Tarih sahnesine çıktığımız günden beri aşığız istiklale, sevdalıyız hilale. İstiklal uğruna toprağın bağrına, bir hilal uğruna toprağın bağrına milyonlarca civan verdik.
İstikbal içinse davet, hilalin yücelerde nazlı nazlı dalgalanması içinse çağrı; akan sular durur, çaresizlik içinde kıvrananlar binbir çare bulur, nice olmazlar olur, çok çok acele de olsa cümle işler geri kalır. Bahaneler biter, yürekler güm güm atar, gerekirse karınca file çatar, bir kişi bin kişiye kafa tutar, bir hilal sevdalısı binlerce haçlı sürüsüne yeter.
İstiklal aşkına ve hilal uğruna maldan geçtiğimiz, candan geçtiğimiz, anadan, yardan serden geçtiğimiz, harareti taşları eriten kardan geçtiğimiz, yüksekliği boyumuzu aşan buzdan, kardan geçtiğimiz cümlenin ve de dünyanın malumudur.
İstiklalimiz ve hilalimiz tehlikeye düştüğü günlerde biz de yollara düşmüştük, sırtımızda elbise, ayağımızda sağlam çarık bile yoktu, ama bütün dünyaya yetecek bir sevdamız vardı. Karnımız aç, üstümüz açık da olsa epey alçaklarda da olsak, hilalimizin yücelerde dalgalanmasını arzu ettik ve her dönemde gereğini yaptık.
Tırmandı tırmandı da bir haça sattı bizi
Ellerimizi patlatırcasına alkışladık, tezahüratın binbir çeşidini sergiledik, ıslık çalmaktan dudaklarımız şişti, servetimizi yoluna serdik, kıpır kıpır yerimizde duramadık, hilalin yükseğe, daha yükseğe, en yükseğe dikileceği anı saniye saniye görebilmek için gözlerimizi kırpmadık, sevinç gözyaşlarımızı silmedik. Sanki atletimizle beraber koştuk, surları beraber tırmandık, öylesine kanter içinde kaldık ve hayretler içinde kaldık, dehşetler içinde kaldık, elimiz böğrümüzde, canımız ağzımızda kollarımız yanımızda, melûl, mahzun öylesine kalakaldık...
Kaşla göz arasında Hilal-Haç yer değişti
Kaşımızı oynatmamış, gözümüzü kırpmamıştık ki ve biz ona sadece ve sadece bayrağımızı vermiştik, bayrağımızı burçlara diksin diye destek vermiştik. Gönül vermiştik, yürek vermiştik, yüreğimizle gücüne güç, hızına hız katmıştık.
Onu ona kim verdi, onu ondan kim aldı? Hilali kim çaldı haçı kim verdi? Ama o bizim atletimizdi, bizim formamızı giymişti, bizim içimizde yetişmiş, bizim ekmeğimizle, bizim suyumuzla beslenmişti, bizim havamızı teneffüs etmişti.
İstiklal aşkına ve hilal sevdasına ne olmuştu, nasıl da silinmişti? Nasıl da sevdası suya düştü, sevdamızı umutlarımızı suya düşürdü?
Nasıl da kırdı bizi, yay gibi gerdi bizi, o zirveye çıkınca hiç mi görmedi bizi? Haçlıları güldürdü de yerlere serdi bizi, kimlere sordu bizi?
Bu kaçıncı gafletimiz, yanlışımız, yanılgımız?
Bu kaçıncı kanmamız, kandırılmamız?
Bu kaçıncı vah-vahımız, ah-vahımız, eyvahımız?
Bu kaçıncı şaşırmamız, şaşmamız, apışıp kalmamız?
Bu kaçıncı bozgun, kaçıncı kuzgun?
Demek, bizden yürek ondan kelek, bizden bilek ondan kelek, bizden sevda ondan ihanet, bizden vefa ondan vefasızlık, bizden destek ondan köstek, bizden hamiyet ondan hıyanet, bizden hısımlık ondan hasımlık, bizden davet ondan red, bizden ihsan ondan isyan, bizden alkış ondan asık surat, bizden babalık ondan kabalık, bizden hilal ondan haç?
İşte böyle efendim; göz göre göre, gözümüzün önünde, gözümüzün içine baka baka, gözümüzün yaşına bakmadan, hiç de gözünü kırpmadan, utanmadan, sıkılmadan, biz bayrak, biz hilal beklerken haç dikti burcumuza. Bilemedik dostlarım kim kaça sattı bizi?
İstikbal içinse davet, hilalin yücelerde nazlı nazlı dalgalanması içinse çağrı; akan sular durur, çaresizlik içinde kıvrananlar binbir çare bulur, nice olmazlar olur, çok çok acele de olsa cümle işler geri kalır. Bahaneler biter, yürekler güm güm atar, gerekirse karınca file çatar, bir kişi bin kişiye kafa tutar, bir hilal sevdalısı binlerce haçlı sürüsüne yeter.
İstiklal aşkına ve hilal uğruna maldan geçtiğimiz, candan geçtiğimiz, anadan, yardan serden geçtiğimiz, harareti taşları eriten kardan geçtiğimiz, yüksekliği boyumuzu aşan buzdan, kardan geçtiğimiz cümlenin ve de dünyanın malumudur.
İstiklalimiz ve hilalimiz tehlikeye düştüğü günlerde biz de yollara düşmüştük, sırtımızda elbise, ayağımızda sağlam çarık bile yoktu, ama bütün dünyaya yetecek bir sevdamız vardı. Karnımız aç, üstümüz açık da olsa epey alçaklarda da olsak, hilalimizin yücelerde dalgalanmasını arzu ettik ve her dönemde gereğini yaptık.
Tırmandı tırmandı da bir haça sattı bizi
Ellerimizi patlatırcasına alkışladık, tezahüratın binbir çeşidini sergiledik, ıslık çalmaktan dudaklarımız şişti, servetimizi yoluna serdik, kıpır kıpır yerimizde duramadık, hilalin yükseğe, daha yükseğe, en yükseğe dikileceği anı saniye saniye görebilmek için gözlerimizi kırpmadık, sevinç gözyaşlarımızı silmedik. Sanki atletimizle beraber koştuk, surları beraber tırmandık, öylesine kanter içinde kaldık ve hayretler içinde kaldık, dehşetler içinde kaldık, elimiz böğrümüzde, canımız ağzımızda kollarımız yanımızda, melûl, mahzun öylesine kalakaldık...
Kaşla göz arasında Hilal-Haç yer değişti
Kaşımızı oynatmamış, gözümüzü kırpmamıştık ki ve biz ona sadece ve sadece bayrağımızı vermiştik, bayrağımızı burçlara diksin diye destek vermiştik. Gönül vermiştik, yürek vermiştik, yüreğimizle gücüne güç, hızına hız katmıştık.
Onu ona kim verdi, onu ondan kim aldı? Hilali kim çaldı haçı kim verdi? Ama o bizim atletimizdi, bizim formamızı giymişti, bizim içimizde yetişmiş, bizim ekmeğimizle, bizim suyumuzla beslenmişti, bizim havamızı teneffüs etmişti.
İstiklal aşkına ve hilal sevdasına ne olmuştu, nasıl da silinmişti? Nasıl da sevdası suya düştü, sevdamızı umutlarımızı suya düşürdü?
Nasıl da kırdı bizi, yay gibi gerdi bizi, o zirveye çıkınca hiç mi görmedi bizi? Haçlıları güldürdü de yerlere serdi bizi, kimlere sordu bizi?
Bu kaçıncı gafletimiz, yanlışımız, yanılgımız?
Bu kaçıncı kanmamız, kandırılmamız?
Bu kaçıncı vah-vahımız, ah-vahımız, eyvahımız?
Bu kaçıncı şaşırmamız, şaşmamız, apışıp kalmamız?
Bu kaçıncı bozgun, kaçıncı kuzgun?
Demek, bizden yürek ondan kelek, bizden bilek ondan kelek, bizden sevda ondan ihanet, bizden vefa ondan vefasızlık, bizden destek ondan köstek, bizden hamiyet ondan hıyanet, bizden hısımlık ondan hasımlık, bizden davet ondan red, bizden ihsan ondan isyan, bizden alkış ondan asık surat, bizden babalık ondan kabalık, bizden hilal ondan haç?
İşte böyle efendim; göz göre göre, gözümüzün önünde, gözümüzün içine baka baka, gözümüzün yaşına bakmadan, hiç de gözünü kırpmadan, utanmadan, sıkılmadan, biz bayrak, biz hilal beklerken haç dikti burcumuza. Bilemedik dostlarım kim kaça sattı bizi?
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Dipsiz kuyunun kazıcıları hayret içinde / 28.03.2024
- Ne olursa ‘yeter artık’ diyeceksiniz? / 27.03.2024
- Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar / 26.03.2024
- Bende her yaradan var / 24.03.2024
- Ramazan’ın ortasında faizin tam ortasına… / 23.03.2024
- 'Yusuf’u kurt yedi' yalanı devam ediyor / 22.03.2024
- Kaç Yusuf kuyulara atılıyor? Kaç Yusuf pazarlarda satılıyor? / 21.03.2024
- Hayatı pürdikkat yaşamanın mevsimidir Ramazan / 20.03.2024
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024
- Ne olursa ‘yeter artık’ diyeceksiniz? / 27.03.2024
- Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar / 26.03.2024
- Bende her yaradan var / 24.03.2024
- Ramazan’ın ortasında faizin tam ortasına… / 23.03.2024
- 'Yusuf’u kurt yedi' yalanı devam ediyor / 22.03.2024
- Kaç Yusuf kuyulara atılıyor? Kaç Yusuf pazarlarda satılıyor? / 21.03.2024
- Hayatı pürdikkat yaşamanın mevsimidir Ramazan / 20.03.2024
- İftarda sahurda bombalar… Gazze’ye gelmeseydi mi Ramazan? / 19.03.2024
- Soykırımı sonlandıramadı Ramazan / 18.03.2024