Bugün 12 Mart 2006. Milli şair Mehmet Akif Ersoy'un her mısraına Türk milletinin kurtuluş mücadelesini ve istiklal ruhunu katarak kaleme aldığı İstiklal Marşımızın TBMM tarafından Milli marş olarak kabul edilişinin 85. yıldönümü. 85 yıl önce bugün, büyük şairin Türk'ün vatan ve iman sevdasını mısralara döktüğü İstiklal Marşı TBMM'de "milli marş" olarak kabul edildi. "Allah, bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın" sözleriyle, bu şiirin taşıdığı derin sorumluluk ve yükün farkında olan Akif, ilk başlarda şiirini vermek istemedi. Çünkü milli marş seçimi bir yarışma şeklinde yapılıyordu ve birinci olan şaire 500 TL mükafat verilecekti. İşte bu mükafat Akif'i rahatsız ediyordu, çünkü onun, şiirindeki derin anlam ve ruhun, para ödülünün gölgesinde kalmasına tahammülü yoktu. Fakat başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, tüm Meclis erkanı, milli duyguları ve Türk'ün istiklal sevdasını Akif'ten daha güzel mısralara dökecek birinin olmadığını çok iyi bildikleri için bu para ödülünü Akif için kaldırma sözü verdiler. 1 Mart 1921'de Akif'in şiiri, Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlık ettiği oturumda okunmaya başlandı. İlk mısrada büyük bir alkış tufanı koptu ve bu tüm mısralarda bu tufan devam etti. Kurtuluş mücadelesini veren her vekilin tüyleri diken diken olmuştu ve birçok vekil gözyaşları içinde Akif'in dizelerini dinliyordu. Meclis kararı ile şiir dört kez tekrar edildi. Her tekrar aynı heyecan, aynı duygu yoğunluğu ve aynı imanla dinlendi. Böyle bir şiirin ardından yarışmada kalan 6 şiirin okunması zül sayıldı ve Meclis kararıyla diğer şiirlerin dinlenmesinden vazgeçildi. 12 Mart 1921 tarihli oturumda da Akif'in şiiri Millî Marş olarak kabul edildi.İstiklal Marşı işgal altında yazılmış, istiklal ile özdeşleşmiş bir milletin duygularına tercüman olmuştu. Tarih boyunca yıktığı devlet sayısından bir fazlasını kuran bir milletin bağımsızlık mücadelesi verdiği bir sırada yazılan böyle bir şiir, her mısrasıyla Türk milletinin damarlarında dolaşan istiklal ruhunu, vatan sevdasını, imanını ve varoluş mücadelesini anlatıyordu. "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!" mısrasıyla Türk'ün istiklal sembolü olan "al sancağın" bu şafaklarda dalgalanmaya devam edeceğinden zerre kuşku duyulmaması gerektiğini haykırıyordu Akif. Bu semalardan al sancağın eksik olmayacağına olan derin inancını en kötü zamanda bile kaybetmeyen Türk milletinin duygularını bu mısradan daha güzel ne ifade edebilirdi ki! Bu millet, hiçbir zaman bağımlı kalamaz. Hiçbir ülkenin mandası olamaz. İstiklali için yaşar ve yine istiklali için ölür. Bir devlet yıkılır ama gün geçmeden yenisi kurulur! Akif de bu gerçeği İstiklal Marşı'nda kayıt altına şöyle alıyordu: Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.Ve bugün siyasi iradenin "tek çıkış yolu" olarak gördüğü, "medeniyet" diye peşinden sürüklendiği ve kul köle olmak için kılıktan kılığa girdiği Batı dünyası? Akif'in dizeleri Batı'nın gerçek yüzünü net bir şekilde ortaya koyuyor:Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim varUlusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,"Medeniyyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?"Tek dişi kalmış canavar" ulumaya devam eder ama Türk'ün imanını ve kudretini asla boğamaz. Bugün Türkiye'yi o canavarın kucağına atmak isteyenler, 85 yıl önce yazılmış bu mısraların derin anlamını hala kavrayamamışlar anlaşılan. Batı'nın köpek gibi ulumasını, "yücesin" diye yorumlayıp, gerçekleri gizleyeceklerini sananlar, istiklal ruhundan bir ömür boyu yoksun kalmaya mahkumdurlar. Yazımızı yine Akif'in 86 yıl önce (6 Şubat 1920'de) Balıkesir Zağnos Paşa Camii'nde yaptığı şu tarihi uyarıyla noktalayalım: "Cemaat içinde herkesin uhdesine düşen bir vazife-i vataniye, bir farizâ-i diniye vardır ki onu ifa hususunda zerre kadar ihmal göstermek caiz değildir. Bu hususta hiçbir fert kenara çekilerek seyirci kalamaz. Çünkü düşman kapılarımıza kadar dayanmış, onu kırıp içeri girmek, harîm-i namus ve şerefimizi çiğnemek istiyor. Bu nâmerd taarruza karşı koymak, kadın, erkek, çoluk çocuk, genç, ihtiyar... Her fert için farz-ı ayın olduğu, bir lahza hatırdan çıkarılmamalıdır."