Avrupa'ya, asırlarca ışık saçan, ilim ve sanatta öncü olan Endülüs İslâm Devleti'nin, yıkılışın temel sebebi Müslümanların bölünmesi ve her grubun bir diğerinin aleyhine Hıristiyanlarla işbirliği yapmasıdır. Ne hazindir ki, bu akıbetten ders ve ibret almayan İslâm dünyası, aynı hal içerisindedir.
Hıristiyan Batılılar, devletçiklere böldükleri Müslümanları, şimdi kabilelere, mümkünse ondan da daha küçük parçalara ayırıp vuruşturmanın peşindeler. Bir başka deyişle, Müslümanları, kabile taassubunun doruk noktada olduğu cehalet dönemine döndürmek için uğraşıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra devletçiklere bölünüp gücünü kaybeden Müslümanlar, yaşayabilmek için büyük bir güce dayanma gereği duydular. Hâlbuki büyük bir güce dayanma yerine, birbirlerine dayansalardı, en büyük gücü kendileri oluştururlardı. Maalesef böyle yapmayarak, uydu olarak yaşamak zorunda kaldılar.
Günümüzde uyduluktan kurtulma imkânı varken, ne yazık ki, tam tersi gelişmeler cereyan ediyor. Öyle ki, bazı aldatılmış ve satılmışlar, Hıristiyanlardan aldıkları silâhlarla Müslüman kardeşlerini katlediyor ve yaptıkları ihaneti de "özgürlük savaşı" olarak adlandırıyorlar.
Bu, asla ve asla özgürlük savaşı değil, doğrudan doğruya kölelik savaşıdır. Zira savaşı kazanan da, kaybeden de köleleştiriliyor. Gerçek özgürlük savaşı, Müslümanların birlikte, kendi dini ve milli değerlerine dayanarak, topyekûn sömürgeci güçlere karşı verecekleri savaş olur. Tarih göstermiştir ki, iç çatışma ve terör, kölelikten başka bir şey getirmez. Bunun en yakın örneği Afganlıların Sovyetler Birliği'ne karşı verdikleri savaştır. Afganlılar birlikte yıllarca Sovyetler Birliği ile savaştılar ve kazandılar. Ancak savaştan sonra kendi aralarında çatışınca, hep birlikte tekrar köleleştirildiler.
Bu kötü gidişatı, iyiye çevirmesi gereken İslâm ülkelerinin yöneticilere bakıyoruz, çoğu özgüvenini kaybetmiş durumdalar. Tutum ve davranışlarıyla, izledikleri politikalarla, yani lisanî halleriyle, "Biz sorunlarımızı çözemeyiz, Batılılar mutlaka iç işlerimize müdahale etmeli" diyorlar. Sorunu çıkaranlardan, sorunun çözümünü beklemek kadar gaflet ve basiretsizlik olur mu?
İlkönce şu gerçeği görmemiz gerekiyor: İslâm dünyasında hiçbir iç çatışma ve terör kendiliğinden çıkmamıştır. Hepsinin arka plânında Hıristiyan Batılılar bulunmaktadır. Bunu Ortadoğu uzmanı Alman Michael Lüders, şu sözlerle ifade eder: "Batı olmasaydı, terör de olmazdı." Lüders şunları da ekler: "Taliban'ın, DAEŞ'in ya da El-Kaide'nin çıkışına bakıldığında izlerinin Amerikan politikalarına gittiği görülür."
Strateji şöyle: ABD, önce terör örgütlerini kuruyor, büyütüyor, sonra da onlarla mücadele bahanesiyle İslâm coğrafyasına çörekleniyor ve İsrail ile birlikte terörün en âlâsını yapıyorlar. İngiltere'nin Hedge Hill Üniversitesi öğretim üyelerinden Rızwan Sabir diyor ki : "Terörle mücadele adına terör uygularsanız, mücadele ettiğiniz soruna bizzat kendiniz düşersiniz." İşte ABD'nin İslâm coğrafyasına yaptığı tam da budur. ABD'nin Ortadoğu'da tek dostu İsrail terör devleti ve terör örgütleridir.
Bu durum karşısında Türkiye ne yapmalı, nasıl bir yol izlemelidir? Türkiye, bundan böyle ABD'nin ve diğer Batılı devletlerin dostluk ve müttefiklik söylemlerine katiyen kanmamalıdır. Onların hepsi yalan ve aldatmacadan ibarettir. Türkiye, kendi senaryosunu kendi yazmalı, senaryosunun aktörü de sahtekâr, ikiyüzlü devletlerden ziyade, tüm Müslümanlar ve mazlumlar olmalıdır. Türkiye, bunu başarabilirse, güç dengesini İslâm dünyasının lehine dönüştürür ve tarihi rolünü tekrar oynamış olur.
Hıristiyan Batılılar, devletçiklere böldükleri Müslümanları, şimdi kabilelere, mümkünse ondan da daha küçük parçalara ayırıp vuruşturmanın peşindeler. Bir başka deyişle, Müslümanları, kabile taassubunun doruk noktada olduğu cehalet dönemine döndürmek için uğraşıyorlar.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra devletçiklere bölünüp gücünü kaybeden Müslümanlar, yaşayabilmek için büyük bir güce dayanma gereği duydular. Hâlbuki büyük bir güce dayanma yerine, birbirlerine dayansalardı, en büyük gücü kendileri oluştururlardı. Maalesef böyle yapmayarak, uydu olarak yaşamak zorunda kaldılar.
Günümüzde uyduluktan kurtulma imkânı varken, ne yazık ki, tam tersi gelişmeler cereyan ediyor. Öyle ki, bazı aldatılmış ve satılmışlar, Hıristiyanlardan aldıkları silâhlarla Müslüman kardeşlerini katlediyor ve yaptıkları ihaneti de "özgürlük savaşı" olarak adlandırıyorlar.
Bu, asla ve asla özgürlük savaşı değil, doğrudan doğruya kölelik savaşıdır. Zira savaşı kazanan da, kaybeden de köleleştiriliyor. Gerçek özgürlük savaşı, Müslümanların birlikte, kendi dini ve milli değerlerine dayanarak, topyekûn sömürgeci güçlere karşı verecekleri savaş olur. Tarih göstermiştir ki, iç çatışma ve terör, kölelikten başka bir şey getirmez. Bunun en yakın örneği Afganlıların Sovyetler Birliği'ne karşı verdikleri savaştır. Afganlılar birlikte yıllarca Sovyetler Birliği ile savaştılar ve kazandılar. Ancak savaştan sonra kendi aralarında çatışınca, hep birlikte tekrar köleleştirildiler.
Bu kötü gidişatı, iyiye çevirmesi gereken İslâm ülkelerinin yöneticilere bakıyoruz, çoğu özgüvenini kaybetmiş durumdalar. Tutum ve davranışlarıyla, izledikleri politikalarla, yani lisanî halleriyle, "Biz sorunlarımızı çözemeyiz, Batılılar mutlaka iç işlerimize müdahale etmeli" diyorlar. Sorunu çıkaranlardan, sorunun çözümünü beklemek kadar gaflet ve basiretsizlik olur mu?
İlkönce şu gerçeği görmemiz gerekiyor: İslâm dünyasında hiçbir iç çatışma ve terör kendiliğinden çıkmamıştır. Hepsinin arka plânında Hıristiyan Batılılar bulunmaktadır. Bunu Ortadoğu uzmanı Alman Michael Lüders, şu sözlerle ifade eder: "Batı olmasaydı, terör de olmazdı." Lüders şunları da ekler: "Taliban'ın, DAEŞ'in ya da El-Kaide'nin çıkışına bakıldığında izlerinin Amerikan politikalarına gittiği görülür."
Strateji şöyle: ABD, önce terör örgütlerini kuruyor, büyütüyor, sonra da onlarla mücadele bahanesiyle İslâm coğrafyasına çörekleniyor ve İsrail ile birlikte terörün en âlâsını yapıyorlar. İngiltere'nin Hedge Hill Üniversitesi öğretim üyelerinden Rızwan Sabir diyor ki : "Terörle mücadele adına terör uygularsanız, mücadele ettiğiniz soruna bizzat kendiniz düşersiniz." İşte ABD'nin İslâm coğrafyasına yaptığı tam da budur. ABD'nin Ortadoğu'da tek dostu İsrail terör devleti ve terör örgütleridir.
Bu durum karşısında Türkiye ne yapmalı, nasıl bir yol izlemelidir? Türkiye, bundan böyle ABD'nin ve diğer Batılı devletlerin dostluk ve müttefiklik söylemlerine katiyen kanmamalıdır. Onların hepsi yalan ve aldatmacadan ibarettir. Türkiye, kendi senaryosunu kendi yazmalı, senaryosunun aktörü de sahtekâr, ikiyüzlü devletlerden ziyade, tüm Müslümanlar ve mazlumlar olmalıdır. Türkiye, bunu başarabilirse, güç dengesini İslâm dünyasının lehine dönüştürür ve tarihi rolünü tekrar oynamış olur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018