AB'den Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz döktürdükçe döktürüyor.
"Geniş yetkilerle donatılmış bir İstanbul Parlâmentosu kuracağız, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi yerine o görev yapacak, İstanbul'a da hemşehrilik vergisi gelecek". (30 Mart 2002 Yavuz Donat)
Beş sene önce de Rahmi Koç benzer bir fikir ileri sürmüştü.
3 Ekim 1997 tarihli Milliyet sekiz sütuna şöyle bir manşetle çıkmıştı: "Boğaz'a Özerklik".. Alt başlık "Rahmi Koç: Çanakkale ve İstanbul Boğazına tek yönetim şart".
Devam ediyordu bay Koç: "İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının tek bir idare altında toplanması gerekiyor, bu konu üzerinde çalışıyoruz. Bu çok önemli. Çünkü şimdiki düzenlemede çok kişi karışıyor Boğaz geçişlerine, her kafadan bir ses çıkıyor. Özel bir kuruluş istemiyoruz, özerk bir kuruluş istiyoruz. Eğer bunu yapabilirsek, gerek BM bünyesindeki İMO, gerek dünyanın büyük sigorta şirketlerine, petrol ve nakliye şirketlerine tek bir muhatap olacaktır. Bu da çok iyi Türkiye için."
Kilit kavram olan "özerk" kelimesine dikkati çekmek istiyorum kıymetli okuyucu. Sayın Koç'un son derece önemsiz imişcesine ifade ettiği sistemin Türkçesi şudur; "Koç yabancı sermayenin kontrolunda, uluslar arası ve ille de özerk bir yönetimle idare edilen bir Boğazlar rejimi istemektedir."
İyi de her türlü kapitülasyonlardan Lozan'da kurtulmamış mıydık biz?
Tabii isteklerin sınırı Lozan'dan hayli gerilere gidiyor. 1915'lerde gerçekleştirilen; Londra, Sykes-Picot, Paris ve İstanbul Anlaşmalarının hepsinde İstanbul (ve Boğazlar) değişik yabancıların kontroluna veriliyor.
1918'de ABD Başkanı Wilson İstanbul ve Boğazlarda ayrı bir devlet kurulmasından söz ediyor (Wilson Prensipleri Madde 12)
Bu arada ABD Senatosunun Lozan'ı hala onaylamadığını biliyor muydunuz?
1919 Ocak Paris Konferansında Osmanlı paylaşılır. Burada İstanbul ve Trakya'yı Yunanistan ister. Osmanlı tebaası olan Fener Rum Patrikhanesi bu konferansa sanki farklı bir hükmi şahsiyetmiş gibi ayrı bir heyetle katılır.
3 Ekim 1997 tarihli röportajda Koç da Patrikhaneden "İmparatorluk" diye söz etmektedir.
16 Mart 1920'de İstanbul işgal edilir, 10 Ağustos 1920'de Sevr imzalanır. Sevr'de Halifenin Constantinople'da oturarak İngiliz kontrolunda İslâm Dünyasını yönetmesi plânlanmıştır. Rum Patrik de Ortodoks dünyasını yönetecektir.
Sevr'de bir de "Boğazlar Komisyonu" maddesi vardır.
Boğazlar Komisyonu "nevi şahsına münhasır" bir devlettir. Çatalca-İzmit-Edremit arasında kalan üçgen, bu "komisyonun" toprağıdır ve Türkiye, Boğazlar ve İstanbul Bölgesindeki hakimiyet haklarından vaz geçmiştir. Komisyona İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya, Yunanistan ve Romanya temsilcileri katılacak ve başkanlığı birer yıl süre ile yürüteceklerdir. Türkiye'nin bu komisyonda üyesi yoktur. (Dün bahsettiğimiz Mâli İşler Komisyonunda da Türklerin sadece "istişarî" üyesi vardı.)
Yürütme, Yasama ve Konsolosluk Mahkemeleri aracılığı ile yargı bu komisyonun elindedir. (Tahkim ve AİHM kararı beklenene kadar askıda tutulan dosyalar bir şeyler hatırlatıyor mu?)
Komisyon kendi kurallarını koyacak ve uygulayacaktır (Kopenhag Kriterleri?), Komisyonun kendi bayrağı (AB Bayrağı?), bütçesi ve polisi olacaktır (AGSP?). Üyeler ve yönetim memurları diplomatik ayrıcalıklar taşıyacaktır. (Karen Fogg?).
Allah'tan Atatürk vardır, Kuvayi Milliye vardır kıymetli okuyucu..
16 Ocak 1923'te (daha Cumhuriyet'in ilanına dokuz ay vardır) İzmit'teki basın toplantısında şunları söyler:
"İstanbul teşkilâtından bahsedilmiştir. İstanbul hükümet merkezi olmadıktan sonra tabii vüsatiyle, nüfusunun ekseriyetiyle mütenasip idare teşkilatına malik olacak. Fakat hiçbir zaman müstesna, mümtaz bir şehir gibi hususi bir idareye malik olmayacak".
Dönün şimdi yazının başını bir daha okuyun.
Tekrar soruyorum; Sevr kâbusları görmekte haksız mıyım?
"Geniş yetkilerle donatılmış bir İstanbul Parlâmentosu kuracağız, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi yerine o görev yapacak, İstanbul'a da hemşehrilik vergisi gelecek". (30 Mart 2002 Yavuz Donat)
Beş sene önce de Rahmi Koç benzer bir fikir ileri sürmüştü.
3 Ekim 1997 tarihli Milliyet sekiz sütuna şöyle bir manşetle çıkmıştı: "Boğaz'a Özerklik".. Alt başlık "Rahmi Koç: Çanakkale ve İstanbul Boğazına tek yönetim şart".
Devam ediyordu bay Koç: "İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının tek bir idare altında toplanması gerekiyor, bu konu üzerinde çalışıyoruz. Bu çok önemli. Çünkü şimdiki düzenlemede çok kişi karışıyor Boğaz geçişlerine, her kafadan bir ses çıkıyor. Özel bir kuruluş istemiyoruz, özerk bir kuruluş istiyoruz. Eğer bunu yapabilirsek, gerek BM bünyesindeki İMO, gerek dünyanın büyük sigorta şirketlerine, petrol ve nakliye şirketlerine tek bir muhatap olacaktır. Bu da çok iyi Türkiye için."
Kilit kavram olan "özerk" kelimesine dikkati çekmek istiyorum kıymetli okuyucu. Sayın Koç'un son derece önemsiz imişcesine ifade ettiği sistemin Türkçesi şudur; "Koç yabancı sermayenin kontrolunda, uluslar arası ve ille de özerk bir yönetimle idare edilen bir Boğazlar rejimi istemektedir."
İyi de her türlü kapitülasyonlardan Lozan'da kurtulmamış mıydık biz?
Tabii isteklerin sınırı Lozan'dan hayli gerilere gidiyor. 1915'lerde gerçekleştirilen; Londra, Sykes-Picot, Paris ve İstanbul Anlaşmalarının hepsinde İstanbul (ve Boğazlar) değişik yabancıların kontroluna veriliyor.
1918'de ABD Başkanı Wilson İstanbul ve Boğazlarda ayrı bir devlet kurulmasından söz ediyor (Wilson Prensipleri Madde 12)
Bu arada ABD Senatosunun Lozan'ı hala onaylamadığını biliyor muydunuz?
1919 Ocak Paris Konferansında Osmanlı paylaşılır. Burada İstanbul ve Trakya'yı Yunanistan ister. Osmanlı tebaası olan Fener Rum Patrikhanesi bu konferansa sanki farklı bir hükmi şahsiyetmiş gibi ayrı bir heyetle katılır.
3 Ekim 1997 tarihli röportajda Koç da Patrikhaneden "İmparatorluk" diye söz etmektedir.
16 Mart 1920'de İstanbul işgal edilir, 10 Ağustos 1920'de Sevr imzalanır. Sevr'de Halifenin Constantinople'da oturarak İngiliz kontrolunda İslâm Dünyasını yönetmesi plânlanmıştır. Rum Patrik de Ortodoks dünyasını yönetecektir.
Sevr'de bir de "Boğazlar Komisyonu" maddesi vardır.
Boğazlar Komisyonu "nevi şahsına münhasır" bir devlettir. Çatalca-İzmit-Edremit arasında kalan üçgen, bu "komisyonun" toprağıdır ve Türkiye, Boğazlar ve İstanbul Bölgesindeki hakimiyet haklarından vaz geçmiştir. Komisyona İngiltere, İtalya, Fransa, Japonya, Yunanistan ve Romanya temsilcileri katılacak ve başkanlığı birer yıl süre ile yürüteceklerdir. Türkiye'nin bu komisyonda üyesi yoktur. (Dün bahsettiğimiz Mâli İşler Komisyonunda da Türklerin sadece "istişarî" üyesi vardı.)
Yürütme, Yasama ve Konsolosluk Mahkemeleri aracılığı ile yargı bu komisyonun elindedir. (Tahkim ve AİHM kararı beklenene kadar askıda tutulan dosyalar bir şeyler hatırlatıyor mu?)
Komisyon kendi kurallarını koyacak ve uygulayacaktır (Kopenhag Kriterleri?), Komisyonun kendi bayrağı (AB Bayrağı?), bütçesi ve polisi olacaktır (AGSP?). Üyeler ve yönetim memurları diplomatik ayrıcalıklar taşıyacaktır. (Karen Fogg?).
Allah'tan Atatürk vardır, Kuvayi Milliye vardır kıymetli okuyucu..
16 Ocak 1923'te (daha Cumhuriyet'in ilanına dokuz ay vardır) İzmit'teki basın toplantısında şunları söyler:
"İstanbul teşkilâtından bahsedilmiştir. İstanbul hükümet merkezi olmadıktan sonra tabii vüsatiyle, nüfusunun ekseriyetiyle mütenasip idare teşkilatına malik olacak. Fakat hiçbir zaman müstesna, mümtaz bir şehir gibi hususi bir idareye malik olmayacak".
Dönün şimdi yazının başını bir daha okuyun.
Tekrar soruyorum; Sevr kâbusları görmekte haksız mıyım?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002