Batılılar, Türkleri sevmezler, daha doğrusu Türklere düşmandırlar. Bunun dini, tarihi, kültürel ve ekonomik sebepleri vardır. Düşmandırlar, fakat Türklerin yanlarından ayrılmasını da asla istemezler. Tarih boyunca hep böyle olmuştur. Batılılar, Türkleri sömürmek, Türkler de Batılıların şerrinden emin olmak için birbirine yakın olmuşlardır. Bu zorunlu yakınlık, Türklerin 14. Yüzyılda Batılılara rağmen Avrupa'ya yerleşmesiyle başladı. Dile kolay, Türkler, tam 400 yıl Batılı halkları yönettiler.Tabiri caizse, Türkler, Batılılara üsten bakıyorlardı. Onların değerlerini tanımak, hele almak, Türklerin hiç düşünmedikleri olaylardı. Ama ne var ki, Batılılar boş durmadılar. Asırlarca, Türkleri Avrupa'dan atmanın yolunu ve çaresini aradılar. Bu arayış, sanayi devriminin gerçekleşmesi ve tarihi sürecin tersine dönmesiyle sonuçlandı. Şöyle ki, sanayinin cazibesi, Türklerin bir kısmını şaşırttı ve taklit hastalığına itti. İbn Haldun'un "mağluplar, galiplerin adet ve kurumlarını taklit ederler" sözü, aynen gerçekleşti. Mağlup olduğunu düşünenler, Batıyı taklide sarıldılar. Tanzimat'la başlayan bu şuursuz taklit, bir başka deyişle 'Batılılaşma zihniyeti' günümüze kadar artarak devam etti, halen de ediyor. AB'ciler, bu hastalığın en tipik kurbanlarıdır. Batılılar, bunu çok iyi biliyorlar. Biliyorlar ki, biz bu kişileri, bin kere AB kapısından kovsak, bin bir kere yine gelirler. Zira bunlar, gidecek başka kapı tanımıyorlar. Her şeyi, ama her şeyi Batılılardan bekliyorlar. Bu ruh halini, Tanzimat'ın büyüklerinden Fuat Paşanın şu sözü çok güzel resmeder: " Bir devlette iki kuvvet olur. Biri yukarıdan, biri aşağıdan gelir. Yukarıdan gelen cümlemizi eziyor. Aşağıdan ise bir kuvvet hasıl etmeye ihtimal yoktur. Bunun için pabuççu muştası gibi yandan bir kuvvet kullanmaya muhtacız. O kuvvetler de sefaretlerdir". İşte, Osmanlı gibi koca bir devleti batıran bu zihniyetti. Atatürk, bu zihniyeti şöyle anlatıyordu: "Bu düşüşün çıkış noktası acz ile başlamıştır. Türkiye'nin fikir adamları, adeta kendi kendine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki: 'Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza da ihtimal yoktur' Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı, bize düşman olan, düşman olduğunda hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. Onlar bizi idare etsin diyorlardı". AB için söylenenlere ve yapılanlara bakınız, bundan başka bir şey mi? Batılılaşma zihniyetinin örnekleri, günümüzde ziyadesiyle mevcut. Tek bir örnek vererek geçelim. 29 Ağustos 2005 tarihli Milliyet Gazetesinde Semih İdiz, AB'nin amacını şöyle açıklıyordu: "Amaç, siyasi, ekonomik ve sosyal düzlemde belli standartları yakalayıp Türkiye'yi daha da güçlü kılacak bir şekilde refaha kavuşturup ileriye götürmektir. Gönül ister ki, Türkiye bunu AB olmadan başarabilsin. Ancak, Tanzimat'tan bu yana yaşananlar, Türkiye'nin bir dış dürtü olmadan bir sonraki aşamaya geçme maharetine sahip olmadığını gösteriyor". Görüldüğü gibi, zaman ve mekan değişti, ama Tanzimat'la başlayan bu düşünce tarzı hiç değişmedi. Öyle çelişkili bir düşünce tarzı ki, anlamak ve anlatmak ne mümkün! Batılılaşma zihniyeti ülkeyi batırıyor, ama yine çare orada aranıyor. Atatürk, bu hali şöyle izah ediyordu: "Artık vaziyeti düzeltmek , hayat bulmak, insan olmak için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi bir takım zihniyetler ortaya çıktı. Halbuki hangi istiklâl vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir". Bu zihniyete sahip olanlar, Atatürk döneminde mandacılığı savunuyorlardı. Şimdi başka bir şey mi diyorlar? Hayır, aynı şeyi başka bir ad altında istiyorlar. Bu kişilerin yapıştığı en son halka AB üyeliğidir. Bunun gerçekleşmeyeceğini, gerçekleşirse nasıl gerçekleşeceğini AB üyeleri, değişik kelime ve deyimlerle ifade ediyorlar. Son günlerde icat ettikleri deyim, "hazmetme kapasitesi" oldu. Bu diplomatik deyim, Türkçe ve düzce şu anlama gelir: "Hazmedilecek parçalara bölün de gel". Buna "hayır" diyenlerin önünde tek bir yol var. O da, 'yeniden Kuva-yı milliye' yoludur. Başka yolların hepsi çıkmaz sokaktır.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018