Türkiye siyasetinde artık gerçekler değil, algılar yarışıyor. Sandık kurulmadan önce manşetler hazırlanıyor; liderler konuşmadan önce manşetçiler konuşuyor. Şunu biliyoruz ki, iktidar cephesi kazanamayacağı seçime girmez. Bu yüzden, önce zemin oluşturur, sonra sahneye çıkar. Şimdi o zemin yeniden hazırlanıyor; ancak İmralı'nın gölgesinde bu hesaplar kolay olmayacak.
Bugün kamuoyunda konuşulan "Terörsüz Türkiye" süreci, sadece güvenlik değil, siyasetin geleceğiyle ilgili bir mühendisliktir. Devlet Bahçeli'nin "gidilsin" dediği İmralı'ya, Erdoğan sessiz kalıyor. Çünkü biliyor: Halkın vicdanı bu meselede hassas. Ama aynı zamanda, "sessizlik stratejisi" artık bir iktidar yöntemi. Siyaset doğrudan söylenmiyor; gazeteler üzerinden fısıldanıyor.
Yeni Şafak, Türkgün ... her biri aslında birer siyasi bildiri gibi manşet atıyor. Kimi zaman birbirine, kimi zaman iktidarın kendi içindeki kliklere. Şimdi soralım Yeni Şafak gazetenin manşeti Sayın Erdoğan'dan habersiz mi atıldı? Aslında bu tespit, bugünkü medya–iktidar ilişkisini özetliyor. Siyasi figürler yerine artık "algı operatörleri" konuşuyor.
Bir dönemin "açılım süreci" nasıl bir iletişim mühendisliğiyle yürütüldüyse, bugün de benzer bir kurgu devrede. Fark şu: O gün "barış" deniyordu, bugün "normalleşme" deniyor.
İktidar bloğunda gizli bir gerilim var. AKP düşme trendinde, MHP ise desteğini "koşullu" sürdürüyor. Bu durumda Erdoğan'ın hesabı net: kırılma olursa faturayı ben değil, Bahçeli ödesin.
Yeni Şafak–Türkgün hattındaki son manşet savaşları, aslında bu hesaplaşmanın ilk sinyali.
Bu süreçte AKP, bir yandan tabanına "ben değişmedim" mesajı verirken, diğer yandan MHP'ye "sen istedin" diyebileceği bir zemin hazırlıyor. Kısacası, önümüzdeki seçim sadece sandık savaşı değil; ittifak içi pozisyon mücadelesi olacak.
İmralı meselesi yeniden ısıtılıyor. "Gidilsin mi, gidilmesin mi?" tartışması aslında bir siyasal test. Apo'ya gidilirse, halk çok ciddi tepki gösterir. Bu, o partinin siyasi geleceğini tehlikeye sokar. İktidar bu tepkiyi ölçüyor. Yani İmralı, bir müzakere değil — bir nabız yoklama laboratuvarı. Ve bu laboratuvarda her şey ölçülüyor: Basının dili, parti tabanının tepkisi, milliyetçi damar, hatta yandaş çevrelerin sessizliği bile.
Seçimlerde, Türkiye sadece oy vermeyecek; hafızasını oylayacak. İmralı sürecini unutan, geçmişte yaşanan kırılmaları görmezden gelen bir toplum, aynı senaryoyu yeniden izlemeye mahkûm olur. Son seçimlerdeki İmralı duruşuyla taban tabana zıt bir siyaset uygulayan cumhur ittifakı bu defa "kurtuluş" diliyle sahneye çıkıyor. Kimin gerçekten milleti kurtarmak, kimin sadece koltuğunu korumak istediğini ayırt etme zamanı geldi. Algı kazanabilir; ama hakikat uzun vadede mutlaka geri döner. Bugün Türkiye'de "algı operasyonu cumhuriyeti" kurulmuş gibi görünse de unutmayalım: Cumhuriyet'in temeli algı değil, akıl, vicdan ve adalet üzerine atıldı.
Siyasetçiler manşetlerle değil, milletin vicdanıyla konuştuğu gün, Türkiye yeniden gerçek rotasına dönecektir. Ve belki o zaman, İmralı'nın gölgesi değil, Cumhuriyet'in aydınlığı konuşulacaktır.
- 10 Kasım’da Atatürk’ü anmak değil, anlamak / 09.11.2025
- “İmanmetre” icat edenlere karşı: Din elbiseden değil, yürekten ölçülür / 08.11.2025
- Yatay söylem, dikey gerçek: Şehir sözde kaldı, takip yok / 07.11.2025
- Cumhuriyet ve Milli Ekonomi Modeli: Çuvallara sığmayan para / 06.11.2025
- Milletin gündemi, hükümetin gündemi / 05.11.2025
- Cumhuriyetin ikinci yüzyılında: Kim bu devletin sahibidir? / 03.11.2025
- Ne Batı’nın taşeronu ne Doğu’nun aparatı: Cumhuriyet’in yol haritası / 02.11.2025
- Cumhuriyetin unutulan cephesi ekonomidir / 01.11.2025
- Cumhuriyet: Tebaadan vatandaşa, tarihten geleceğe / 31.10.2025


















































































