Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temelini oluşturan iki mihenk taşı olan Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası, bugün bir kez daha ideolojik saldırıların hedefi haline gelmiştir. Özellikle PKK'nın sözde feshine ilişkin açıklamalarında bu iki kurucu belgeye duyulan açıktan husumet, süregelen ayrılıkçı ideolojinin yönünü göstermektedir. Örgüt, kuruluş amacını, Lozan ve 1924 Anayasası'nda Kürt kimliğinin tanınmamasına bağlamakta; bu belgelerin reddi üzerinden bir meşruiyet üretmeye çalışmaktadır. Bu söylemler, yalnızca hukuki ve tarihi kazanımlara değil, aynı zamanda Türk milletinin ortak aidiyetine ve üniter devlet yapısına yönelmiş açık tehditlerdir.
Hatırlanmalıdır ki Lozan Antlaşması'nda yapılan azınlık tanımı, etnik değil dinî temelde yapılmış; yalnızca Müslüman olmayan gruplar — Ortodoks Rumlar, Ermeniler ve Museviler— azınlık olarak kabul edilmiştir. Kürtler, Çerkezler, Araplar ve diğer Müslüman topluluklar ise azınlık değil, bu toprakların asli unsurları, "milletin parçası" olarak değerlendirilmiştir. Bu yaklaşım, 1924 Anayasası'nda sistematik bir kimlik tanımıyla daha da pekiştirilmiştir. Söz konusu anayasada "Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk'tür" hükmüyle, etnik farklılıklar reddedilmeden, kapsayıcı bir üst kimlik olan Türklük inşa edilmiştir. Bu, bir etnisite dayatması değil; ortak değerler ve kültürel birikim üzerinden ulus inşası çabasıdır.
Ancak bugün, "ortak vatan" söylemi etrafında örülen siyasi dil, bu birlik zeminini tahrip etmeye yönelmiştir. Nitekim BDP (DEM) Eş Genel Başkanı Gülten Kışanak'ın 2012 yılında yaptığı açıklama bu kavramın nasıl bir federatif yapıyı hedeflediğini açık biçimde ortaya koymaktadır:
"Öcalan, demokratik özerk Kürdistan projesinin mimarıdır. Ortak vatanda gönüllü birlikteliği sağlayacak mıyız sağlamayacak mıyız? Türkiye'yi ortak vatan kabul edeceksek, Kürdistan gerçeğini de göreceksiniz." Bu açıklama, "ortak vatan" kavramının bireyler arası eşit yurttaşlık değil; etnik yapılar arasında coğrafi ve yönetsel bölüşüm anlamına geldiğini ortaya koymaktadır. Yani bu söylem, eşitlikten değil, ayrışmadan beslenen bir ideolojik stratejinin ürünüdür. Ancak aynı çevrelerin bugün geldiği noktada, geçmişteki bu açıklamaları perdelemek için yeni bir söylem geliştirdikleri dikkat çekmektedir. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan'ın son açıklaması bu bağlamda oldukça manidardır: "Ortak vatan çağrısı yapılıyor. Ortak vatan çağrısını yapanlar mevcut sınırları kabul ediyorlar. Lozan ile çizilen sınırlara ortak vatan diyen birisi Lozan'ın neresini tartışıyor, Türkiye'nin neresini bölüyor?" Bu ifadede sinsi ve manipülatif bir dil dikkat çekmektedir. Geçmişte ortak vatan söylemini etnik otonomiyi, hatta federatif yapıyı meşrulaştırmak için kullananların, bugün bu söylemi "mevcut sınırların kabulü" gibi masum bir zemin üzerinden aklamaya çalışması çelişkili ve stratejiktir. Bu tür ifadeler, kamuoyunun hafızasını yanıltmaya, geçmiş beyanları unutturmaya yönelik ideolojik makyajlama çabalarıdır.
Daha da dikkat çekici olan ise, bu açık söylemler karşısında AKP, MHP ve CHP'den net bir itiraz gelmemesidir.
2015 yılında, AKP ile MHP'nin henüz birbirine zıt çizgilerde olduğu dönemde BTP ebedi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ın yaptığı şu öngörülü açıklama bugün hâlâ güncelliğini korumaktadır: "Türkiye'yi bölme senaryosu hayata geçtiğinde AKP, MHP ve HADEP (bugünkü DEM) bir olup Türkiye'yi bölecekler. CHP ise göstermelik muhalefet yapacak. Tiyatro bu."
Bu açıklama, "ortak vatan" söyleminin arka planında yatan planları ifşa eden, cesur bir uyarı niteliğindedir. Bugün gelinen noktada, hükümetten gelen açıklamalar meseleyi doğrudan ele almak yerine, süreci yuvarlak cümlelerle geçiştirmektedir.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un ifadeleri, somut ideolojik tehditler karşısında soyut temennilerle yetinmektedir: "Millet olarak birlik ve beraberliğimizi daha da kuvvetlendirerek yolumuza devam edeceğiz. Etnik kökeni ne olursa olsun hepimiz kardeşiz…"
PKK, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgeleri olan Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası'nı doğrudan hedef alırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu saldırılara kamuoyu önünde açık bir reddiye sunmamış; "Lozan'la ilişkilendirmedim" diyerek konunun dışına çekilmiştir. Bu durum, açık bir ideolojik saldırıya karşı gerekli siyasal refleksin gösterilmemesi anlamına gelmekte ve kamu vicdanında ciddi bir boşluk yaratmaktadır. Net bir duruş beklenirken, sessizlik veya mesafeli geçiştirme, ayrılıkçı söylemlere dolaylı alan açmak riski taşımaktadır. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son konuşmalarında, belediyelere ve yerel yönetimlere dair sistem değişikliği önerileri gündeme gelmiş; bu da "yerinden yönetim" adı altında federatif tartışmalara zemin hazırlama riski taşıdığı için kamuoyunda kaygıyla izlenmiştir.
Tüm bu gelişmeler ışığında, Türkiye Cumhuriyeti'nin üniter yapısını, millet tanımını, hukuki sınırlarını ve toplumsal bütünlüğünü tartışmaya açacak söylemlere karşı açık ve kararlı bir duruş sergilenmelidir.
"Ortak vatan" gibi kavramlar, içerikleri netleştirilmeden kullanıldığında, toplumsal barıştan çok parçalanmışlık üretmektedir. Ulus devletin teminatı olan Lozan ve 1924 Anayasası'na yöneltilen doğrudan ya da dolaylı her saldırı, Türkiye'nin tapu senedine ve anayasal temeline yönelmiş bir tehdittir. Bu tehdide karşı en büyük direnç, milletin tarihî şuurunda ve siyasal iradenin netliğinde yatmaktadır.
Not:
Bu makale, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak başlattığı Millî Mücadele'nin yıldönümünde, bu kutlu yürüyüşün anlam ve mirasına ithaf edilmiştir.
19 Mayıs, yalnızca bir kurtuluş hareketinin başlangıcı değil, aynı zamanda bir milletin bağımsızlık ve egemenlik kararlılığının simgesidir.
Bugün Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası gibi kurucu belgelere yöneltilen açık ve örtük saldırılar karşısında gösterilecek her duruş, aslında bu tarihî iradenin çağdaş bir yansımasıdır. Atatürk'ün "Türk milletinin istiklâl ve Cumhuriyetini koruma ve savunma görevini gençliğe emanet ettiği" bugün de, Cumhuriyet'in temel değerlerini savunmak, 19 Mayıs'ın ruhuna sahip çıkmaktır. Bu vesileyle 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı'nı kutluyor; başta gençliğimiz olmak üzere tüm milletimizin bu tarihî sorumluluğun bilincinde olmasını temenni ediyoruz.
- PKK ve yeni süreçte jeopolitik dengeler: Sevr mi Lozan mı? / 14.05.2025
- Türkiye için vakit kaybetmeden Afet Yönetimi Bakanlığı kurulmalı / 06.05.2025
- 40 milyar dolarla ne yapabilirdik? / 05.05.2025
- 1 Mayıs'ın ardındaki gerçek soru: Hangi sistem emekçiye umut olabilir? / 04.05.2025
- Çocuklar yaşarsa millet yaşar / 29.04.2025
- Atatürk mü? Kenan Evren mi? İşte gerçekler / 28.04.2025
- Kaybolan iğne evde aranır / 23.04.2025
- Dış politikanın kırılma noktası: Kıbrıs / 22.04.2025
- Algı yönetimi gölgesinde Suriye ve bölgesel tehditler / 20.04.2025