Arkadaşımız Cem Kayalı soruyor: "Bir kadının cinayete kurban gitmesi bu denli elim ve vahim bir olay iken neden bir insanın (bir erkeğin de) cinayete kurban gitmesi aynı oranda elim ve vahim bir olay değildir?" Sayın Kayalı, gazetemizdeki köşesinde cinayet suçunun sosyolojik boyutunu yoklarken kadın ya da erkek olsun, nihayetinde öldürülenin insan olduğunun altını çiziyordu (Yeni Mesaj/11 Eylül 2019).
Öldürülen kadın ya da erkek olsun bir cana kıyılmıştır. Bir de öldürene bakalım. Katilin erkek ya da kadın olması fark eder mi? Cinayet cinayettir. Nitekim Türk Ceza Kanunu (TCK) "Hayata Karşı Suçlar" bölümünde ne ölen ne de öldüren açısından kadın-erkek ayrımı yapmıştır.
Gerek adalet psikolojisi gerekse suç sosyolojisi açısından olaya baktığımızda farklılıklar ortaya çıkarken, toplum psikolojisini de hesaba katmalıyız. O nedenledir ki, kadına şiddet toplumda infial uyandırırken, yargı da ister istemez bu gibi olaylarda olabildiğince kısa sürede davayı sonuçlandırarak toplumun tepkisini aşağıya çekme yoluna gitmektedir. Eşlerini öldüren kocalar ile eşlerini öldüren kadınlar yönünden ceza adaleti farklı işlemektedir.
Türkiye'de kadınlar eşlerinden, eski eşlerinden, birlikte yaşadıkları kişilerden, nişanlılarından, akrabalarından şiddet görmekte ve onlar tarafından öldürülmektedirler. Bu doğrultuda da genellikle eşleri, eski eşleri ya da akrabaları tarafından öldürülen kadınlara odaklanılmaktadır.
Eşlerini öldüren kadınların durumuna baktığımızda:
Kadınlar ve çocuklar ev içinde şiddet görüyor. Bu durumla da çeşitli şekillerde mücadele etmeye çalışıyor. Ailesine, polise, savcıya, mahkemeye gidiyorlar. Boşanmak istiyorlar ama bunun için de şiddet görüyorlar. Sonuçta da eşlerini öldürebiliyor ve mahkemede de dertlerini anlatamıyorlar. Gördükleri fiziksel şiddeti anlatsalar bile, özellikle cinsel şiddeti duruşma salonunda anlatamıyor. Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce böyle bir olaya tanık oldum. Avukat olarak üstlendiğim bir davanın duruşması için sıramı beklerken bir boşanma davasını izledim. Bir köylü kadınımız kocası aleyhine şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası açmış ve davayı kendisi takip ediyor. Davalı koca ise bir avukatla temsil ediliyor. Duruşmada hâkim kadından boşanma sebebini sorduysa da cevap alamadı. Kadın susuyordu, sonrasında suskunluğunu bozup hıçkıra hıçkıra ağlayarak, bu kez soruyu hâkime o yöneltti: Hâkim bey, ayağınızdaki ayakkabıyı çıkarın ve tersinden giymeye çalışın, giyebilir misiniz? Yargıç durumu anladı… Kadının anlatmak istediği, kocasının kendisini ters ilişkiye zorlamasaydı. Neyse ki bu kadınımız kocasını öldürmemiş, boşanmayı yeğlemişti.
Eşlerini öldüren kadınlar açısından tartışılması gereken bir diğer husus ise, yıllar boyu şiddete maruz kalan kadınların, gördükleri şiddetten ötürü eşlerini öldürmeleri durumunda tipik bir cinayet suçundan yargılanmalarıdır. Oysa Amerika Birleşik Devletleri'nde geliştirilen "şiddete uğramış kadın sendromu" doktrini çerçevesinde, eşlerini öldüren kadınların eylemi meşru müdafaa kapsamında görülmektedir.
Gündemdeki yargı reformu planında, devletin bu konuda üretebileceği sosyal politikaları görmek isterdik!
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023