Ramazam YazılarıRAMAZAN AYININ KAZANDIRDIKLARI-Vehbi AKŞİT
Dünden devam...
13. İftar vaktini beklerken ne kadar sevinçli oluyoruz değil mi? Bir an evvel ezan okunsa da dilimiz, damağımız suya hasret dudaklarımız suya kavuşsa diye... Aklımıza hemen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in bir hadisi geliyor: "... Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ettiğinde, diğeri de Allah'a kavuştuğu vakittir."(8) Cenab-ı Allah bize iftar vaktinde duyduğumuz sevinci, O'na kavuştuğumuz zaman da yaşatır inşallah...
14. Oruçlu iken bir şey yiyip içmediğimiz için ağzımızda tuhaf bir koku oluşuyor. Ağzımız kokuyor. Fakat bu ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.(9) Bu durum da Allah'ın oruçluya verdiği değeri göstermekte, ağzının kokusunu misk kokusundan daha hoş kabul etmektedir.
15. Ramazan ayının bize kazandırdığı bir husus da, diğer aylarda şikâyetçi olduğumuz şeytanların bağlanması, bize vesvese verememesi, kötülük telkin edememesidir. Bunun yanında Ramazan ayında cennetin kapıları ardına kadar açılmakta ve cehennem kapıları da kapanmaktadır. (10)
16. Rasulullah (s.a.v.)'in tavsiyesine uyarak sahur yemeğinin bereketinden(11) istifade etmek için kimimiz sahura kadar yatmaz, kimimiz biraz uyuyup sonra kalkar ve sahur yemeğini yer. Ehl-i Kitab'a muhalefet ederek, onların oruçları ile bizim orucumuz arasındaki farkın sahur yemeği olduğunu unutmayalım.(12)
17. Sahurda ve iftarda gerine gerine yiyip de: "Ya! İşte bunu bulamayanlar da var. Şükürler olsun. Allah bulamayanlara da versin..." türünde bir şükürde bulunmayız. Çünkü hakiki şükrün; fakire, yetime, kimsesize yediğinden yedirmekle, giydiğinden giydirmekle olduğunu biliriz.
18. Mübarek Ramazan ayında oruç, iftar, teravih, vaaz, mukabele, sadaka-i fıtır, itikâf nasıl mübarekse, bunların insanı nasıl mübarek yapılabileceğini kavrarız. Yani mübarek Ramazanda, mübarek bir insan olmak için bu ay'ı çok iyi değerlendirmeye çalışırız. Bir aylık değil, ölünceye kadar mübarek olmaya çalışmak gerektiğini Ramazanla kavrarız.
19. Bazılarına bakarak, on bir ayın sultanı Ramazanın eğlence ay'ı değil, ibâdet ayı olduğu fikri aklımıza iyice yerleşir. Ramazanı bir eğlence, şarkı, türkü, direklerarası ay'ı haline getiren bazılarına kendimizi kaptırmayız.
20. Ramazan vesilesiyle tebrikleşiriz, birbirimize dua ve mağfiret dileriz. Telefon ve tebrik kutlamalarıyla toplumsal dayanışmayı, kaynaşmayı, birlik ve beraberlik duygularını en zirve noktaya taşırız.
Sonuç olarak Ramazan ay'ı bize burada sayılmayacak kadar kazançlar sağlamar. Biz burada bir kısmına değinmeye çalıştık. Gözden kaçan bazı maddeler de buraya eklenebilir.
Önemli olan Ramazan ayında kazandığımız güzel özellikleri, Ramazandan sonra da devam ettirmektir.
Unutmamalıyız ki, her günümüzü Cuma, her gecemizi Kadir, her ayımızı Ramazan yapmak bizim elimizdedir. Yeter ki biz, bu mübarek gün, gece ve ayları değerlendirmesini bilelim.
Ne mutlu, Ramazan ayına ulaşıp, onun kıymetini bilip, hakkıyla değerlendiren ve mükâfat olarak da bayrama ulaşanlara... Ne mutlu...
Dipnotlar:
8 Buhari, Savm 2, 9; Müslim, Sıyâm 164 (1151)
9 Buhari, Savm 2, 9; Müslim, Sıyâm 164 (1151)
10 Buhari, Savm 5, Bed'ül-Halk 11: Müslim, Sıyâm 2 (1079); Nesâî, Sıyâm 5 (2102)
11 Buhari, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45 (1095); Nesâî, Savm 18.
12 Tirmizi, Savm 17 (708)
Ramazan GeceleriBalkanlarda RamazanBanislav Nusiç
Hacdan ikinci defa nasıl döndüğünü anlatıyordu Hacı Yakup:
- Ben handa uyuyakalmışım. Kervan ile yoldaşlarım gün ağarmadan önce yola çıkıp beni unutmuşlardı. Uyanınca hancı bana:
-"Onlar gittiler, dedi. Yola çıkalı yarım saat olmadı. Acele edersen yetişirsin."
-Nasıl yetişirim, yolu bilmeden? diye sordum.
-İşte, şu servi ağaçlarınının altından hep doğru, hiç sağa sola sapmadan git dedi, hancı.
Ben de dediğini yaptım; yarım saat, bir iki, üç, dört saat yürüdüm... Arkadaşlarıma yetişemedim.
Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bu toprak bana yabancı, kentler yabancı, görenekler yabancıydı. Ne yapabilirdim? Ya kaybolursam?.. Eğer kaybolmam yazılmışsa sağa da sapsam, sola da sapsam hepsi bir... Böyle düşünürken sağa saptım, üç dört saat daha yürüdüm. Sorup öğrenmek için yolda ne han, ne de canlı bir varlığa rastladım. Yavaş yavaş akşam karanlığı da bastı. Ne yapacağımı düşündüm: Çaresi yoktu, geceyi açıkta geçirecektim. Sabahleyin de Allah'ın izniyle yoluma devam ederim, dedim.
Yol kıyısında uzanıp başımı bir taşa koydum. Bu taş öyle soğuktu ki gözlerimi güç kapayabildim. Henüz uykuya dalmıştım ki kulağıma bir fısıltı geldi. Rüya gördüğümü sandım, ama artık uyumuyordum. Gene uykuya dalmak istedimse de başaramadım. Bir süre sonra gene taşın altından bir şey fısıldadı: "Yakup, Yakup, bu taşı ısıtıncaya dek başını kaldırma!" Bunun ne olacağını uzun uzun düşündüm; artık uyku gözüme girmedi. Ama başımı da taştan kaldırmadım. Taşın sınıp ısınmadığını yoklamak için sık sık elimle bakıyordum. Taş ısınınca da altından bir uğultudur işitildi: "Şimdi taşı kaldırabilirsin Yakup!" Taşı kaldırdım, altında elim kadar belki de biraz daha uzun bir yılan gördüm.
Devam edecek...
RAMAZAN GELENEKLERİ
Bereketi bol olan Ramazanda yeme içme yönüyle bir zenginlik vardır. Yemeklere ayrı bir özen gösterilir. İftardan önce kahvaltılık çıkartılır, çorba, pilav, dolma, et yemeği, komposto, tatlı, salata mutlaka yapılır. Bamya Ramazanın vazgeçilmez yemeğidir. İftar ve sahurda sağlık açısından az yemeğe gayret edilir.
Ramazanın ilk haftasında hısım akraba davetleri olur. Bundan sonra da hali vakti iyi olanlar komşularını, fakirleri iftara çağırır. Topluca davetlere "oruç açma" denilir.
Çok eskilerde Ramazan ayında hayal perdeleri kurulur, karagöz oynatılır, dışarıdan gelen cambaz ve kukla oynatıcılar çok rağbet görürdü.
On bir ayın sultanı Ramazanın içinde olan Kadir gecesi ise bin aydan daha hayırlıdır. Bu gece yapılan ibadetlerin kabul olunacağı aşikardır. Sağlığı iyi olan insanlar sabaha kadar namaz kılar, dua eder, Kur'an okurlar. Dileyen bu gece camide veya sohbet meclislerinde ibadet eder ve Kur'an dinler. Günahların affolunacağından dolayı bolca tövbe edilir.
Üç aylardaki ilk kandil günü lokum ve bulama yapılarak komşulara dağıtılır. En az yedi komşuya dağıtılması gerekmektedir. Eski Ramazanlarda bu gelenek lokma yerine gözleme dağıtma şeklinde sürdürülmekte imiş. Sahurda özellikle keşli cevizli makarna yenilmektedir. Bu Bolu'ya özgü bir yemek çeşididir. Evde kesilip kurutulan makarna suda haşlandıktan sonra üzerine tereyağı keş ve ceviz ilave edilerek yenilmektedir. Bu gelenek günümüzde de devam etmektedir.
Köylerde "Hoca nöbeti" yapılmaktadır. Ramazan süresince her akşam köyün hocası bir eve iftara davet edilir ve ev sahibinin komşuları ile birlikte oruç açtırılır.
Ramazanın simgesi haline gelmiş olan davulcular on beşinci günde ve bayramın ilk gününde kapı kapı dolaşarak bahşiş toplarlar. Bayram sabahı davulcular yöresel kıyafetlerle ve yöresel müzik eşliğinde dolaşırlar.
Lâtifeler
Bir gün İmâd adlı bir müridi, Şeyh Vefa ile fıkhî bir mes'elede bahse girişir. Şeyhin murâdını iyice anlayamadığı için bulduğunu söylerdi. Şeyh hazretleri güzel ahlâkın icabı olarak nezâketle mes'eleyi bir başka yönden anlatıp başka türlü ifade ediyordu. Neticede haricten ehl-i ilim adına bir kimse çıkagelip İmâd'ın yanına geçer. O da bahse karışıp itimatsız İmad gibi inatla ayak diremeğe başlar. Tıpkı, zamâne talebelerinin âdeti ve kavgacı ilim erbâbının davranış ve san'atı gibi...
Şeyh hazretleri bakar ki, meclis âdâbını gözetip âdetlerini terk etmezler; dönüp lütf ile İmâd'a:
-İmâd Dede, bu bizim mes'elemiz şu sarhoş hikâyesine döndü: Bir sarhoş harâb ve aklı başından gitmiş, su ve çamurlara batmış bir vaziyette yatarmış. Şarabın galeyanıyle içi bulanıp üzerine kusmuş. Yuvası harâb olup kendinden geçmiş. O sırada orada hazır bulunan bir köpek, o kusmuğu yalayıp yemeğe başlamış. Yine bu esnada, bir kulağı kesik kara bir köpekcik de gelip karşıda durmuş. Kusuntuya gelemeyip, ağız ve dil sürememiş. Ve havlamaya başlamış. Sarhoş onun sesinden rahatsız olup bir zaman sonra gözünü açarak bu üzerinde duran köpeğe:
-Behey Durmuş Halife, sen bizim eski yârimiz ve dert ortağımızsın biliyorum. Fakat,şu karşıdaki kara külahlı dostumuz hangi dostumuzdur demiş.
***
Şeyh Hacı Halife Hazretleri bir gün Bursa'nın bir sokağında dervişleriyle giderken bakmışlar ki, bir hâtun kişi bir yük odun satın almış. Odun yüklü hayvanı kapısından içeri giremediği için oduncu odununu sokakta balçığa döküp gitmiş. Hâtun da çamurlu odun taşımaktan rahatsız olup gâh hâneyi yapana ve gâh odunu satana yakışıksız sözler söyleyip, sokak içinde dikilerek türlü hayasızlıklar edermiş. Şeyh Hazretleri bunu görünce:
-Behey bacım, günahsız Müslümanlar'a söğeceğine vaktinde dışarı döktürmeseydin, demiş.
Gönül DostlarıMehmed Emîn Tokâdî Hz.
Hem kaldığı bu evde, hem de Şehzâde Câmii'nde talebelere ders vermeye başladı. İstanbul'da bulunan meşhûr ailelere mensub kimseler de onun derslerine devam etti. Ali İzzet Paşa ve Yeğen Muhammed Paşa bunlardandır. Etrafında çok talebe toplandı. Üstün ve olgun hallerini görenler, ona; "Ârif-i Muhlisi" lakabını verdiler.
Katiplik vazifesine ve talebelere ders vermeye bir müddet devam ettikten sonra, Başrüznameci Ali Efendi'nin, vazifeli olara Edirne'ye gönderilmesi üzerine, onunla birlikte Edirne'ye gitti. Orada ileri gelen bir çok kimseyle görüşüp sohbet etti. Edirne'de bulundukları sırada ders vermekte olduğu Başrûznâmeci Ali Efendi'nin oğlu vefat etti. Bunun üzerine ders vermekten vazgeçerek, bulunduğu vazifeden de ayrılıp, hacca gitmeğe karar verdi. Karar verdiği günün sabahı, Edirne'de Saraçhâne yakınındaki çalıştığı dairesine gitmek üzere evden çıkmıştı. Yolu meşhur Kadirî şeyhi ve büyük bir zât olan Kasabzâde Muhammed Efendi'nin dergahına uğradı. Oraya yaklaşınca, Muhammed Efendi'nin oğlu Abdülkadir Efendi'nin, dergahın önünde beklediğini gördü. Abdülkâdir Efendi, yanına yaklaşıp; "Babam sizi dergahta bekliyor, buyursun bir kahve içelim diyor" dedi. Bu davet üzerine Kasabzâde Muhammed Efendi'nin yanına gidip elini öptü. O da; "Safâ geldiniz Hacı Emîn Efendi" dedi ve elinden tutup odasına götürdü. Oturup sohbete başladıkları sırada, Mehmed Emîn Eendi; "Elhamdülillah bizi hacc-ı şerif ile müjdelediniz" deyince, Muhammed Efendi; "Evet siz bu gece hacca gitmeye niyet ettiniz biz de tebrik ettik" deyip sohbete başladılar. Sohbet sırasında Mehmed Emîn Efendi'ye, fıtraten yüksek bir kabiliyete sahib olduğunu ve çok büyük nimetlere kavuşacağını müjdeledi. Mekke'ye varınca, evliyanın büyüklerinden İmâm-ı Rabbani Hazretleri'nin üçüncü oğlu Muhammed Ma'sûm Fârûkî Hazretleri'nin yetiştirdiği büyük evliyadan biri olan Ahmed Yekdest Cüryânî'nin huzuruna gitmesini, kendisinin de selâmını ve hürmetlerini arzederek, onun talebesi olmasını tavsiye etti.
Mehmed Emîn Efendi, bu zâtın yanından ayrıldıktan sonra, Başrûznâmeci Ali Efendiye de gidip hacca gideceğini söyledi. Ali Efendi memnun olup, ona yolda harcaması için bir miktar para verdi. Mehmed Emîn Efendi, bundan sonra birkaç gün içinde bütün dostlarıyla vedalaşıp, İstanbul'a gitmek üzere yola çıktı. İstanbul'a ulaşınca, hacıları götürecek gemiye bindi. On günde Kâhire'ye vardı. Oradan da bir kafile ile Mekke'ye hareket etti. Mehmed Emîn Efendi'nin, hayatının önemli bir safhası, Mekke'ye bu ilk gidişi ile başladı. Çünkü, orada madde ve mânâ ilimlerinde yükselmiş, büyük rehber ve zamanın en kıymetli alimlerinden bir olan Ahmed Yekdest Cüryani'yi tanıyıp, ona talebe oldu. Derslerine ve sohbetine üç yıl devam edip, kemâle ulaştı. Bu hususta o zâttan icâzet, diploma aldı.
Hayatında önemli bir dönüm noktası olan bu hocasıyla tanışmasını bizzat kendisi şöyle anlatır: "Mekke'ye varınca, ilk gün, Kâbe'yi tavâf ve ziyaretle geçti. Ertesi gün sabah namazını Harem-i Şerif'de (Kâbe'nin yanında) kıldıktan sonra dışarı çıkacağım sırada, Harem-i Şerif'in bir köşesinde otuza yakın kimsenin bir halka halinde oturduklarını gördüm. Niçin böyle halka olmuşlar acaba, ders için hocalarını mı bekliyorlar diyerek yanlarına yaklaşıp oturdum. Hepsinin başlarını eğip edeble oturduklarını gördüm. Ben de oturup başımı eğerek bekledim.
Maniler
İşte geldim iki büküm
Üstümdedir davul yüküm
A benim ağalarım
Es-selamün aleykum
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim ağalarım
Namazınız mübarek ola.
Dünden devam...
13. İftar vaktini beklerken ne kadar sevinçli oluyoruz değil mi? Bir an evvel ezan okunsa da dilimiz, damağımız suya hasret dudaklarımız suya kavuşsa diye... Aklımıza hemen Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in bir hadisi geliyor: "... Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri iftar ettiğinde, diğeri de Allah'a kavuştuğu vakittir."(8) Cenab-ı Allah bize iftar vaktinde duyduğumuz sevinci, O'na kavuştuğumuz zaman da yaşatır inşallah...
14. Oruçlu iken bir şey yiyip içmediğimiz için ağzımızda tuhaf bir koku oluşuyor. Ağzımız kokuyor. Fakat bu ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.(9) Bu durum da Allah'ın oruçluya verdiği değeri göstermekte, ağzının kokusunu misk kokusundan daha hoş kabul etmektedir.
15. Ramazan ayının bize kazandırdığı bir husus da, diğer aylarda şikâyetçi olduğumuz şeytanların bağlanması, bize vesvese verememesi, kötülük telkin edememesidir. Bunun yanında Ramazan ayında cennetin kapıları ardına kadar açılmakta ve cehennem kapıları da kapanmaktadır. (10)
16. Rasulullah (s.a.v.)'in tavsiyesine uyarak sahur yemeğinin bereketinden(11) istifade etmek için kimimiz sahura kadar yatmaz, kimimiz biraz uyuyup sonra kalkar ve sahur yemeğini yer. Ehl-i Kitab'a muhalefet ederek, onların oruçları ile bizim orucumuz arasındaki farkın sahur yemeği olduğunu unutmayalım.(12)
17. Sahurda ve iftarda gerine gerine yiyip de: "Ya! İşte bunu bulamayanlar da var. Şükürler olsun. Allah bulamayanlara da versin..." türünde bir şükürde bulunmayız. Çünkü hakiki şükrün; fakire, yetime, kimsesize yediğinden yedirmekle, giydiğinden giydirmekle olduğunu biliriz.
18. Mübarek Ramazan ayında oruç, iftar, teravih, vaaz, mukabele, sadaka-i fıtır, itikâf nasıl mübarekse, bunların insanı nasıl mübarek yapılabileceğini kavrarız. Yani mübarek Ramazanda, mübarek bir insan olmak için bu ay'ı çok iyi değerlendirmeye çalışırız. Bir aylık değil, ölünceye kadar mübarek olmaya çalışmak gerektiğini Ramazanla kavrarız.
19. Bazılarına bakarak, on bir ayın sultanı Ramazanın eğlence ay'ı değil, ibâdet ayı olduğu fikri aklımıza iyice yerleşir. Ramazanı bir eğlence, şarkı, türkü, direklerarası ay'ı haline getiren bazılarına kendimizi kaptırmayız.
20. Ramazan vesilesiyle tebrikleşiriz, birbirimize dua ve mağfiret dileriz. Telefon ve tebrik kutlamalarıyla toplumsal dayanışmayı, kaynaşmayı, birlik ve beraberlik duygularını en zirve noktaya taşırız.
Sonuç olarak Ramazan ay'ı bize burada sayılmayacak kadar kazançlar sağlamar. Biz burada bir kısmına değinmeye çalıştık. Gözden kaçan bazı maddeler de buraya eklenebilir.
Önemli olan Ramazan ayında kazandığımız güzel özellikleri, Ramazandan sonra da devam ettirmektir.
Unutmamalıyız ki, her günümüzü Cuma, her gecemizi Kadir, her ayımızı Ramazan yapmak bizim elimizdedir. Yeter ki biz, bu mübarek gün, gece ve ayları değerlendirmesini bilelim.
Ne mutlu, Ramazan ayına ulaşıp, onun kıymetini bilip, hakkıyla değerlendiren ve mükâfat olarak da bayrama ulaşanlara... Ne mutlu...
Dipnotlar:
8 Buhari, Savm 2, 9; Müslim, Sıyâm 164 (1151)
9 Buhari, Savm 2, 9; Müslim, Sıyâm 164 (1151)
10 Buhari, Savm 5, Bed'ül-Halk 11: Müslim, Sıyâm 2 (1079); Nesâî, Sıyâm 5 (2102)
11 Buhari, Savm 20; Müslim, Sıyâm 45 (1095); Nesâî, Savm 18.
12 Tirmizi, Savm 17 (708)
Ramazan GeceleriBalkanlarda RamazanBanislav Nusiç
Hacdan ikinci defa nasıl döndüğünü anlatıyordu Hacı Yakup:
- Ben handa uyuyakalmışım. Kervan ile yoldaşlarım gün ağarmadan önce yola çıkıp beni unutmuşlardı. Uyanınca hancı bana:
-"Onlar gittiler, dedi. Yola çıkalı yarım saat olmadı. Acele edersen yetişirsin."
-Nasıl yetişirim, yolu bilmeden? diye sordum.
-İşte, şu servi ağaçlarınının altından hep doğru, hiç sağa sola sapmadan git dedi, hancı.
Ben de dediğini yaptım; yarım saat, bir iki, üç, dört saat yürüdüm... Arkadaşlarıma yetişemedim.
Ne yapacağımı düşünmeye başladım. Bu toprak bana yabancı, kentler yabancı, görenekler yabancıydı. Ne yapabilirdim? Ya kaybolursam?.. Eğer kaybolmam yazılmışsa sağa da sapsam, sola da sapsam hepsi bir... Böyle düşünürken sağa saptım, üç dört saat daha yürüdüm. Sorup öğrenmek için yolda ne han, ne de canlı bir varlığa rastladım. Yavaş yavaş akşam karanlığı da bastı. Ne yapacağımı düşündüm: Çaresi yoktu, geceyi açıkta geçirecektim. Sabahleyin de Allah'ın izniyle yoluma devam ederim, dedim.
Yol kıyısında uzanıp başımı bir taşa koydum. Bu taş öyle soğuktu ki gözlerimi güç kapayabildim. Henüz uykuya dalmıştım ki kulağıma bir fısıltı geldi. Rüya gördüğümü sandım, ama artık uyumuyordum. Gene uykuya dalmak istedimse de başaramadım. Bir süre sonra gene taşın altından bir şey fısıldadı: "Yakup, Yakup, bu taşı ısıtıncaya dek başını kaldırma!" Bunun ne olacağını uzun uzun düşündüm; artık uyku gözüme girmedi. Ama başımı da taştan kaldırmadım. Taşın sınıp ısınmadığını yoklamak için sık sık elimle bakıyordum. Taş ısınınca da altından bir uğultudur işitildi: "Şimdi taşı kaldırabilirsin Yakup!" Taşı kaldırdım, altında elim kadar belki de biraz daha uzun bir yılan gördüm.
Devam edecek...
RAMAZAN GELENEKLERİ
Bereketi bol olan Ramazanda yeme içme yönüyle bir zenginlik vardır. Yemeklere ayrı bir özen gösterilir. İftardan önce kahvaltılık çıkartılır, çorba, pilav, dolma, et yemeği, komposto, tatlı, salata mutlaka yapılır. Bamya Ramazanın vazgeçilmez yemeğidir. İftar ve sahurda sağlık açısından az yemeğe gayret edilir.
Ramazanın ilk haftasında hısım akraba davetleri olur. Bundan sonra da hali vakti iyi olanlar komşularını, fakirleri iftara çağırır. Topluca davetlere "oruç açma" denilir.
Çok eskilerde Ramazan ayında hayal perdeleri kurulur, karagöz oynatılır, dışarıdan gelen cambaz ve kukla oynatıcılar çok rağbet görürdü.
On bir ayın sultanı Ramazanın içinde olan Kadir gecesi ise bin aydan daha hayırlıdır. Bu gece yapılan ibadetlerin kabul olunacağı aşikardır. Sağlığı iyi olan insanlar sabaha kadar namaz kılar, dua eder, Kur'an okurlar. Dileyen bu gece camide veya sohbet meclislerinde ibadet eder ve Kur'an dinler. Günahların affolunacağından dolayı bolca tövbe edilir.
Üç aylardaki ilk kandil günü lokum ve bulama yapılarak komşulara dağıtılır. En az yedi komşuya dağıtılması gerekmektedir. Eski Ramazanlarda bu gelenek lokma yerine gözleme dağıtma şeklinde sürdürülmekte imiş. Sahurda özellikle keşli cevizli makarna yenilmektedir. Bu Bolu'ya özgü bir yemek çeşididir. Evde kesilip kurutulan makarna suda haşlandıktan sonra üzerine tereyağı keş ve ceviz ilave edilerek yenilmektedir. Bu gelenek günümüzde de devam etmektedir.
Köylerde "Hoca nöbeti" yapılmaktadır. Ramazan süresince her akşam köyün hocası bir eve iftara davet edilir ve ev sahibinin komşuları ile birlikte oruç açtırılır.
Ramazanın simgesi haline gelmiş olan davulcular on beşinci günde ve bayramın ilk gününde kapı kapı dolaşarak bahşiş toplarlar. Bayram sabahı davulcular yöresel kıyafetlerle ve yöresel müzik eşliğinde dolaşırlar.
Lâtifeler
Bir gün İmâd adlı bir müridi, Şeyh Vefa ile fıkhî bir mes'elede bahse girişir. Şeyhin murâdını iyice anlayamadığı için bulduğunu söylerdi. Şeyh hazretleri güzel ahlâkın icabı olarak nezâketle mes'eleyi bir başka yönden anlatıp başka türlü ifade ediyordu. Neticede haricten ehl-i ilim adına bir kimse çıkagelip İmâd'ın yanına geçer. O da bahse karışıp itimatsız İmad gibi inatla ayak diremeğe başlar. Tıpkı, zamâne talebelerinin âdeti ve kavgacı ilim erbâbının davranış ve san'atı gibi...
Şeyh hazretleri bakar ki, meclis âdâbını gözetip âdetlerini terk etmezler; dönüp lütf ile İmâd'a:
-İmâd Dede, bu bizim mes'elemiz şu sarhoş hikâyesine döndü: Bir sarhoş harâb ve aklı başından gitmiş, su ve çamurlara batmış bir vaziyette yatarmış. Şarabın galeyanıyle içi bulanıp üzerine kusmuş. Yuvası harâb olup kendinden geçmiş. O sırada orada hazır bulunan bir köpek, o kusmuğu yalayıp yemeğe başlamış. Yine bu esnada, bir kulağı kesik kara bir köpekcik de gelip karşıda durmuş. Kusuntuya gelemeyip, ağız ve dil sürememiş. Ve havlamaya başlamış. Sarhoş onun sesinden rahatsız olup bir zaman sonra gözünü açarak bu üzerinde duran köpeğe:
-Behey Durmuş Halife, sen bizim eski yârimiz ve dert ortağımızsın biliyorum. Fakat,şu karşıdaki kara külahlı dostumuz hangi dostumuzdur demiş.
***
Şeyh Hacı Halife Hazretleri bir gün Bursa'nın bir sokağında dervişleriyle giderken bakmışlar ki, bir hâtun kişi bir yük odun satın almış. Odun yüklü hayvanı kapısından içeri giremediği için oduncu odununu sokakta balçığa döküp gitmiş. Hâtun da çamurlu odun taşımaktan rahatsız olup gâh hâneyi yapana ve gâh odunu satana yakışıksız sözler söyleyip, sokak içinde dikilerek türlü hayasızlıklar edermiş. Şeyh Hazretleri bunu görünce:
-Behey bacım, günahsız Müslümanlar'a söğeceğine vaktinde dışarı döktürmeseydin, demiş.
Gönül DostlarıMehmed Emîn Tokâdî Hz.
Hem kaldığı bu evde, hem de Şehzâde Câmii'nde talebelere ders vermeye başladı. İstanbul'da bulunan meşhûr ailelere mensub kimseler de onun derslerine devam etti. Ali İzzet Paşa ve Yeğen Muhammed Paşa bunlardandır. Etrafında çok talebe toplandı. Üstün ve olgun hallerini görenler, ona; "Ârif-i Muhlisi" lakabını verdiler.
Katiplik vazifesine ve talebelere ders vermeye bir müddet devam ettikten sonra, Başrüznameci Ali Efendi'nin, vazifeli olara Edirne'ye gönderilmesi üzerine, onunla birlikte Edirne'ye gitti. Orada ileri gelen bir çok kimseyle görüşüp sohbet etti. Edirne'de bulundukları sırada ders vermekte olduğu Başrûznâmeci Ali Efendi'nin oğlu vefat etti. Bunun üzerine ders vermekten vazgeçerek, bulunduğu vazifeden de ayrılıp, hacca gitmeğe karar verdi. Karar verdiği günün sabahı, Edirne'de Saraçhâne yakınındaki çalıştığı dairesine gitmek üzere evden çıkmıştı. Yolu meşhur Kadirî şeyhi ve büyük bir zât olan Kasabzâde Muhammed Efendi'nin dergahına uğradı. Oraya yaklaşınca, Muhammed Efendi'nin oğlu Abdülkadir Efendi'nin, dergahın önünde beklediğini gördü. Abdülkâdir Efendi, yanına yaklaşıp; "Babam sizi dergahta bekliyor, buyursun bir kahve içelim diyor" dedi. Bu davet üzerine Kasabzâde Muhammed Efendi'nin yanına gidip elini öptü. O da; "Safâ geldiniz Hacı Emîn Efendi" dedi ve elinden tutup odasına götürdü. Oturup sohbete başladıkları sırada, Mehmed Emîn Eendi; "Elhamdülillah bizi hacc-ı şerif ile müjdelediniz" deyince, Muhammed Efendi; "Evet siz bu gece hacca gitmeye niyet ettiniz biz de tebrik ettik" deyip sohbete başladılar. Sohbet sırasında Mehmed Emîn Efendi'ye, fıtraten yüksek bir kabiliyete sahib olduğunu ve çok büyük nimetlere kavuşacağını müjdeledi. Mekke'ye varınca, evliyanın büyüklerinden İmâm-ı Rabbani Hazretleri'nin üçüncü oğlu Muhammed Ma'sûm Fârûkî Hazretleri'nin yetiştirdiği büyük evliyadan biri olan Ahmed Yekdest Cüryânî'nin huzuruna gitmesini, kendisinin de selâmını ve hürmetlerini arzederek, onun talebesi olmasını tavsiye etti.
Mehmed Emîn Efendi, bu zâtın yanından ayrıldıktan sonra, Başrûznâmeci Ali Efendiye de gidip hacca gideceğini söyledi. Ali Efendi memnun olup, ona yolda harcaması için bir miktar para verdi. Mehmed Emîn Efendi, bundan sonra birkaç gün içinde bütün dostlarıyla vedalaşıp, İstanbul'a gitmek üzere yola çıktı. İstanbul'a ulaşınca, hacıları götürecek gemiye bindi. On günde Kâhire'ye vardı. Oradan da bir kafile ile Mekke'ye hareket etti. Mehmed Emîn Efendi'nin, hayatının önemli bir safhası, Mekke'ye bu ilk gidişi ile başladı. Çünkü, orada madde ve mânâ ilimlerinde yükselmiş, büyük rehber ve zamanın en kıymetli alimlerinden bir olan Ahmed Yekdest Cüryani'yi tanıyıp, ona talebe oldu. Derslerine ve sohbetine üç yıl devam edip, kemâle ulaştı. Bu hususta o zâttan icâzet, diploma aldı.
Hayatında önemli bir dönüm noktası olan bu hocasıyla tanışmasını bizzat kendisi şöyle anlatır: "Mekke'ye varınca, ilk gün, Kâbe'yi tavâf ve ziyaretle geçti. Ertesi gün sabah namazını Harem-i Şerif'de (Kâbe'nin yanında) kıldıktan sonra dışarı çıkacağım sırada, Harem-i Şerif'in bir köşesinde otuza yakın kimsenin bir halka halinde oturduklarını gördüm. Niçin böyle halka olmuşlar acaba, ders için hocalarını mı bekliyorlar diyerek yanlarına yaklaşıp oturdum. Hepsinin başlarını eğip edeble oturduklarını gördüm. Ben de oturup başımı eğerek bekledim.
Maniler
İşte geldim iki büküm
Üstümdedir davul yüküm
A benim ağalarım
Es-selamün aleykum
Besmeleyle çıktım yola
Selam verdim sağa sola
A benim ağalarım
Namazınız mübarek ola.