19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Avrupa'da Sanayi Devrimi büyük ölçüde tamamlanmış, sanayicilerin ve şirketlerin gelirlerinde büyük bir artış görülmesine karşılık, köylerde ve kentlerde yaşayan fakir halk bu zenginlikten nasibini almamıştı. İşçiler günde 13-15 saat çalışıyorlar, sağlıksız ve kirli konutlarda zor koşullarda yaşamaya devam ediyorlardı. Köylerde artan nüfus, işsizliğe ve toprak yetersizliğine yol açmış, alt yapının yetersiz kalmasına neden olmuştu. 1845 ve 1846 hasat mevsimlerinde Belçika'da ortaya çıkarak diğer Avrupa ülkelerine yayılan Patates Hastalığı (Phytophthora infestans') Avrupa'da büyük bir açlık salgınına yol açmış, toplumun yoksul kesimlerinde büyük bir tatminsizlik duygusuna neden olmuştu.
Aynı yıllarda Alman Karl Marx ve Friedrich Engels'in birlikte yazdığı ve 1 Şubat 1848 tarihinde yayınlanan Komünist Manifesto, özel mülkiyeti bir devrimle ortadan kaldırarak sınıfsız ve devletsiz bir toplum düzenini gerçekleştirmesi gerektiğini iddia etmekteydi. Bu koşullar altında devrim düşüncesi toplumun çeşitli kesimlerinde çok sayıda taraftar bulmuş ve sonunda 1848 yılında bu devrimler bütün şiddetiyle patlak vermiştir.
Bu hareketlerden etkilenerek faaliyetlerine son veren Banque de Constantinople (Dersaadet Bankası, İstanbul Bankası), Osmanlı Devleti'nin ekonomik olarak büyük sıkıntılara sokmuştu. Yoğunlaşan iç ve dış baskılara karşın, merkezi bürokrasi uzun vadeli dış borçlanma sürecini başlatmak konusunda tereddüt gösteriyordu. Nihayet, Kırım Savaşı'nın gerektirdiği yeni harcamalar ve gelir-gider dengesinde yarattığı büyük açık, Avrupa para piyasalarında borçlanma sürecini başlattı.
Osmanlı Devleti'nin borç alması, Galata Bankerleri için kolay ve çabuk kâr sağlamak, yüksek faiz oranları elde etmek fırsatı demekti. Galata bankerleri devletten yüksek faiz alırken, bu borçların finansmanı için daha düşük faizle dış piyasalardan kredi alıyorlardı. Bu iş, faiz farkı dolayısıyla çok kârlı idi; ama, her an patlama noktasına gelecek şekilde genişlemişti. Galata Bankerlerinin, Osmanlı Devleti'nin 1854'ten itibaren Avrupa piyasalarından borç alma zorunluluğunu bu mekanizma içinde getirmiş olmaları, Osmanlı devlet adamlarını pek o kadar tedirgin etmemişti.
I.Dünya Savaşı'na (1914) kadarki 60 yıllık sürede, Osmanlı dış borçlanmasını iki ayrı dönemde incelemek gerekiyor. 1854'teki ilk borçlanmadan, Osmanlı Devleti'nin borç ödemelerini sürdüremeyeceğini ilan ettiği 1875-76 yıllarına kadar süren birinci dönemin en belirgin özelliği, Osmanlı Devleti'nin çok büyük miktarlarda ve çok ağır koşullarda borçlanmasıdır. Ağır koşulların en önemli göstergesi, faiz oranlarının yüksekliğidir. Bu konulardaki bilgisizliklerinden ötürü devlet, büyük ölçüde aldatılmış, "Düyun-u Umumiye" nin kuruluşuna kadar süren ilk dönemde, borçlandığı paranın ancak yarısı eline geçmiştir. Sonra, Galata Bankerleri ve Avrupa sermayedarları bu acemi borçluyu adeta para almaya sürüklemişler, bol rüşvet yedirerek devrin paşalarını kullanmışlardır. Ayrıca sağlanan fonların büyük bir bölümü cari harcamalar için kullanıldı. Avrupa'dan, daha sonra Haliç'te çürümeye terk edilecek büyük bir donanma satın alındı. Diğer tüketim harcamalarının yanı sıra, Boğaziçi'nde saraylar yapıldı. Yatırımlara hemen hiç kaynak ayrılmadı. Osmanlı yönetimi, dışarıdan gelen bu taşıma suyu har vurup harman savurmuştur.
- ‘Masa da masaymış ha!’ / 11.03.2023
- Reddiye-III / 29.12.2020
- Reddiye-II / 28.12.2020
- ABDAL MUSA SULTAN PEND-NAMESİ / 26.12.2020
- Reddiye-I / 25.12.2020
- Peygamberimiz (s.a.v) okuma yazma biliyordu! / 23.12.2020
- ‘Sınavsız üniversite’ ontolojisi / 18.12.2020
- Haydar Haydar… / 24.04.2020
- Sonuç ve Milli Ekonomi Modeli / 21.04.2020