Amerika'daki üssünden havalandıktan sonra tam 17 saat uçarak Afganistan üzerine gelen B52 Bombardıman uçağının pilotu "Bir futbol maçında gibiyim, her şey çok güzel" diyordu tonlarca bombayı bırakan kapağın düğmesine basarken.
Yapılan kamuoyu yoklamalarında Amerikan kamuoyunun % 94 oranında harekâta destek verdiği bildiriliyor.
Amerika'da uçaklara yüklenen bombaların üzerine keyifle "NYPD" yazılıyor, "Newyork Polis Departmanı".
Yâni Amerika için her şey çok güzel, eğlenceli, intikam alınıyor. Amerika gölgelerle bir futbol maçı, Amerikan Futbolu maçı yapıyor.
Fakat neden Türkiye onun masörlüğüne tâlip oluyor, anlamak mümkün değil.
Aslında herkes kendi oyununu kendi kurallarına göre oynuyor ve ne yaptığını gayet iyi biliyor. Amerika ne istediğini biliyor, Bin Ladin biliyor, Rusya biliyor, Pakistan biliyor, İngiltere, Fransa, Almanya, Kanada biliyor ama Türkiye'nin bildiğinden şüpheliyim.
Çünkü Türkiye'de kimse meseleyi bir türlü sahiplenmiyor, ucundan tutuyor, etrafından dolaşıyor, kumda oynuyor. Çünkü Türkiye'de ciddî bir şekilde otorite boşluğu, güven bunalımı, anayasa ihlâli var.
Anayasa'nın "çok şükür son pakette değiştirilmeyen" 92'inci maddesi kapı gibi ortada dururken TBMM toplanmıyor, toplanıp kıyak emeklilik ve dokunulmazlık gibi fuzulî işlere vakit harcarken NATO'nun 5'inci maddesi gereği başka ülkelere asker gönderme veya yabancı askerleri ülkeye kabul etme konusunda bir türlü karar vermiyor.
Karar vermiyor çünkü mevcut iktidar krizden bir türlü nasıl faydalanacağına karar veremediği için orda burada, kapalı kapılar ardında bir takım "güvenlik zirveleri" yapıyor, zaten devamlı bir faaliyet olarak gerçekleştirilmesi gereken rutin bürokratik ve siyasi çalışmaları anayasal kurumların yerine ikame etmeye çalışıyor. Resmen ayak sürüyor.
Mevcut siyasi iktidar a) Krizi Türkiye için bir sıçrama noktası olarak mı, yoksa b) Dibe vuran kendi iktidarının çıkış noktası, vaz geçilmezliğinin tutunacak son dalı olarak mı görmeye karar veremediği için işi ağırdan alıyor. Öyle ya bu fırsat kaçırılır mı, savaş halinde hükümet mi değiştirilirmiş!!!
İktidar olarak devam şartı kendi başarısızlığına bağlı böyle bir hükümet modeli dünya demokrasi tarihinde görülmemiştir. Padişahlıkların meşrûti dönemleri ayrı...
Türkiye ne istediğini bilmiyor çünkü bırakınız Afganistan politikasını, "millî" bir dış politikası yok. Türkiye ne Kafkaslarda, ne Balkanlarda, ne Ortadoğu'da yok...
Suriye, "terörist ülke" Suriye BM Güvenlik Konseyi'nin geçici üyeliğine seçiliyor. Halbuki bir süre önce özenle Türkiye'nin "daimi üyelik" için yoğun diplomatik çaba gösterdiği kulaklara fısıldanıyordu.
Türkiye'nin Afganistan politikasının olmadığı harekâtın başlamasından bir gün önce Müşerref'e gönderdiği bakanın kimliğinden belli. Eli cebinde gezen Amerikan Savunma Bakanı'nın Ankara'da Başbakan, Dışişleri ve Savunma Bakanları ile Genelkurmay Başkanı tarafından kapıda ve ayakta karşılandığı gün Pakistan'a Dışişleri Bakanı değil, Orta Asya'dan sorumlu Devlet Bakanı Çay değil, hangi konu ile ilgili olduğu belli olmayan bir başka Devlet Bakanı Gürel gönderiliyor.
Neden Cem, Çay değil de Gürel gidiyor Pakistan'a?
Resmî bir ziyaret için bir süre önce Türkiye'ye gelmek isteyen Müşerref'e "demokrasi kahramanı" Ecevit, "Bir askerî diktatörle görüşmem " diye haber göndermiş ve reddetmişti.
Şimdi ne mektubu gönderiyor?
Müşerref " Eğer Tâliban karşıtı güçler (Kuzey İttifakı) hâkim olursa kabul edilemez" diyor, "Kuzey İttifakı Amerikan saldırısından faydalanmaya kalkmasın diyor".
Kofi Annan "Afganistan'da geniş tabanlı bir hükümet kurulacak" diyor.
Rumsfeld aynı şekilde "Kuzey İttifakı, muhalif taliban ve Peştunların müştereken kuracakları bir hükümetten" söz ediyor. Kimse Afganistan'ın neredeyse yarısını oluşturan Türklerden (Özbek, Türkmen, Afşar) söz etmiyor.
Gürel de Pakistan'dan dönünce aynı ağızla "Kuzey ittifakına etnik ya da ulusal bir farklılık gözeterek destek vermiyoruz, tümüyle bütün muhalif grubları destekliyoruz "diyor.
O zaman Türk askeri oraya neden gidiyor.
Bu köşede, Twin Towers saldırısının ertesi gününden başlayarak bütün yazılarımda Anayasa'nın 92'inci maddesi gereği TBMM'nin toplanması gereğini çığlık çığlığa haykırıyorum. Nihayet, bir ay sonra lütfedip iktidar kanadı Meclis'te bu konuyu görüşmeye karar verdi.
Savaş Irak'a da sıçratılmamalıdır. Biz bu filmi on sene önce gene görmedik mi? On sene önce istifa eden bir Genelkurmay Başkanı'nın fedakârlığı sayesinde maceradan ancak kurtulmuştuk. Zararımız, sonradan aralarında silâh ve cephaneleri ile sızan PKK'lıların da bulunduğunu anlayabildiğimiz iki milyon peşmergenin zorunlu misafirliği ve bir koyup on kaybımızla "sınırlı" kalmıştı.
Bir aydır yazdığımız yazıların ışığında Meclis'in toplanıp ne Afganistan'a ve ne de Irak'a "Asker göndermeme" kararı almasını diliyoruz. Türk halkının % 73'ü bu savaşı ve Afganistan'a asker gönderilmesini istemiyor. Çünkü bu savaşı Türkiye'nin savaşı olarak görmüyor. Türkiye onbeş sene 30 bin şehit karşılığı ve tek başına, bölücülere "NATO müttefiklerinin desteğine rağmen" savaşmamış mıydı?
Amerika'ya "ittifak icabı" desteğimiz de PKK mücadelesinde onun bize gösterdiği desteğin vüsati ile sınırlı kalmalıdır.