Prens Selman'ın ülkemize gelmesi ve Saray'da gerçekleştirilen görüşme, sazlı sözlü muhabbet muhalefetin hedefinde. Kaşıkçı üzerinden Erdoğan'ın sözlerini gündeme getirip, bizi dünyaya rezil ettiniz, diyerek hükümetin dış politikasını eleştiriyorlar.
BTP Lideri Hüseyin Baş'a, bir programda, 'hükümetin dış politikasını nasıl yorumluyorsunuz' sorusu sorulmuştu.
Sayın Baş, 'ortada bir dış politika yok ki! Olmayan şeyi nasıl yorumlayayım' mealinde tam bir tespitte bulunmuştu.
Dış politikada omurga sorunu dünde vardı. Ama AKP döneminde kamburlaştı. Bu kamburlaşma muhalefetin iddia ettiği gibi Prens Selman veya Birleşik Arap Emirlikleri ile başlamadı.
2003 yılındaki bir Mart tezkeresiyle başladı. 1 Mart 2003'te 255 uçak ve 65 helikopter ile 62 bin coninin ülkemizde yerleşmesine AKP 264 vekil ile evet, dedi. Ama 275 oya ulaşılamadığı için tezkere geçmedi.
Stratejik ortak, kadim dostları ABD, intikam için 2004 yılında 11 askerimizi esir aldı, başlarına çuval geçirip, üstü açık askeri kamyon ile 60 saat Kuzey Irak'ta il il gezdirdi.
Türkiye Cumhuriyeti hedef alınmıştı. 2 bin yıllık Türk Ordusu aşağılanmıştı. Milletimiz duruş bekliyordu. Muhalefet nota verilmesini istiyordu.
Dönemin başbakanı Sayın Erdoğan şöyle diyordu:
"Öyle kalkıp nota verecek misiniz? Ne notası veriyorsun? Müzik notası mı? İki tane ortak arasında dargınlık olduğu zaman, bu dargınlığı nasıl gideririz, ona çalışılır. Ortak, 'yanlış yapıldı' diye, ortaklığı bozmaz."
Bu bakış açısı dış politikada kamburun da ifadesiydi. O günden bugüne dış politikada devletimizi, milletimizi hedef alan hiçbir devlete karşı dik duruş gösteremedik.
Örneğin Ede! Ege'deki adalarımızın resmi işgali 2004 yılında başladı. Ama o kambur dik duruşumuzu engelledi.
'Bu ülke inşallah, İsrail'in, diğer zalimlerin nöbetçisi bir ülke olmayacak'
Biz kamburdan devam edelim. Davos'taki 'one munit'ten' tam 6 dakika sonra 'Benim tepkim moderatöreydi. İsrail'e, Peres'e veya Musevilere değildi' açıklaması o kambur sebebiyleydi.
Mavi Marmara katliamını hatırlar mısınız! Neler denilmişti neler. Sonuç; 'Giderken bana mı sordunuz' şeklinde oldu.
Mısır ile nasıl düşman olduğumuzu hatırlar mısınız?
Mursi iktidar olmuş, 6 ay sonra darbe ile hapse atılmıştı. Sayın Erdoğan, hem İsrail hem de Mısır ile ipleri koparmıştı. 20 Ağustos 2013'te, 'Elimizde belgeler var. Mısır'da yaşanan olayların arkasında İsrail var' diyor, meydanlarda o 4 parmak sembol haline geliyordu.
2014 yılındaki seçimlerde cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayan Sayın Erdoğan, İsrail üzerinden seçim propagandası yapıyordu. Hem de ne propaganda!
"Gezi olaylarını niye çıkardılar? İsrail'e nöbetçi olmayı reddeden bu hükümeti devirmek için çıkardılar.
17-25 Aralık operasyonunu niye yaptılar? Gazze için sesini yükselten hükümeti susturmak için yaptılar. İşte şimdi de ortak bir aday çıkardılar. İsrail zulmüne susan bir cumhurbaşkanı olsun diye piyasaya sürdüler.
Bu ülke inşallah, İsrail'in, diğer zalimlerin nöbetçisi bir ülke olmayacak. Bu ülkeye hiç kimse istikamet çizemeyecek. Kendi gündemimizi kendimiz belirleriz. Kendi istikametimizi kendimiz çizeriz. İşte onun için 10 Ağustos çok önemli" diyordu.
Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi ve İsrail'e bir kez daha zeytin dalı uzattı; 'bizim İsrail'e ihtiyacımız var' dedi.
Yani dış politika iç politikaya seçim malzemesi, yem yapılmıştı.
Ardından İsrail'in Kudüs kararı, bitmeyen Mescid-i Aksa zulmü ve sonu gelmeyen Müslüman katliamları karşısında Sayın Erdoğan yine çıktı ve 'Zalim İsrail, terör devleti İsrail' dedi.
Sonuç: 14 ülkeden gelen Hahambaşıları Saray'da ağırlayıp, İsrail ile dostluk için arabulucu olmalarını istediler. Bir hafta sonra İsrail cumhurbaşkanı resmi törenle karşılandı.
İşte o 2004'teki o kambur dik duruşu engelliyordu. Bundan olsa gerek ki, 15 Temmuz'un finansörü dedikleri BAE ile el sıkıştılar. Katil dedikleri Selman'a halı serdiler. Eğer bugün Esad'a el uzatılmıyorsa bu kendi iradelerinden dolayı değildir.
Rahip Bronson'u, Deniz Yücel'i serbest bıraktılar. Trump'ın o alçak mektubuna cevap veremediler.
Şimdi İsveç ve Finlandiya'nın, NATO üyeliğine hayır, diyoruz.
İsveç ve Finlandiya için, 'Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti'nin başında olduğu sürece, teröre destek veren ülkelerin kesinlikle NATO'ya girmesine biz 'evet' diyemeyiz' diyordu.
Neden? Bu iki ülke terör örgütüne yardım ve yataklık ediyormuş!
Madrid'e gitti. PKK'nın kurucusu, terörist eğitimcisi, finansörü, mühimmat sağlayıcısı ABD ve diğer ülke liderleriyle görüştü ve 'evet' dedi.
Medyada 'Türkiye kazandı' başlığıyla methiyeler sıralanmaya başladı.
PKK'nın, YPG'nin, Mazlum Kobani'nin sahibi İsveç ve Finlandiya değil ki. ABD, İsrail ve AB.
Ne kazandınız Allah aşkına!
Ülkemize yönelik terör ve tehdidin bitmesi için tepki koyulacaksa bu tepkinin adresi ABD'dir, İsrail'dir, AB'dir. Ama malum kambur gerçekleri görmeye engel oluyor.
Merhum Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız bu tabloyu ta 90'lı yıllarda, 'adam camiye gidiyor. Allah-u Ekber, diyor. Yani Allah'tan başka güç ve kudret sahibini tanımıyorum, diyor. Camiden çıkıyor, ABD'siz bu iş olmaz, diyor' şeklinde özetlemişti.
Artık anlayana…
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024