Yedi İklim
Kültür, edebiyat dergisi Yedi İklim'in Ağustos sayısı okuyucusuyla buluştu. Bu ayki 'Yedi İklimden' yazısını Şerafettin Yapıcı kaleme almış. 'Ve Zeytin' başlıklı yazıdan bir bölümü aktarıyoruz: "Çocukluğumuzda, bebekleri leyleklerin getirdiği söylenirdi; bir sepetle nehre bırakılır gibi. Bunun gibi, ilkin, kuşlar bırakır kursaklarından zeytinleri fundalıklara. Zeytin ilkin fundalıklarda ve çalılıklarda başlar tam siper direniş talimlerine. Derken, büyür ve çilesini tamamlar; o bir lokma bir hırka geçirdiği soğuk kışlardan ve yanık yazlardan sonra, sarık sarar gibi aşılanır, seyri sülûk eder ve çıkar cepheye bir derviş gibi. Çıkar ve direnir, böylece, zeytin, direnişin adı olur dağlarda.
Zeytin, öyle yaman ve yalazlı yazlardan geçer ki dip filizlerini besleyecek bir rutubet bile kalmaz bedeninde; yanar, yanar, yanar! Yalnızca ısıtıp aydınlatacak bir kandili damıtmanın öylesine sevdasına tutulur ki sulu sepken semirmelere prim vermez. Işığı, yanıklığının bir yansımasıdır onun. Bu yanıklığı yüzünden "ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir" ve yine onu "kutlu" kılan da bu yankılığıdır. Sonuçta, kenidisinde, hiç bir süne zararlısının somuracak bir yudum su bulamadığı o kavruk ve kasvetli günlerde, ağustos böceklerinin ya sabır, ya sabır terennümleriyle geçen o sarı solgun zamanlarda ve yedi kurak yılı ve yedi kuru başağı bizzat yaşadığı o rüyalarda, yalnızca aydınlık seferler için kandiller damıtır dağlarda. Onun rüyalarıyla Mısır'a sefer eylenir ve onun kandilleriyle Kostantiniyye fethedilir.
Yusuf, rüya temrinlerini onunla yapmıştır Kenan'da; Musa'nın gördüğü ışık onun kandiliyle yanmıştır Tur-i Sinâ'da. İsa Mesih'i gölgeleyen Zeytin Dağı'nda ve Efendimiz'i uğurlayan Mirâcında, odur.
Mevlana'nın pergelinin sabit ayağıdır onun direnişi; hani o topraktan imbik imbik yanmadan da ışık veren bir yağ damıtan ve mıh gibi çakılı kara kuru duruşuyla bir dağ başında ya da "eğri büğrü gövdesiyle Şeria Nehri kıyısında". Hareketli ayağı ise, yola çıkmaktır rüyalarla ve aydınlık kandillerle yapılan seferlerdir dört bir yana. Büyülerde boğulduğumuzda, başımız derde girdiğinde Mısır'da ve tebelleş olduğunda bir süne zararlısı Urumeli'nde, sığındığımız yine onun ışıltılı limanıdır. O, sefere çıkan kavruk bedenlerin dönüp toplandıkları karargahıdır dağlar başında. Sanki, tıpatıp aynı bedene sahip, o yağından banarak çocuklarını leyli meccani kışlalara gönderen o kara kuru kasketliler de onun rüyalarından devşirmiştir aydınlık düşlerini. Sefere gönderen odur, bozgunu durduran o".
Dergideki yazılardan bazıları ise şöyle: Ali Haydar Haksal: Ânlıklar / Mustafa Ayyıldız: İltica / Selim Berksoy: Bir Kaybedişin Öyküsü / Şaban Abak: Nal Delen Gül Dikeni.
Kültür, edebiyat dergisi Yedi İklim'in Ağustos sayısı okuyucusuyla buluştu. Bu ayki 'Yedi İklimden' yazısını Şerafettin Yapıcı kaleme almış. 'Ve Zeytin' başlıklı yazıdan bir bölümü aktarıyoruz: "Çocukluğumuzda, bebekleri leyleklerin getirdiği söylenirdi; bir sepetle nehre bırakılır gibi. Bunun gibi, ilkin, kuşlar bırakır kursaklarından zeytinleri fundalıklara. Zeytin ilkin fundalıklarda ve çalılıklarda başlar tam siper direniş talimlerine. Derken, büyür ve çilesini tamamlar; o bir lokma bir hırka geçirdiği soğuk kışlardan ve yanık yazlardan sonra, sarık sarar gibi aşılanır, seyri sülûk eder ve çıkar cepheye bir derviş gibi. Çıkar ve direnir, böylece, zeytin, direnişin adı olur dağlarda.
Zeytin, öyle yaman ve yalazlı yazlardan geçer ki dip filizlerini besleyecek bir rutubet bile kalmaz bedeninde; yanar, yanar, yanar! Yalnızca ısıtıp aydınlatacak bir kandili damıtmanın öylesine sevdasına tutulur ki sulu sepken semirmelere prim vermez. Işığı, yanıklığının bir yansımasıdır onun. Bu yanıklığı yüzünden "ateş ona dokunmasa da yağı ışık verir" ve yine onu "kutlu" kılan da bu yankılığıdır. Sonuçta, kenidisinde, hiç bir süne zararlısının somuracak bir yudum su bulamadığı o kavruk ve kasvetli günlerde, ağustos böceklerinin ya sabır, ya sabır terennümleriyle geçen o sarı solgun zamanlarda ve yedi kurak yılı ve yedi kuru başağı bizzat yaşadığı o rüyalarda, yalnızca aydınlık seferler için kandiller damıtır dağlarda. Onun rüyalarıyla Mısır'a sefer eylenir ve onun kandilleriyle Kostantiniyye fethedilir.
Yusuf, rüya temrinlerini onunla yapmıştır Kenan'da; Musa'nın gördüğü ışık onun kandiliyle yanmıştır Tur-i Sinâ'da. İsa Mesih'i gölgeleyen Zeytin Dağı'nda ve Efendimiz'i uğurlayan Mirâcında, odur.
Mevlana'nın pergelinin sabit ayağıdır onun direnişi; hani o topraktan imbik imbik yanmadan da ışık veren bir yağ damıtan ve mıh gibi çakılı kara kuru duruşuyla bir dağ başında ya da "eğri büğrü gövdesiyle Şeria Nehri kıyısında". Hareketli ayağı ise, yola çıkmaktır rüyalarla ve aydınlık kandillerle yapılan seferlerdir dört bir yana. Büyülerde boğulduğumuzda, başımız derde girdiğinde Mısır'da ve tebelleş olduğunda bir süne zararlısı Urumeli'nde, sığındığımız yine onun ışıltılı limanıdır. O, sefere çıkan kavruk bedenlerin dönüp toplandıkları karargahıdır dağlar başında. Sanki, tıpatıp aynı bedene sahip, o yağından banarak çocuklarını leyli meccani kışlalara gönderen o kara kuru kasketliler de onun rüyalarından devşirmiştir aydınlık düşlerini. Sefere gönderen odur, bozgunu durduran o".
Dergideki yazılardan bazıları ise şöyle: Ali Haydar Haksal: Ânlıklar / Mustafa Ayyıldız: İltica / Selim Berksoy: Bir Kaybedişin Öyküsü / Şaban Abak: Nal Delen Gül Dikeni.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.