avlanmış, bizim derenin kenarından, helal mi helal, diye ekledi.
Çocuk aklı bu, Zemsku nedir, dedim babama? Kusura bakma oğlum, dedi, ağzımdan kaçtı, adı Kara Tavuk yahut Kara Bakal.
Okulda zorluk çekmeyelim diye Türkçe konuşmamızı isterdi, dilimiz-aksanımız bozulup zorluk çekmeyelim diye yanımızda Lazça konuşmazlardı büyüklerimiz? Zaman içinde ana sütü gibi emdik, öğrendik tabii.
Zemsku, Lazça'da Kara Tavuk'muş meğer.
Beline takılı getirdiği Yeşilbaş ördeği Besmele ile çözdü, tepsinin üstüne koydu. Bunu güzelce yolacağız, pilav dolma ördek yapacağız, dedi. Bak başı, cennet yeşili, demişti.
İlk defa Yeşilbaş ördek görmüştüm, boynu siyah-beyaz halkalıydı. Başı, siyah halkaya yakışır öyle parlak koyu yeşildi ki, vurmaya kıyamazsınız. Üstünde bir-iki saçma vardı, oralardan kanıyordu.
Bu arada radyoda ne var, diyerek, antika radyonun, koca elin kavramakta zorlandığı yuvarlak düğmesini "tık" diye açıverdi.
Muhteşem bir eda, güzel bir ses "Anadolu'dan Sesler" programında enfes bir türkü icra ediyordu: Yeşilbaşlı gövel ördek?
Babam, sobaya yakın bir yere iskemleyi çekti, bunu dinlemek güzel oğlum, dedi. Sustu, dinledi, daldı. Radyodaki sanatçı enfes okuyordu:
Yeşil başlı gövel ördek,
Uçar gider göle karşı.
Eğricesin tel tel etmiş;
Açar gider yâre karşı.
Telli turnam sökün gelir,
İnci mercan yükün gelir,
Elvan elvan kokun gelir,
Yâr oturmuş yele karşı
Şahinim var, bazlarım var,
Tel alışkın sazlarım var.
Yâre gizli sözlerim var;
Diyemiyom ele karşı.
Hani, Karacoğlan hani,
Veren alır tatlı canı.
Yakışmazsa öldür beni,
Yeşil bağla âla karşı.
Baktım ki, babamın gözleri yaşarmış, ağlıyor. Önce dışardan geldi, soğuktan diye düşündüm. Sonra, keşke bu Yeşilbaşı vurmasaydım, dedi kesik kesik sesle.
Neyse, bu bizim rızkımız, diye ekledi, ama bundan sonra artık tövbe? Yeşilbaşa namlu doğrulmak yok, hani Karacoğlan dedi ya: Veren alır tatlı canı.
Telli Turna ve Yeşilbaş, Mübarek Fatıma anamızın Kerbelâ denilen yerde şehit edilen evladı Hz. Hüseyin'e aşık, onun için bunun başı böyle Yeşilbaş, dedi babam. Ben dersimi aldım.
O gün bugündür, Yeşilbaş ördekler ve Telli turnalar, yüreğimin gök kubbesinde İmam Hüseyin'e doğru hep onun sevdasıyla kanat çırparak uçmaya devam ederler?
Yüreğime İmam Hüseyin ve babamın sevdasını
serperler hep.
Çocukluğumun ilk yıllarındaki bir buçuk-iki metre karın yağdığı Karakış günleri, onun için adeta beyaz cennet günleriydi.
Ağır karakış günleri fiilen umumi tatil olurdu.
Matematik başta olmak üzere tüm dersleri kendi tabiriyle "yıldızlı pekiyi"ymiş babamın... Buna rağmen ava merakı yüzünden Orta-2'den terk edip ayrılmış.
Okumayı hiç sevmeyen yaşdaş kuzeni kendisinin de aklını çelmiş. Okulu bırakmışlar, birkaç ay süren av işine bulaşmışlar; ama avcılık zevki ve hevesi hep içinde varolagelmiş.
Matematik dersinin çok iyi olduğunu ben de kestirebiliyordum; çünkü ta Lise yıllarımıza kadar ondalıklı işlemler, kesirli sayılar, Permütasyon, fonksiyonlar gibi takıldığımız birçok konuda bize yardımcı olurdu? Rehber öğretmen gibiydi.
1965-70'li yıllarda köyde iki tane radyo varmış.
Biri de babamın İstanbul'dan getirdiği yarım sandık büyüklüğünde koca bir radyo? Ses ve frekans ayarlarının ancak kendisi yapabiliyordu; öyle bir antika bir şey.
Evladiyelik bu, derdi rahmetli ona.
Hala köydeki evimizin ana giriş kapısının iç sağ-üstünde kendine has rafta duruyor.
Büyük dedelerimiz, komşularımız ve mahalleli, ondan "akşam ajansı" dinlerdi. Memleket havadislerini alırlar, akşam sohbeti ona göre kaynatırlardı. Koç Recep Ali'nin radyosu bugün dedi ki, diye başlardı muhabbet.
Hafta içi sabahları 06:30'da sesli dizi film gibi "Radyo Tiyatrosu" olurdu. Namazdan sonra okula gidinceye kadar onu dinler, kaçırmazdık. Onun yüzünden birkaç kere okula geç kaldığımız bile olmuştu.
78'in çok ağır gecen karakış günüydü yine.
İyi hatırlıyorum; rahmetli babam, sabah namazı vaktinden epeyce önce, koyu yeşil parkasını giymiş, dizlerine kadar derin kara çizmesini ayaklarına geçirmiş, tüfeğini omuzuna asmış, fişeklerle dolu kütüklük ve palaskasını beline takmış, namazı dere kenarında kılarım, hadi Bismillah, diyerek ava çıkmıştı.
Öğle üzeri bir de ne görelim, babam, vurduğu iki kuş beline takılı halde, avluda üzerindeki karları silkeliyor.
Kuzine sobanın ateşiyle buğulanmış pencere camını silerek babamın belindeki kuşları kestirmeye çalıştım. Biri tavuk kadar büyük ve yeni gelin gibi renkli-süslü, diğer kara bir kuştu.
Gülerek içeri girdi. Biri Yeşilbaş ördek, diğeri Zemsku dediğimiz Kara Tavuk, dedi. Hepsi Besmele ile avlanmış, bizim derenin kenarından, helal mi helal, diye ekledi.
Çocuk aklı bu, Zemsku nedir, dedim babama? Kusura bakma oğlum, dedi, ağzımdan kaçtı, adı Kara Tavuk yahut Kara Bakal.
Okulda zorluk çekmeyelim diye Türkçe konuşmamızı isterdi, dilimiz-aksanımız bozulup zorluk çekmeyelim diye yanımızda Lazça konuşmazlardı büyüklerimiz? Zaman içinde ana sütü gibi emdik, öğrendik tabii.
Zemsku, Lazça'da Kara Tavuk'muş meğer.
Beline takılı getirdiği Yeşilbaş ördeği Besmele ile çözdü, tepsinin üstüne koydu. Bunu güzelce yolacağız, pilav dolma ördek yapacağız, dedi. Bak başı, cennet yeşili, demişti.
İlk defa Yeşilbaş ördek görmüştüm, boynu siyah-beyaz halkalıydı. Başı, siyah halkaya yakışır öyle parlak koyu yeşildi ki, vurmaya kıyamazsınız. Üstünde bir-iki saçma vardı, oralardan kanıyordu.
Bu arada radyoda ne var, diyerek, antika radyonun, koca elin kavramakta zorlandığı yuvarlak düğmesini "tık" diye açıverdi.
Muhteşem bir eda, güzel bir ses "Anadolu'dan Sesler" programında enfes bir türkü icra ediyordu: Yeşilbaşlı gövel ördek?
Babam, sobaya yakın bir yere iskemleyi çekti, bunu dinlemek güzel oğlum, dedi. Sustu, dinledi, daldı. Radyodaki sanatçı enfes okuyordu:
Yeşil başlı gövel ördek,
Uçar gider göle karşı.
Eğricesin tel tel etmiş;
Açar gider yâre karşı.
Telli turnam sökün gelir,
İnci mercan yükün gelir,
Elvan elvan kokun gelir,
Yâr oturmuş yele karşı
Şahinim var, bazlarım var,
Tel alışkın sazlarım var.
Yâre gizli sözlerim var;
Diyemiyom ele karşı.
Hani, Karacoğlan hani,
Veren alır tatlı canı.
Yakışmazsa öldür beni,
Yeşil bağla âla karşı.
Baktım ki, babamın gözleri yaşarmış, ağlıyor. Önce dışardan geldi, soğuktan diye düşündüm. Sonra, keşke bu Yeşilbaşı vurmasaydım, dedi kesik kesik sesle.
Neyse, bu bizim rızkımız, diye ekledi, ama bundan sonra artık tövbe? Yeşilbaşa namlu doğrulmak yok, hani Karacoğlan dedi ya: Veren alır tatlı canı.
Telli Turna ve Yeşilbaş, Mübarek Fatıma anamızın Kerbelâ denilen yerde şehit edilen evladı Hz. Hüseyin'e aşık, onun için bunun başı böyle Yeşilbaş, dedi babam. Ben dersimi aldım.
O gün bugündür, Yeşilbaş ördekler ve Telli turnalar, yüreğimin gök kubbesinde İmam Hüseyin'e doğru hep onun sevdasıyla kanat çırparak uçmaya devam ederler?
Yüreğime İmam Hüseyin ve babamın sevdasını
serperler hep.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019