Molla Câmî
Bir ara Molla Câmî; "Efendim, Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî'nin Fütuhât'ında bâzı mevzularda müşkilimiz vardır. Bunların izahını istirham ediyorum." dedi. Hâce Ubeydullah emir buyurup Fütuhât kitâbı getirildi. Anlaşılmayan yerler gösterildiğinde; "Okuyun, dinleyelim!" buyurdu. Kitapdaki o mevzu, tane tane okundu. Sonra Ubeydullah hazretleri izâh etti, fakat bu izahı orada olanlar anlayamadılar. Bu izahın anlaşılmadığını gören Hâce Ubeydullah; "Kitabı kapatınız" buyurdu. Kapattılar. Bir müddet sessizlik hâkim oldu. Ubeydullah-i Ahrâr murâkebeye vararak, başını göğsüne eğip tefekküre daldı. Sonra; "Şimdi kitabı açınız!" buyurdu. Açtılar ve okumaya başladılar. Bu defâ, okudukça yazılanlar anlaşılmaya başlandı. Daha önce niçin anlayamadıklarına hayret ettiler. Ubeydullah-i Ahrâr'ın bir nazarı, himmeti ve duâları bereketiyle, anlaşılmayan mevzû bir defa daha okununca anlaşılır hâle geldi. Nitekim Mevlânâ Abdurrahmân Câmî; "Hace Ubeydullah-i Ahrâr öyle bir kimse idi ki, bir bakışları ile hasta kalbleri ıslâh eder, kalbi dünya düşüncelerinden o derece çabuk temizlerdi." buyurdu.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, 1472 (H.877) senesinde Hicaza gitmek için yola çıktı. Her geçtiği şehirdeki âlimler onu karşılayarak, ziyâret edip, hayır duâsını aldılar. Bilmedikleri müşkilerini sorarak, verdiği cevaplara hayran kaldılar. Bağdat'ta Eshâb-ı kirâm düşmanları ile yaptığı münâzaralarda hep gâlip geldi. Bâzı insaflı olanların tövbe etmesine sebeb oldu. Uğradığı yerlerde, sultanlardan, emirlerinden ve halktan pekçok hürmet, izzet ve ikrâm gördü. Daha önce vefat etmiş büyüklerin kabirlerini ziyaret etti. Madine-i münevvereye geldiğinde, paygamber efendimize olan muhabbetini dile getiren kasideler söyledi.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, Hicaz seferi esnasında bir Arabî ile karşılaştı. Molla Câmî'nin güzel bir devesi vardı. O deve Arabî'nin hoşuna gitti. Arabî, kendi kafasına göre bir fiyat biçerek o deveyi satın almak istedi. Câmi, Arabî'nin ısrârına dayanamayarak verilen fiyata devesini sattı. Arâbi, kendi yükünü yükledi ve alıp gitti. Aradan on gün kadar bir gün kadar zaman geçtikten sonra, o deve çölde kum fırtısına tutulup öldü. Arâbi, Mevlânâ Câmî'ye gelip; "Bana hasta bir deveyi sattın." diyerek, küstahca sözlerde bulunur. Haddinden fazla edebsizlik etti. Molla Câmî, adama parasını geri vererek; "Deve nerede öldü?" buyurdu. O da; "Falan yerde, istersen gidip görelim." dedi. Molla Câmî, devesinin öldüğü yere gitmeyi kabul etti. Yola çıkmadan evvel, yakınlarından bir kimseye buyurdu ki; "Bu Arabî'nin ölümü yaklaştı." Arabî, Mevlânâ Câmî'yi tam devenin kum fırtınasına tultuğu yere getirince düşüp can verdi.
Hac vazifesini yaptıktan sonra Haleb'e geldiler. Orada da bütün halk onu saygıyla karşıladı. Pekçok ikrâmlarda bulundular. Oradan da Tebrîz, Horasan ve Herat'a gitti.
Molla Câmî hacdan dönünce, Hüseyin Baykara'nın kendisine tahsis ettiği bir medresede ders vermeyle başladı. Arab diline ve edebiyâtına büyük ilgi duyan Câmî, bu dilde birçok eser yazmıştır.
Oğlu Ziyâüddin Yusuf için yazdığı El-Fevâid-Ziyâiyye fi Şerh-il-Kâfiye adlı Arabca gramer kitabı, müslüman Türkler arasında Molla Câmî adıyla çok tanınmıştır ve medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Bir ara Molla Câmî; "Efendim, Şeyh-i Ekber Muhyiddin-i Arabî'nin Fütuhât'ında bâzı mevzularda müşkilimiz vardır. Bunların izahını istirham ediyorum." dedi. Hâce Ubeydullah emir buyurup Fütuhât kitâbı getirildi. Anlaşılmayan yerler gösterildiğinde; "Okuyun, dinleyelim!" buyurdu. Kitapdaki o mevzu, tane tane okundu. Sonra Ubeydullah hazretleri izâh etti, fakat bu izahı orada olanlar anlayamadılar. Bu izahın anlaşılmadığını gören Hâce Ubeydullah; "Kitabı kapatınız" buyurdu. Kapattılar. Bir müddet sessizlik hâkim oldu. Ubeydullah-i Ahrâr murâkebeye vararak, başını göğsüne eğip tefekküre daldı. Sonra; "Şimdi kitabı açınız!" buyurdu. Açtılar ve okumaya başladılar. Bu defâ, okudukça yazılanlar anlaşılmaya başlandı. Daha önce niçin anlayamadıklarına hayret ettiler. Ubeydullah-i Ahrâr'ın bir nazarı, himmeti ve duâları bereketiyle, anlaşılmayan mevzû bir defa daha okununca anlaşılır hâle geldi. Nitekim Mevlânâ Abdurrahmân Câmî; "Hace Ubeydullah-i Ahrâr öyle bir kimse idi ki, bir bakışları ile hasta kalbleri ıslâh eder, kalbi dünya düşüncelerinden o derece çabuk temizlerdi." buyurdu.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, 1472 (H.877) senesinde Hicaza gitmek için yola çıktı. Her geçtiği şehirdeki âlimler onu karşılayarak, ziyâret edip, hayır duâsını aldılar. Bilmedikleri müşkilerini sorarak, verdiği cevaplara hayran kaldılar. Bağdat'ta Eshâb-ı kirâm düşmanları ile yaptığı münâzaralarda hep gâlip geldi. Bâzı insaflı olanların tövbe etmesine sebeb oldu. Uğradığı yerlerde, sultanlardan, emirlerinden ve halktan pekçok hürmet, izzet ve ikrâm gördü. Daha önce vefat etmiş büyüklerin kabirlerini ziyaret etti. Madine-i münevvereye geldiğinde, paygamber efendimize olan muhabbetini dile getiren kasideler söyledi.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, Hicaz seferi esnasında bir Arabî ile karşılaştı. Molla Câmî'nin güzel bir devesi vardı. O deve Arabî'nin hoşuna gitti. Arabî, kendi kafasına göre bir fiyat biçerek o deveyi satın almak istedi. Câmi, Arabî'nin ısrârına dayanamayarak verilen fiyata devesini sattı. Arâbi, kendi yükünü yükledi ve alıp gitti. Aradan on gün kadar bir gün kadar zaman geçtikten sonra, o deve çölde kum fırtısına tutulup öldü. Arâbi, Mevlânâ Câmî'ye gelip; "Bana hasta bir deveyi sattın." diyerek, küstahca sözlerde bulunur. Haddinden fazla edebsizlik etti. Molla Câmî, adama parasını geri vererek; "Deve nerede öldü?" buyurdu. O da; "Falan yerde, istersen gidip görelim." dedi. Molla Câmî, devesinin öldüğü yere gitmeyi kabul etti. Yola çıkmadan evvel, yakınlarından bir kimseye buyurdu ki; "Bu Arabî'nin ölümü yaklaştı." Arabî, Mevlânâ Câmî'yi tam devenin kum fırtınasına tultuğu yere getirince düşüp can verdi.
Hac vazifesini yaptıktan sonra Haleb'e geldiler. Orada da bütün halk onu saygıyla karşıladı. Pekçok ikrâmlarda bulundular. Oradan da Tebrîz, Horasan ve Herat'a gitti.
Molla Câmî hacdan dönünce, Hüseyin Baykara'nın kendisine tahsis ettiği bir medresede ders vermeyle başladı. Arab diline ve edebiyâtına büyük ilgi duyan Câmî, bu dilde birçok eser yazmıştır.
Oğlu Ziyâüddin Yusuf için yazdığı El-Fevâid-Ziyâiyye fi Şerh-il-Kâfiye adlı Arabca gramer kitabı, müslüman Türkler arasında Molla Câmî adıyla çok tanınmıştır ve medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur.