Küreselleşme sürecinin ivme kazanmasıyla birlikte yeni dünya düzeni satrancında "hedef devletler" türündeki taşlar, beklenenden çok daha hızlı biçimde yerinden oynatılıyor, yerleri değiştiriliyor. Bu global satrançta Türkiye, ilk anda göze çarpan bir konumdadır. Ancak milletimizin binlerce asırlık yönetim tecrübesinin yanısıra, her türlü karşı propagandalara rağmen henüz yok edilememiş tarihsel ve kültürel coğrafyasındaki misyonu, global aktörleri az da olsa düşündürüyor. Burada başkalarının bizimle ilgili senaryoları, bize biçtiği kaftan elbette önemlidir.
Kendimize biçtiğimiz kaftan
Ancak en az bunun kadar bizim, kendimizle ilgili stratejilerimizin ve geleceğe dönük senaryolarımızın önemi açıktır. Kendimize biçtiğimiz kaftandır asıl önemlisi. Tabii ki varsa... Dolayısıyla cevap bulunması gereken ilk soru, ekonomiden sosyal hayata, dış politikadan kültürel alana kadar her alanda geleceğimize dönük temel milli stratejilerimizin var olup olmadığıdır. Eğer yoksa, derhal oluşturma vakti gelmiş ve geçmek üzeredir; milli bir duruşun köklü stratejileri, global konjonktürde varoluş ve yokoluş meselesi halini almıştır.
Reflekslerimiz dahi boşalmış
Dünyanın globalleşme sürecinde Türkiye'nin dış politik ilişkileri gözönüne alındığında, iç politik dengelerini dahi düzenleme noktasına gelen sözkonusu dış politik atraksiyonlar karşısında temel stratejilerden ziyade, ani reflekslerle tavır belirlediğimiz görülebilir.
Hatta global aktörlerin ülkemize yönelik değişik açılardan kesintisiz manevraları, baş döndürücü nitelik kazandığı için çok defa reflekslerimiz dahi boşalmakta, en tabii sınır meselelerimizde bile iş göremez hale gelmekteyiz. İnisiyatifimizi yitirmekteyiz. Kendi başımızı kendi elimizle kaşımak için dahi global aktörlerin menfaatlerini, kendi milli çıkarlarımızdan daha çok gözlemek durumunda kalmaktayız.
Milli çıkarları düşünmeye takat yok
Bu arada kendi milli menfaatlerimiz ise her zamanki mutad 'kurt taksimi'nde olduğu üzere güme gitmektedir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nda bunu gördük, Körfez Savaşında bunu yaşadık. Gümrük Birliği'nde bu belirsizliğin kurbanı olduk. Şimdi de Irak-Kuzey Irak konusunda, ülkemize yönelik misyonerlik ve bölücü faaliyetler probleminde, AB'nin ülke bütünlüğümüzü hedef alan "azınlık tanımlaması", mikro kültürel alan çalışmaları ve Kıbrıs'ta Türk askeri varlığını işgal olarak niteleyen kararları hususunda, aynı global düzenek işlemektedir.
Tavırsızlıkla ma'lul ilişkiler
Bütünlüğümüzü ve geleceğimizi göz göre göre hedef alan bu global düzeneğe, kendi milli duruşuyla mukavemet göstermesi ve milli stratejilerle tek yürek halinde direnç göstermesi, bu süreçte milletin tek ferdini dahi bu global çarkın istismarına terketmemesi gereken kimi devlet iradeleri ve sivil inisiyatifler, maalesef, sanki "üzerlerine ölü toprağı serpilmiş" bir ahvale bürünmüşlerdir.
Bu noktada dış politik ilişkiler, içeride adeta topyekün milletin ayağına dolanan çelişkilere dönüşmüştür. Tarihten bugüne gelen en temel "devlet baba" kavramımız bile, yerine göre "AB baba" veya "ABD baba" veyahut "IMF baba" yahutta "AİHM baba" halini almıştır. Toplum, sadece parayı değil, hak ve özgürlüklerini dahi Batı'dan dilenir hale gelmiş, getirilmiştir.
Milli direnci zayıflatan çelişkili ilişkiler
En akıllı görünenlerimiz dahi bu illete müpteladır. Zira devletin varlığı ve bağımsızlığını, ülkenin miletiyle bölünmez bütünlüğünü koruması ve bu bağlamda "devlet baba" kavramını güçlendirmesi gerekenlerin birçoğu, maalesef milletimizin bölünmez bütünlüğünü hedef alan yerli ve yabancı lobilerle kamuoyu önünde kolkola, omuz omuza durmaktadırlar; global projelerde fikir birliği içindedirler. Birçokları da, muhtemel kredilerin hatırına bu manzara karşısında göz yummayı tercih etmektedir. Dış politik ilişkilerdeki bu iç çelişki, elbette toplumun direnci zayıflatılmış pekçok kesimini dış odakların etkisine açık hale getirmektedir. Aksi halde bu gidişat, bazılarının öngöremediğinden daha çok vahimdir.
Dolayısıyla bugün öncelikle ele alınması gereken en acil mesele, devlet ve milletimizi hedef alan global düzenekleri boşa çıkartacak milli duruşu ve birliği sağlamak; yanısıra köklü siyasal, ekonomik, kültürel, sosyal, dış politik ve sair milli stratejileri behemahal geliştirerek vakit kaybetmeden uygulamaya koymaktır. Bu bağlamda parti programı, ilkeleri ve milli ekonomi ve kalkınma modelleri gözönüne alındığında Bağımsız Türkiye Partisi'nin Türkiye için çok önemli bir şans, hatta yegâne şans olduğunu söylemek, en azından hakkı teslim etmek bakımından bir borçtur.
Kendimize biçtiğimiz kaftan
Ancak en az bunun kadar bizim, kendimizle ilgili stratejilerimizin ve geleceğe dönük senaryolarımızın önemi açıktır. Kendimize biçtiğimiz kaftandır asıl önemlisi. Tabii ki varsa... Dolayısıyla cevap bulunması gereken ilk soru, ekonomiden sosyal hayata, dış politikadan kültürel alana kadar her alanda geleceğimize dönük temel milli stratejilerimizin var olup olmadığıdır. Eğer yoksa, derhal oluşturma vakti gelmiş ve geçmek üzeredir; milli bir duruşun köklü stratejileri, global konjonktürde varoluş ve yokoluş meselesi halini almıştır.
Reflekslerimiz dahi boşalmış
Dünyanın globalleşme sürecinde Türkiye'nin dış politik ilişkileri gözönüne alındığında, iç politik dengelerini dahi düzenleme noktasına gelen sözkonusu dış politik atraksiyonlar karşısında temel stratejilerden ziyade, ani reflekslerle tavır belirlediğimiz görülebilir.
Hatta global aktörlerin ülkemize yönelik değişik açılardan kesintisiz manevraları, baş döndürücü nitelik kazandığı için çok defa reflekslerimiz dahi boşalmakta, en tabii sınır meselelerimizde bile iş göremez hale gelmekteyiz. İnisiyatifimizi yitirmekteyiz. Kendi başımızı kendi elimizle kaşımak için dahi global aktörlerin menfaatlerini, kendi milli çıkarlarımızdan daha çok gözlemek durumunda kalmaktayız.
Milli çıkarları düşünmeye takat yok
Bu arada kendi milli menfaatlerimiz ise her zamanki mutad 'kurt taksimi'nde olduğu üzere güme gitmektedir. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nda bunu gördük, Körfez Savaşında bunu yaşadık. Gümrük Birliği'nde bu belirsizliğin kurbanı olduk. Şimdi de Irak-Kuzey Irak konusunda, ülkemize yönelik misyonerlik ve bölücü faaliyetler probleminde, AB'nin ülke bütünlüğümüzü hedef alan "azınlık tanımlaması", mikro kültürel alan çalışmaları ve Kıbrıs'ta Türk askeri varlığını işgal olarak niteleyen kararları hususunda, aynı global düzenek işlemektedir.
Tavırsızlıkla ma'lul ilişkiler
Bütünlüğümüzü ve geleceğimizi göz göre göre hedef alan bu global düzeneğe, kendi milli duruşuyla mukavemet göstermesi ve milli stratejilerle tek yürek halinde direnç göstermesi, bu süreçte milletin tek ferdini dahi bu global çarkın istismarına terketmemesi gereken kimi devlet iradeleri ve sivil inisiyatifler, maalesef, sanki "üzerlerine ölü toprağı serpilmiş" bir ahvale bürünmüşlerdir.
Bu noktada dış politik ilişkiler, içeride adeta topyekün milletin ayağına dolanan çelişkilere dönüşmüştür. Tarihten bugüne gelen en temel "devlet baba" kavramımız bile, yerine göre "AB baba" veya "ABD baba" veyahut "IMF baba" yahutta "AİHM baba" halini almıştır. Toplum, sadece parayı değil, hak ve özgürlüklerini dahi Batı'dan dilenir hale gelmiş, getirilmiştir.
Milli direnci zayıflatan çelişkili ilişkiler
En akıllı görünenlerimiz dahi bu illete müpteladır. Zira devletin varlığı ve bağımsızlığını, ülkenin miletiyle bölünmez bütünlüğünü koruması ve bu bağlamda "devlet baba" kavramını güçlendirmesi gerekenlerin birçoğu, maalesef milletimizin bölünmez bütünlüğünü hedef alan yerli ve yabancı lobilerle kamuoyu önünde kolkola, omuz omuza durmaktadırlar; global projelerde fikir birliği içindedirler. Birçokları da, muhtemel kredilerin hatırına bu manzara karşısında göz yummayı tercih etmektedir. Dış politik ilişkilerdeki bu iç çelişki, elbette toplumun direnci zayıflatılmış pekçok kesimini dış odakların etkisine açık hale getirmektedir. Aksi halde bu gidişat, bazılarının öngöremediğinden daha çok vahimdir.
Dolayısıyla bugün öncelikle ele alınması gereken en acil mesele, devlet ve milletimizi hedef alan global düzenekleri boşa çıkartacak milli duruşu ve birliği sağlamak; yanısıra köklü siyasal, ekonomik, kültürel, sosyal, dış politik ve sair milli stratejileri behemahal geliştirerek vakit kaybetmeden uygulamaya koymaktır. Bu bağlamda parti programı, ilkeleri ve milli ekonomi ve kalkınma modelleri gözönüne alındığında Bağımsız Türkiye Partisi'nin Türkiye için çok önemli bir şans, hatta yegâne şans olduğunu söylemek, en azından hakkı teslim etmek bakımından bir borçtur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019