Ülkemizde, 2001 tarihli krizden beri dalgalı kur sistemi uygulanmaktadır. Deniliyor ki, "Dalgalı kur sistemi krizlerin güvencesidir. Onun için krizlerden, kurun aşırı derecede değerlenmesinden korkmamak gerekir". Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkin de dalgalı kur sistemine ve buna geçen Türkiye'ye övgüler yağdırıyor. Diyor ki: "Dalgalı kur son beş yılda Türkiye için birçok fayda sağladı... Benim görüşüme göre, bu dönemde Türkiye için dalgalı kur, sabit kurdan çok daha etkili ve sürdürülmesi gereken bir sistem".Kuru piyasanın belirlemesine bırakmanın doğru bir yaklaşım olduğunu söyleyen Vorkink'e, "hangi piyasadan söz ediyorsunuz?" diye sormaya gerek yok. Çünkü o, tefecilerin, spekülatörlerin oluşturduğu piyasadan başkasını tanımıyor ki. Sözün özü, Vorkink, dalgalı kurla dalgasız ekonomi vaat ediyor. Böyle bir şey olur mu? Ekonomideki yaşanan diğer dalgalanmalara, yani işsizliğe, iflaslara, artan yoksulluğa gözlerinizi kaparsanız, kendi kendinize bir hayal dünyası kurarsanız, olur. Nitekim, öyle de yapılıyor.Aslında, ekonominin kontrolü, hükümetin elinden çıkmış durumda. Çünkü
Merkez Bankası'nın, döviz kurunu belirlemesi şöyledursun, kuru etkileme imkanı dahi kalmamış. Bir günde 5 milyar dolar döviz satın alan Merkez Bankası, döviz fiyatını yerinden oynatamamıştır. Yaman Törüner diyor ki: "Amerikan Merkez Bankası Federal Reserve'nin bile bu denli büyük bir alım yapması, bütün dolar paritelerinde oynama meydana getirebilecekken, bizim Merkez Bankamızın yaptığı müdahalenin kurları niçin oynatmadığı merak konusu". Devam ediyor Törüner: "Bu rakamlar da gösteriyor ki, Merkez Bankası'nın yaptığı döviz müdahalesi tamamen göstermelik ve dışarıdan gelen yüklü miktardaki dövizi, yüksek fiyatla Merkez Bankası'na satmak için yapıldı" (Milliyet Gazetesi, 27.02.2006). Dalgalı kur sistemi uygulandığı halde, piyasadan döviz satın almanın, bundan başka mantıklı bir izahı, elbette olamaz. Merkez Bankası'nı bağımsızlaştıran Kemal Derviş, "Küresel ekonomi içindeyseniz, bazı konularda serbest değilsiniz" dememiş miydi? Demişti, fakat nerede, ne kadar serbest olduğumuzu açıklamamıştı. Şimdi anlıyoruz işin vahametini. Para piyasalarına, dahası, milli parasına hakim olmayan bir ülke, ekonomisini de kontrol altına alamaz. Kriz olur mu, olmaz mı? Kur yükselir mi, yükselmez mi? Bunu ancak piyasaya hakim olan tefeciler, global sermeye sahipleri bilir. Başkalarının söylediği lâf ü güzaftır. Onların makamına, mevkisini bakıp da aldanmayalım. Prof. Dr.
Haydar Baş,
Milli Ekonomi Modeli kitabında şu tespiti yapıyor: "İster sabit, ister dalgalı sistem olsun, yabancı paranın değeri, serbest piyasa adı altında belirlendiğinde bu piyasalara hakim olan global sermaye sahipleri bir anda ellerindeki ulusal veya yabancı parayı satarak veya alarak piyasaları darmadağın etmektedirler" s.273). Bütün mali krizler, şu şekilde çıkarılmıyor mu? Çıkarılıyor, öyleyse ne yapmalı? "İthalat ve ihracata dayalı bir kambiyo sistemi uygulamalı, yabancı paranın değerini global sermaye sahipleri değil, ülkelerin merkez bankaları belirlemeli" (A.g.e., s. 274). Bugün ise tam tersi yapılıyor. "Ülkenin parasının değerini gerçekte o ülkenin ihraç mallarına olan talebin belirlemesi gerekirken, serbest piyasa adı altında bu değer dünya çapında sermaye sahipleri tarafından belirleniyor" (A.g.e., s. 275). Bu uygulama ile fakir ve mazlum milletlerin ürettikleri mallar, para oyunlarıyla ellerinden alınıyor. Buna da soygun değil, ticaret diyorlar. Kimileri akşam sabah çalıştığı halde, aç-açık ve fakir kalıyor, kimileri de elini soğuktan sıcağı sokmadan zevk ü sefa içerisinde yaşıyor. Bu oyunu bozmak elimizde. Yeter ki, nasıl bozacağımızı bilelim.