Kıbrıs konusunda oldukça hassas bir sürece girdik. Annan Planı olarak ortaya konan; aslında Adadaki Türk varlığının asimilasyona uğratılması ve Türk tarafının köşeye sıkıştırılması maksadına yönelik bir manevradan başka bir şey değildir.
Öte yandan senelerdir Kıbrıs davasını yüklenmiş olan Cumhurbaşkanı Sn. Denktaş aleyhine ciddi bir kampanya organize edilmiş durumda..
Sn. Denktaş, bazı çevrelerin ısrarla imzala diye dayattığı Annan Planı'nın arka cephesini Yeni Mesaj gazetesiyle yaptığı röportajda şöyle ortaya koyuyor:
"İmzayı atar da kabul edersek ne olur? 50-60 bin insanımız yerinden olur. Zamanla içimize 50-60 bin Rum gelir, yerleşir.
Bütün Rumlara, Kuzey'de bıraktıkları malları talep etme hakkı tanındı. Güneyde bırakılan Türk malları ne olacak? Belli değil. Toprak konusunda bize % 27-28 toprak öngörülüyor. Bizim ekilen topraktaki hakkımız %33. Ama şimdi bize %27-28 alın deniyor. Bunun yarısı beş parmak dağlarıdır. Ekilmeyen-dikilmeyen topraklardır. Bize geriye %14 filan kalıyor. Bunun içinde Rumlar döndüğünde %9-10'unu alıp götürüyor. Bize ne kaldı %4-5 civarı kaldı. Bunun içinde de yerleşmiş Rumlar var. Peki biz bu 50-60 bin nüfusu nereye nakledeceğiz? Apartmanlar yapıp, buralarda oturmak suretiyle hayatlarını ikame ettiremezler ki. Dolayısıyla sırf bu açıdan planı büyük ölçüde yeniden tartışmak lazımdır. Yoksa halkımız perişan olur".
Sn. Denktaş'ın sözlerinde asıl ifadesini bulan bu imha planının köklü değişikliklere tâbi tutulmadan kabul edilmesi, Adadaki Türk varlığının sonu manasına geleceği gibi, çözülmüş bir problemi tekrar Arap saçına çevirmek olacaktır. Zira 1974 harekâtı öncesi Adada Türklerin uğradığı zulüm hâlâ hafızalardadır. Makarios'un direktifleriyle hareket eden Rumlar'ın Türkler'e uyguladıkları akıl almaz katliamları durdurmak için uluslararası anlaşmalardan doğan garantörlük haklarımızı kullanarak gerçekleştirdiğimiz 1974 Barış Harekâtı ile Adada problemler çözülmüştür. Ancak Rumlar ve onları destekleyen Avrupa için asıl mesele bundan sonra başlamıştır.
Bugün ise diplomatik ve siyasi bir takım manevralarla Kıbrıs'taki haklarımız elimizden alınmak isteniyor ki, bu aynı zamanda soydaşlarımızı yeniden Rumların insafına terk etmek demektir. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Kıbrıs'ta bugün gelinen noktayı AB ve Avrupa Parlamentosu'nun kararlarıyla beraber değerlendirmekte fayda vardır. Avrupa Parlamentosu'nun 10 Şubat 2000 tarihinde aldığı karar: "Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının % 37'sini yasa dışı bir biçimde işgal etmektedir. Avrupa Parlamentosu Türk hükümetine Kuzey Kıbrıs'taki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulunur".
Yani;
Türklerin Adada işi yoktur. Topraklarını Rumlar'a bırakmalı ve Adadan çekilmelidirler. Avrupa'nın en yetkili siyasi otoritesi olan Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs'a bakış tarzı açıkça budur.
Öte yandan BM Genel Sekreteri Annan'ın hazırladığı plan Avrupa'nın bu yaklaşım tarzıyla tam bir paralellik arzetmektedir.
Bu hakikatler ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Atatürk'ün Kıbrıs konusundaki tavizsiz tutumuna ve meseleye yaklaşım tarzına bugün ciddi şekilde ihtiyacımız vardır. Çözülmüş bir meseleyi yeniden problem haline getirmek ve Kıbrıs'taki haklarımızı elimizden almak isteyen Batılı dostlarımıza karşı bu metodu izlememiz zaruridir.
Öte yandan senelerdir Kıbrıs davasını yüklenmiş olan Cumhurbaşkanı Sn. Denktaş aleyhine ciddi bir kampanya organize edilmiş durumda..
Sn. Denktaş, bazı çevrelerin ısrarla imzala diye dayattığı Annan Planı'nın arka cephesini Yeni Mesaj gazetesiyle yaptığı röportajda şöyle ortaya koyuyor:
"İmzayı atar da kabul edersek ne olur? 50-60 bin insanımız yerinden olur. Zamanla içimize 50-60 bin Rum gelir, yerleşir.
Bütün Rumlara, Kuzey'de bıraktıkları malları talep etme hakkı tanındı. Güneyde bırakılan Türk malları ne olacak? Belli değil. Toprak konusunda bize % 27-28 toprak öngörülüyor. Bizim ekilen topraktaki hakkımız %33. Ama şimdi bize %27-28 alın deniyor. Bunun yarısı beş parmak dağlarıdır. Ekilmeyen-dikilmeyen topraklardır. Bize geriye %14 filan kalıyor. Bunun içinde Rumlar döndüğünde %9-10'unu alıp götürüyor. Bize ne kaldı %4-5 civarı kaldı. Bunun içinde de yerleşmiş Rumlar var. Peki biz bu 50-60 bin nüfusu nereye nakledeceğiz? Apartmanlar yapıp, buralarda oturmak suretiyle hayatlarını ikame ettiremezler ki. Dolayısıyla sırf bu açıdan planı büyük ölçüde yeniden tartışmak lazımdır. Yoksa halkımız perişan olur".
Sn. Denktaş'ın sözlerinde asıl ifadesini bulan bu imha planının köklü değişikliklere tâbi tutulmadan kabul edilmesi, Adadaki Türk varlığının sonu manasına geleceği gibi, çözülmüş bir problemi tekrar Arap saçına çevirmek olacaktır. Zira 1974 harekâtı öncesi Adada Türklerin uğradığı zulüm hâlâ hafızalardadır. Makarios'un direktifleriyle hareket eden Rumlar'ın Türkler'e uyguladıkları akıl almaz katliamları durdurmak için uluslararası anlaşmalardan doğan garantörlük haklarımızı kullanarak gerçekleştirdiğimiz 1974 Barış Harekâtı ile Adada problemler çözülmüştür. Ancak Rumlar ve onları destekleyen Avrupa için asıl mesele bundan sonra başlamıştır.
Bugün ise diplomatik ve siyasi bir takım manevralarla Kıbrıs'taki haklarımız elimizden alınmak isteniyor ki, bu aynı zamanda soydaşlarımızı yeniden Rumların insafına terk etmek demektir. Bunu kabul etmek mümkün değildir.
Kıbrıs'ta bugün gelinen noktayı AB ve Avrupa Parlamentosu'nun kararlarıyla beraber değerlendirmekte fayda vardır. Avrupa Parlamentosu'nun 10 Şubat 2000 tarihinde aldığı karar: "Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının % 37'sini yasa dışı bir biçimde işgal etmektedir. Avrupa Parlamentosu Türk hükümetine Kuzey Kıbrıs'taki işgal güçlerini geri çekme çağrısında bulunur".
Yani;
Türklerin Adada işi yoktur. Topraklarını Rumlar'a bırakmalı ve Adadan çekilmelidirler. Avrupa'nın en yetkili siyasi otoritesi olan Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs'a bakış tarzı açıkça budur.
Öte yandan BM Genel Sekreteri Annan'ın hazırladığı plan Avrupa'nın bu yaklaşım tarzıyla tam bir paralellik arzetmektedir.
Bu hakikatler ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Atatürk'ün Kıbrıs konusundaki tavizsiz tutumuna ve meseleye yaklaşım tarzına bugün ciddi şekilde ihtiyacımız vardır. Çözülmüş bir meseleyi yeniden problem haline getirmek ve Kıbrıs'taki haklarımızı elimizden almak isteyen Batılı dostlarımıza karşı bu metodu izlememiz zaruridir.
Ahmet Hamza Baş / diğer yazıları
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü (2) / 25.07.2014
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011
- Gazze'de yaşananlar ve Filistin meselesinin iç yüzü / 24.07.2014
- Aydınların zafiyeti / 13.02.2014
- İdareci kadroları seçerken / 25.12.2013
- Mevlana'yı anlamak / 20.12.2013
- Kim bir zalime yardım ederse / 17.12.2013
- Fransa'nın gerçeği / 26.12.2011
- Kapanmayan yara; Kerbela / 06.12.2011
- Ilımlı İslam deyince / 03.12.2011
- Vicdani red konusuna farklı bir bakış / 01.12.2011