Kavram kargaşaları içerisinde insanımız savrulup duruyor. Bunlardan birisi de medeni insan kavramıdır. Medeniyet tarifinde sıkıntı yaşadığımız gibi medeni insan tarifinde de sıkıntı yaşıyoruz.
Hep birilerinin çizdiği profili ya yansıtma gayreti içindeyiz ya da anlatma gayretinde.
Vahim olan ise profilleri önümüze koyanların ne kültür, ne inanç ve ne de medeniyet olarak bizimle bağı olmayanların olmasıdır.
Bizim örnek insan modelimiz bellidir ve O'nun hakkında NAS vardır. "Şüphesiz ki sen, büyük bir ahlak üzeresin" (Kalem, 4).
Hz. Peygamber; "Ben, ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim". "Beni Rabbim terbiye etti ve güzel terbiye etti" buyurmuştur.
Onun için Putin'i, Obama'yı, Trump'ı, Miçotakis'i değil Hz. Muhammed'i ve Ehl-i Beyt'ini dost edineceğiz.
Onlar gibi olamayız ama onları, taklit edebilme gayretinde olabiliriz. Çocuklarımıza Onları (a.s) anlatabiliriz, örnek olarak verebiliriz.
Bugünkü yazımda Peygamber Efendimizin (s.a.a.v) bazı özelliklerini bir daha hatırlayalım:
Ahlak, adalet ve güven (emin olmak) O'nun karakteriydi. Yaratandan ötürü yaratılanı sever, yaratılanlarda onu severlerdi. Sevmeyenler bile O'na saygı duyardı.
O, lüzumsuz yere konuşmaz; konuştuğunda ne fazla, ne eksik söz kullanırdı. Konuşurken herkesin anlayacağı bir dilde konuşurdu. Kelimeleri, cümleleri müjdeleyici, tatlı ve netti.
O, hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı...
O, her zaman ağırbaşlıydı. Asla umutsuzluğa düşmezdi. Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi.
O, kimsenin kusurunu araştırmaz, araştırılmasına da izin vermezdi. Hiç kimseyi, ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ayıplardı.
O, affedici idi. Dünya işleri için kızmazdı. Kötü söz söylemezdi. İntikam almazdı. Kimseye, hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi. Yanında en son konuşanı, ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi.
O, konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmez, bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.
O, sıradan değildi ama sıradan insanlar gibi yaşardı
O, sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı. Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.
O, önüne ne konulursa yerdi. Fakirlerle aynı sofrayı paylaşırdı. O'nun yürüyüşü vakarlı idi.
O, sabahları evinden çıkarken: "İlahi, doğru yoldan sapmaktan ve saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım" dua ederdi.
Daha nice güzel örnekler Peygamber Efendimizin şahsında hayat bulmuştur. Bu örneklere 'sünnet' diyoruz.
Hz. Peygamberin (s.a.a.v) sünnetini en iyi bilen ve de yaşayan ise bizzat Ehl-i Beyt'idir. Diğer ifade ile sünneti ayakta tutan İmam Ali ve o pak soyun Hak İmamlarıdır. Sünnete sarılmak isteyen Ehl-i Beyt'e sarılmak zorundadır.
İmam Ali, Peygamberimizi anlatıyor
"Orta boyludan uzunca, çok uzun boyludan kısa idi. Başı makbul şekilde büyük, saç ve sakalları kıvırcıkla düz arasında, saçlarını ikiye ayırsa, o hâl üzere bıraksa başlarının iki tarafına salınır idi.
İki bölük olmasa, saçları uzatınca kulağının yumuşağını geçmez idi. Rengi pembe, alnı geniş, alnının iki yanı açıktı.
Kaşı yay gibi göz uçlarına uzardı. Kaşlar birbirine yakın fakat çatık kaşlı değildi. İki kaşı arasında bir damar vardı.
Ancak sinirlendiğinde o damar ortaya çıkardı. Peygamberimizin mübarek burnunun süt, yani kaşları tarafı biraz yüksekçe ve üstü ince idi.
Burnu üzerinde bir nur vardı ki ilk gören burun direğinin ortası yüksek ve üst tarafı düz, uç tarafı alçak sanırdı. Ama burnunun kaş tarafı biraz yüksek, üst tarafı ince idi.
Sakalı büyük, yanakları yumru değil düzdü. Ağzı geniş, ön dişleri inci gibi tane tane seyrekçe, göğsünden göbeğine kadar ince bir hat gibi kıllar vardı.
Boynu mutedil son derece güzel, gümüş gibi berrak ve saftı.
Efendimizin (s.a.v.) bütün a'zası birbiriyle uyumlu, vücudu ne şişman ne arık ne de kuvvetli ve sıkı etli idi.
Mübarek karnı göğsü ile düz olup dışarı çıkmış değil; göğsü geniş ve enli, iki omuzlarının arası geniş, kemiklerinin birleştiği yer büyük, elbisesiz görünürse teni nurlu, kılları ince uzun, memelerinde ve karnında (göğsünden göbeğine kadar hat gibi uzanmış ince bir kıllardan başka) kıl yoktu. Kollarında, omuz başlarında fazlaca kıl vardı.
Bileğindeki yumru kemikler uzunca, el ayası avuçları geniş ve cömertliğine alâmetti.
El ve ayak parmakları büyükçe (uzunca, kalınca) idi. Yürürken ayaklarının altı (üzengi gibi) yerden yüksekçe ayağını sağlam ve pek basardı.
Ayağının üstü düz olup üzerinde kir, yarık, yırtık yoktu. Ayağının üstüne su dökülse hemen akardı.
Ayak etleri hafif, yürürken adımları uzun, sağa sola meyletmez, yalnız öne biraz eğilir, vakar ve sükûnet, tevazu üzre çabukça ve uzun adımlarla yüksekten inermiş gibi yürürdü.
Bir şeye göz ucuyla bakmayıp bütün vücuduyla yönelir, boş yere sağa sola bakmaz, önüne, gökten ziyade yere bakardı.
Bakışının çoğu tefekkür idi. Cenâb-ı Hak'tan (c.c.) daima hayâ ederdi. Mubah şeylere göz ucuyla bakardı.
Ashabıyla giderken onları korumak ve himaye etmek, zayıflarına, fukarasına yardım etmek için ardınca yürür ve "Benim arkamı meleklere bırakın." derdi.
Karşılaştığı kimselere ilk önce alçak gönüllükle selam verirdi. Selamı almak farz olduğundan karşısındakinin çok sevaba girmesini isterdi." (Mehmed Raif Efendi, Şemâil-i Şerif: Efendimiz'in Güzelliği ve Ahlakı, haz. A. Azmi Bilgin, İstanbul 2013, s. 29-30.)
Şefaat Ya Resulullah…
- ‘Terörsüz Türkiye’ komisyonu ilk görevini tamamladı / 25.08.2025
- Filistin’den, Erdoğan’a 3 mektup / 24.08.2025
- Adaletin batsın dünya / 23.08.2025
- Gazze’de ‘Şükür Namazı’ ne zaman? / 22.08.2025
- 17 Ağustos’u hepsi unuttu / 20.08.2025
- Hünkar’ın huzurunda büyük terbiyesizlik / 19.08.2025
- Kuran’ı hayatımızdan çıkardık / 18.08.2025
- AKP’nin derin Bartholomos sessizliği -2- / 17.08.2025
- AKP’nin derin Bartholomeos sessizliği -1- / 16.08.2025