Abdullah A?ARO?LU
Hatırlarsınız!?
Unutturulmaya çalışılan gerçeği...
Veya unutulmak istenen mesele de diyebilirsiniz.
Dikkatli bakışlar için çok önemli bir nirengi noktasıdır, çünkü...
Türkiye AGSP'nin karar mekanizmalarında yer almak istiyordu.
Aynı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmek gibi bir iddiası da vardı.
Bugün artık Türkiye, ister Yunanistan'ın vetosuyla karşılaşsın, ister karşılaşmasın karar mekanizmalarında olma iddiasından vazgeçmiştir.
Avrupa Birliği'ne girme, iddiası ve tezi ise sözüm ona devam etmektedir...
Amma...
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğuna göre...
Bilmem aşağıdaki satırları yazmaya gerek olacak mıdır?
***
Şimdi bunlar bizi kurulmakta olan Avrupa ordusuna almamışlardır.
Peki bizi Avrupa ordusuna almayanlar, Avrupa Birliğine nasıl alacaklardır?
Şimdi Avrupa Birliği ordusuna "girmemeyi" kabul eden biz, Avrupa Birliğine girmemeyi de dolaylı yoldan kabul etmiş olmuyor muyuz?
***
Gelinen şu noktada AGSP'den kaynaklanan üstü açık bir kabul ve AB'ye "girilmezliğimizle ilgili" üstü kapalı daha büyük bir kabul gün gibi ortadayken, "Avrupa Birliğine gireceğiz" diye, şu ana kadar verdiğimiz tavizleri vermeye devam edilecek midir?
Yoksa?..
Yoksa aklımız başımıza devşirilip, bu güne kadar bir türlü devşiremediğimiz başımızın çaresine bakmaya mı çalışılacaktır?
Fark etiniz mi bilmem, AB, şu AGSP konusunda Türkiye'ye hiç yüz vermemeyi tercih etti.
Alıştırıldığımızdan farklı bir davranıştı.
Çünkü bu konu uyutmaktan ve kavramları farklı algılamaktan öte tehdit barındıran bir söylev içeriyordu.
Türkiye'nin "veto hakkı" konusunda ortaya koyduğu kararlılık, sert bir atak bir karşılık buldu. Bu bizce iyi de bir blöftü. Ve ekonomik çöküşle, siyasi bağımlılığın, Türkiye'yi nasıl bir tırsma noktasına taşımış olduğu da böylece anlaşılmış oldu.
Birkaç hafta önceki gelişmelere şöyle bir bakalım.
Önce Savunma Bakanları toplantısında AGSP ile ilgili sekiz adet sorun başlığı ikiye kadar düşürüldü.
Sonraki yoğun diplomatik temaslarla bu bire kadar düşürüldü.
Ve bunun ardından konunun akışıyla uyuşmayan "Apansız (!?)" bir açıklama geldi. "Türkiye ile AB arasında AGSP ile ilgili anlaşma sağlanamamıştır" dendi.
Tam uyuşma sağlanacakken, böyle bir açıklama şaşırtıcıydı.
Ancak bundan sonra AB'den gelen açıklama daha şaşırtıcı oldu.
Çünkü artık AB kuracağı ordunun, tamamen NATO'dan bağımsız olarak kurulacağını, NATO imkânlarından yararlanılmayacağını ihtar-ı ilan edildi.
Ve dolayısıyla Türkiye'nin NATO'da kullanılabileceği "VETO" hakkının boşa çıkartıldığı blöfü de yapılmış oldu.
Bu diplomatik bir atak ya da atraksiyon olarak değerlendirilse de, Avrupa'da ortak bir gelecek planladığını söyleyen AB'nin bu teziyle hiç uyuşmuyordu. Zira birliktelik planladığı söyleyen Avrupa'nın bu siyasi gücü; "Neden kendi tezini kabul etmeyen Türkiye'ye meydan okusun, neden bu hamleyle kendi tezini farklı bir metotla kabul ettirmeye çalışsındı (?)... Neden tam anlaştık derken masayı devirip, kendi müstakil ordusunu kurmaktan bahsetsindi(?)."
Türkiye işte bu blöfü göremedi.
Belki gördü de; ekonomik çöküşün ve siyasi bağımlılığın kendisinde neden olduğu yıkımın altında kaldı.
Eğer AB elindeki kartları kuvvetli görüp ya da gösterip "rest" dercesine önündekilerin hepsini masaya sürüşüne, Türkiye "rölans (reste karşı rest)" diyebilmiş olsaydı, etekleri tutuşan Türkiye değil, AB olacaktı.
Belki o zaman alelacele güvenlik zirvesi toplanıp, mektuplarda verilen vaatler gibi uluslararası hukukun mesnedi kabul edilmeyen bir çaresizlikle kabuller üretilmezdi.
Ayağımızın altından çekilmekte olan halı yüzünden kıç üstü oturmak üzereyken, artık ben de uçabiliyorum şeklindeki hayalciliğe de kapılmak, artık ispatlanmış olan AB'ye kabul edilmezliğimizi ve yalnızlığımızı inkâr etmekten başka bir şey değil...
Türkiye'de artık vatanının, milletinin ve devletinin iyiliğini isteyen...
Ulusal egemenlik, tam bağımsızlık,
Ve toprak bütünlüğünden... yana olan herkes iyi bir şeylerin yapılmasını istemekte ve hatta özlemektedir.
Bu Kuvay-ı Milliyecilik değil de nedir?
Hatırlarsınız!?
Unutturulmaya çalışılan gerçeği...
Veya unutulmak istenen mesele de diyebilirsiniz.
Dikkatli bakışlar için çok önemli bir nirengi noktasıdır, çünkü...
Türkiye AGSP'nin karar mekanizmalarında yer almak istiyordu.
Aynı Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmek gibi bir iddiası da vardı.
Bugün artık Türkiye, ister Yunanistan'ın vetosuyla karşılaşsın, ister karşılaşmasın karar mekanizmalarında olma iddiasından vazgeçmiştir.
Avrupa Birliği'ne girme, iddiası ve tezi ise sözüm ona devam etmektedir...
Amma...
Perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğuna göre...
Bilmem aşağıdaki satırları yazmaya gerek olacak mıdır?
***
Şimdi bunlar bizi kurulmakta olan Avrupa ordusuna almamışlardır.
Peki bizi Avrupa ordusuna almayanlar, Avrupa Birliğine nasıl alacaklardır?
Şimdi Avrupa Birliği ordusuna "girmemeyi" kabul eden biz, Avrupa Birliğine girmemeyi de dolaylı yoldan kabul etmiş olmuyor muyuz?
***
Gelinen şu noktada AGSP'den kaynaklanan üstü açık bir kabul ve AB'ye "girilmezliğimizle ilgili" üstü kapalı daha büyük bir kabul gün gibi ortadayken, "Avrupa Birliğine gireceğiz" diye, şu ana kadar verdiğimiz tavizleri vermeye devam edilecek midir?
Yoksa?..
Yoksa aklımız başımıza devşirilip, bu güne kadar bir türlü devşiremediğimiz başımızın çaresine bakmaya mı çalışılacaktır?
Fark etiniz mi bilmem, AB, şu AGSP konusunda Türkiye'ye hiç yüz vermemeyi tercih etti.
Alıştırıldığımızdan farklı bir davranıştı.
Çünkü bu konu uyutmaktan ve kavramları farklı algılamaktan öte tehdit barındıran bir söylev içeriyordu.
Türkiye'nin "veto hakkı" konusunda ortaya koyduğu kararlılık, sert bir atak bir karşılık buldu. Bu bizce iyi de bir blöftü. Ve ekonomik çöküşle, siyasi bağımlılığın, Türkiye'yi nasıl bir tırsma noktasına taşımış olduğu da böylece anlaşılmış oldu.
Birkaç hafta önceki gelişmelere şöyle bir bakalım.
Önce Savunma Bakanları toplantısında AGSP ile ilgili sekiz adet sorun başlığı ikiye kadar düşürüldü.
Sonraki yoğun diplomatik temaslarla bu bire kadar düşürüldü.
Ve bunun ardından konunun akışıyla uyuşmayan "Apansız (!?)" bir açıklama geldi. "Türkiye ile AB arasında AGSP ile ilgili anlaşma sağlanamamıştır" dendi.
Tam uyuşma sağlanacakken, böyle bir açıklama şaşırtıcıydı.
Ancak bundan sonra AB'den gelen açıklama daha şaşırtıcı oldu.
Çünkü artık AB kuracağı ordunun, tamamen NATO'dan bağımsız olarak kurulacağını, NATO imkânlarından yararlanılmayacağını ihtar-ı ilan edildi.
Ve dolayısıyla Türkiye'nin NATO'da kullanılabileceği "VETO" hakkının boşa çıkartıldığı blöfü de yapılmış oldu.
Bu diplomatik bir atak ya da atraksiyon olarak değerlendirilse de, Avrupa'da ortak bir gelecek planladığını söyleyen AB'nin bu teziyle hiç uyuşmuyordu. Zira birliktelik planladığı söyleyen Avrupa'nın bu siyasi gücü; "Neden kendi tezini kabul etmeyen Türkiye'ye meydan okusun, neden bu hamleyle kendi tezini farklı bir metotla kabul ettirmeye çalışsındı (?)... Neden tam anlaştık derken masayı devirip, kendi müstakil ordusunu kurmaktan bahsetsindi(?)."
Türkiye işte bu blöfü göremedi.
Belki gördü de; ekonomik çöküşün ve siyasi bağımlılığın kendisinde neden olduğu yıkımın altında kaldı.
Eğer AB elindeki kartları kuvvetli görüp ya da gösterip "rest" dercesine önündekilerin hepsini masaya sürüşüne, Türkiye "rölans (reste karşı rest)" diyebilmiş olsaydı, etekleri tutuşan Türkiye değil, AB olacaktı.
Belki o zaman alelacele güvenlik zirvesi toplanıp, mektuplarda verilen vaatler gibi uluslararası hukukun mesnedi kabul edilmeyen bir çaresizlikle kabuller üretilmezdi.
Ayağımızın altından çekilmekte olan halı yüzünden kıç üstü oturmak üzereyken, artık ben de uçabiliyorum şeklindeki hayalciliğe de kapılmak, artık ispatlanmış olan AB'ye kabul edilmezliğimizi ve yalnızlığımızı inkâr etmekten başka bir şey değil...
Türkiye'de artık vatanının, milletinin ve devletinin iyiliğini isteyen...
Ulusal egemenlik, tam bağımsızlık,
Ve toprak bütünlüğünden... yana olan herkes iyi bir şeylerin yapılmasını istemekte ve hatta özlemektedir.
Bu Kuvay-ı Milliyecilik değil de nedir?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.