Halkın taleplerini "kaynağımız yok" diyerek geri çeviren hükümeti oluşturan partiler, seçim bildirgelerinde "kaynaklarımız yeterli, onları harekete geçireceğiz" ifadesine yer veriyorlar. Türkiye'de kaynak sorunu, seçimden seçime değil, her dönemde tartışılmıştır. Kimilerine göre kaynağımız çok, kimilerine göre yok. Acaba hangisi doğru? Dahası, asıl olan kaynaklara sahip olmak mı, yoksa kaynakları akıllıca kullanmak mı? Tecrübeler şunu gösteriyor. İnsanoğlu hiç zahmetsiz bir şekilde büyük kaynaklara sahip olabilir. Fakat bu kaynakları kullanamazsa, hazine üzerinde oturan dilenci konumuna düşer.
Türkiye'nin kaynaklarına gelince... Türkiye'nin elinde, dünyanın en kıymetli kaynağı olan insan kaynağı mevcuttur. Bu kaynak, şuursuzca heba ediliyor. Bazıları ise bu kaynağı, ekonominin üzerinde en büyük bir yük olarak görüyor. Onun için nüfusu azaltmaya çalışıyorlar. Zaman zaman devlet adamlarımız, "Türkiye ekonomisi büyüdü, ama ne yapalım ki, nüfusumuz arttığı için fakir kaldık" diyebiliyor. Asıl kaynağa karşı çıkarak, kaynakları harekete geçirmek mümkün mü? Elbette değil. Ama burası Türkiye, bu çelişkiyi söyleyenler bile itibar görebiliyor. Hiç kimse bu kişilere, "asıl üretimi yapacak olan insanın üretime karşı çıkıyorsunuz, peki üretimi ne ile nasıl yapacaksın?" diye sormuyor, sorma gereği duymuyor.
Halbuki temel üretim faktörü emek ve tabiattır. Dünyanın her yerinde, her zaman, bu kaynaklar bir araya getirilerek hem sermaye, hem de üretim yapılmıştır. Bu gerçek, bugüne kadar değişmemiştir, bundan sonra da değişmeyecektir. O halde toprak olan her yerde, insan varsa, orada mutlaka üretim yapılabilir. Başka bir deyişle, insanın ve toprağın olduğu bir yerde işsizlik olmaz, olmamalıdır. Ama gel gör ki, Türkiye'de bu oluyor. Ve bunu yapanlar, milletin gözünün içine baka baka hâlâ kaynakların harekete geçirilmesinden söz edebiliyorlar. Evet, kaynaklar var. Fakat üretime dönüştürülmeyen kaynaklar. Üretime dönüştürülmeyen kaynaklar, ne kadar önemli ve büyük olursa olsun, hiçbir değer taşımazlar. Zamanla bu kaynaklar, bir külfet olarak görülebilir. Türkiye'de olduğu gibi.
Ahmet Cevdet Paşa'nın bu konuda söyledikleri çok dikkat çekici. Diyor ki: "Halk ne kadar üretirse, ülke o kadar zengin olur. Servetin gerçek kaynağı insan emeğidir. Bu emeğin beklenilen serveti doğurması için ülkede emniyet ve huzurun olması şarttır". İşte bugüne kadar Türkiye'yi yönetenlerin görmediği, daha doğrusu görmezlikten geldiği gerçek budur. Üretim yapmadan, emeği devreye koymadan kalkınmayı hayal ediyorlar. BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'tan bu gerçeğe parmak basan hiç bir lider yok.
"Kaynaklarımız yeterli" diyen partilerin ekonomik programlarına bakıyorsunuz, program demek için bin şahit lazım. IMF ile yaptıkları işbirliğini, halka ekonomik program olarak lanse ediyorlar. El insaf. IMF'nin dayatmaları, ekonomik program olabilir mi? Bunlar olsa olsa, sömürü vesikası olur. Bu sebepten olsa gerek, bazı ekonomistler, AB'ci ve IMF'ci partilerin programlarını eleştirmeye gerek duymuyorlar. "Niçin eleştirmiyorsunuz" diye soranlara da şu cevabı veriyorlar: "Ortada eleştirilecek bir program yok ki". Çok doğru bir tespit. Gerçekten üretime ve istihdama dayanmayan hiçbir ekonomik program, program olarak nitelendirilemez. Üretim olmadan da kaynaklar ortaya çıkmaz. O halde AB'ci, IMF'ci partilerin "kaynaklarımızı harekete geçireceğiz" sözü boş ve kuru bir temenniden öteye geçmez.
Onun için bu seçimde, halkın önünde iki seçenek bulunmaktadır. Partiler çok, ama seçenekler iki. Ya üretimi ve istihdamı arttırıcı, ekonomik bağımsızlığı hedefleyici BTP'nin ekonomik programını seçeceğiz ya da yine eskisi gibi kuru temennileri ve hayalleri. Bu sefer halkımızın isabetli seçim yapacağını ümit ediyoruz.
Türkiye'nin kaynaklarına gelince... Türkiye'nin elinde, dünyanın en kıymetli kaynağı olan insan kaynağı mevcuttur. Bu kaynak, şuursuzca heba ediliyor. Bazıları ise bu kaynağı, ekonominin üzerinde en büyük bir yük olarak görüyor. Onun için nüfusu azaltmaya çalışıyorlar. Zaman zaman devlet adamlarımız, "Türkiye ekonomisi büyüdü, ama ne yapalım ki, nüfusumuz arttığı için fakir kaldık" diyebiliyor. Asıl kaynağa karşı çıkarak, kaynakları harekete geçirmek mümkün mü? Elbette değil. Ama burası Türkiye, bu çelişkiyi söyleyenler bile itibar görebiliyor. Hiç kimse bu kişilere, "asıl üretimi yapacak olan insanın üretime karşı çıkıyorsunuz, peki üretimi ne ile nasıl yapacaksın?" diye sormuyor, sorma gereği duymuyor.
Halbuki temel üretim faktörü emek ve tabiattır. Dünyanın her yerinde, her zaman, bu kaynaklar bir araya getirilerek hem sermaye, hem de üretim yapılmıştır. Bu gerçek, bugüne kadar değişmemiştir, bundan sonra da değişmeyecektir. O halde toprak olan her yerde, insan varsa, orada mutlaka üretim yapılabilir. Başka bir deyişle, insanın ve toprağın olduğu bir yerde işsizlik olmaz, olmamalıdır. Ama gel gör ki, Türkiye'de bu oluyor. Ve bunu yapanlar, milletin gözünün içine baka baka hâlâ kaynakların harekete geçirilmesinden söz edebiliyorlar. Evet, kaynaklar var. Fakat üretime dönüştürülmeyen kaynaklar. Üretime dönüştürülmeyen kaynaklar, ne kadar önemli ve büyük olursa olsun, hiçbir değer taşımazlar. Zamanla bu kaynaklar, bir külfet olarak görülebilir. Türkiye'de olduğu gibi.
Ahmet Cevdet Paşa'nın bu konuda söyledikleri çok dikkat çekici. Diyor ki: "Halk ne kadar üretirse, ülke o kadar zengin olur. Servetin gerçek kaynağı insan emeğidir. Bu emeğin beklenilen serveti doğurması için ülkede emniyet ve huzurun olması şarttır". İşte bugüne kadar Türkiye'yi yönetenlerin görmediği, daha doğrusu görmezlikten geldiği gerçek budur. Üretim yapmadan, emeği devreye koymadan kalkınmayı hayal ediyorlar. BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'tan bu gerçeğe parmak basan hiç bir lider yok.
"Kaynaklarımız yeterli" diyen partilerin ekonomik programlarına bakıyorsunuz, program demek için bin şahit lazım. IMF ile yaptıkları işbirliğini, halka ekonomik program olarak lanse ediyorlar. El insaf. IMF'nin dayatmaları, ekonomik program olabilir mi? Bunlar olsa olsa, sömürü vesikası olur. Bu sebepten olsa gerek, bazı ekonomistler, AB'ci ve IMF'ci partilerin programlarını eleştirmeye gerek duymuyorlar. "Niçin eleştirmiyorsunuz" diye soranlara da şu cevabı veriyorlar: "Ortada eleştirilecek bir program yok ki". Çok doğru bir tespit. Gerçekten üretime ve istihdama dayanmayan hiçbir ekonomik program, program olarak nitelendirilemez. Üretim olmadan da kaynaklar ortaya çıkmaz. O halde AB'ci, IMF'ci partilerin "kaynaklarımızı harekete geçireceğiz" sözü boş ve kuru bir temenniden öteye geçmez.
Onun için bu seçimde, halkın önünde iki seçenek bulunmaktadır. Partiler çok, ama seçenekler iki. Ya üretimi ve istihdamı arttırıcı, ekonomik bağımsızlığı hedefleyici BTP'nin ekonomik programını seçeceğiz ya da yine eskisi gibi kuru temennileri ve hayalleri. Bu sefer halkımızın isabetli seçim yapacağını ümit ediyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018