Kıbrıs'ta "dayatma müzakereler" iki gündür devam ediyor. Ama bu müzakerelerde "elle tutulur, gözle görülür" hiçbir somut gelişme kaydedilemiyor. Bunun sorumlusu Denktaş değil tabii ki. Denktaş, yılların verdiği tecrübe ve sahnelenen oyunun sonucunu önceden kestirmenin verdiği avantajla, "gerçekleşmesi muhtemel tehlikelere" karşı Kuzey Kıbrıs halkını önceden uyarıyor.
Annan ve AB'nin Kıbrıs'ta başlayan müzakerelere bakışı çok net. Onlar bu müzakereleri "sadece ve sadece bir formalite" olarak algılıyorlar. Onlar açısından asıl önem taşıyan ve Kıbrıs oyununun taşınmak istendiği nihai hedef, son perde: Referandum.
Müzakereler, şeffaflıktan uzak, kapalı ve karanlık kapılar ardında yürütülmek isteniyor. Basın yoluyla halkın müzakerelerde olup bitenden haberdar edilme şansını ortadan kaldırmak için uygulanmak istenen "karartma" oyununa Denktaş gelmedi. Her görüşmenin ardından içeride nelerin olup bittiğini kelime kelime basınla paylaşıyor Denktaş. İki gündür devam eden sembolik müzakerelerde Denktaş'ın dile getirdiği gibi hiçbir somut gelişme kaydedilemedi. Hâlâ marş, bayrak, merkez bankası gibi tali konular konuşuluyor. "Esasa" bilerek girilmiyor, anayol inşa edilmeden, mahalle aralarındaki şose yollara sapılıyor ısrarla. Daha devleti kurmadan marş, bayrak, merkez bankası tartışılıyor.
İlk tur müzakereler tamamen formalite. Denktaş'a hiçbir taviz verdiremeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Ardından başlayacak ikinci tur, Türkiye ve Yunanistan'ın da katılacağı müzakerelerden de fazla bir şey umulmuyor. Bu müzakereler de, "düşük yoğunluklu formalite" kategorisinde değerlendirilebilir. Asıl yutma ve tasfiye Annan'ın dolduracağı boşluklarda saklı.
Denktaş'ın müzakerelere dair aktardığı bir başka önemli husus da, Rumların adadaki Türkiyelilerden duyduğu rahatsızlık. Rumlar Türkiyeli ada sakinlerinin "oy kullanmamalarını" istiyor. Yani babaları, Kıbrıs için şehit olmuş ada sakinleri, babalarının uğruna canlarını feda ettiği toprak parçasının geleceğinde söz sahibi olmayacaklar.
Rumlar, AB ve ABD'nin, KKTC'de "Annan Planı" için yapılacak bir referandumdan "evet" yönünde bir sonuç çıkacağına dair kuvvetli ümitleri, KKTC'de yapılan son seçimlerde Mehmet Ali Talat liderliğindeki AB'ci eski muhalefetin aldığı oy oranından geliyor. Bu oy oranı ve adaya vermeyi taahhüt ettikleri "sadaka" mahiyetindeki euro ve dolarlar, KKTC'nin kendi kaderini Annan marifetiyle Rumlar'a teslim edeceğine olan inançlarının esin kaynağı.
Talat da, bugüne kadar toz pembe gördüğü ve Denktaş'ı "Annan planının şeytani katibi" olarak suçladığı hayalperest ruh halini sorgulamaya başladı. Talat, ilk şoku, New York'taki görüşmeler sırasında Papadopulos ve Annan'ın gerçek niyetini öğrendiği zaman yaşadı. Papadopulos'un Talat'a "biz sizi AB'ci bilirdik" sitemi, Talat'ın Rum tarafı ve AB nazarında hangi yörüngede değerlendirildiğini de göstermiş oldu.
Son olarak, New York görüşmeleri sırasında gündeme gelen ve Rum tarafının ısrarla savunduğu "AB de müzakerelere dahil olsun" arzusunun yerine getirildiği, başlayan müzakerelerde açık bir şekilde ortaya çıktı. Müzakereler sırasında taraflarla görüşen AB temsilcisi Verheugen, Denktaş'ın ısrarla üzerinde durduğu 'derogasyonlar- istisnai uygulamalar' konusunda yazılı bir taahhüt vermekten özenle kaçındı. Verheugen, "İki taraf mutabık kalsa dahi, bunlar AB Anayasası'nın temel ilkelerine uymuyorsa kabul edilemez" diyerek de, AB'nin müzakerelere nasıl müdahalede bulunup, Rum tarafını ihya ettiğini göstermiş oldu.