"Ortadaki krizin adını koyalım: Bu Lübnan'a yönelik bir Amerikan-İsrail işgali." Bu sözler Noam Chomsky'ye ait. "Arap dünyası demokratik güçlerin dinci köktencilikle mücadelesinde bir yol ayrımında. Bizler demokratik güçlerin kazanmasını istiyoruz ve dolayısıyla Lübnan'a gidecek BM gücünün amacı Lübnan hükümetini güçlendirmektir."Bu sözler de İtalya Dışişleri Bakanı Massimo D'Alema'nın. Gittikçe sonuca ve doğru noktaya yaklaşıyoruz. "Avrupa'nın Haçlı savaşları sekiz sefer boyunca devam etti. Görünen o ki, şu anda arkasında ABD ve İsrail'in bulunduğu Hıristiyan Avrupa, dokuzuncu Haçlı seferini başlatmakta kararlı. İlk Haçlı Seferi Papa'nın 1096'da Roma'dan Müslümanlara karşı yaptığı 'kutsal savaş' çağrısıyla başlamıştı. Bu seferin ve sonrasındaki ikinci seferin Fransız komutasında olması dikkat çekiciydi; üçüncüsü İngiliz komutasındaydı ve dördüncüsünde komuta tekrar Fransa'ya dönmüştü. Keza Fransa yedinci ve sekizinci seferlerin de komutasını üstlenmişti.Lübnan'a konuşlandırılacak çokuluslu gücün amacı, bölgeyi Batı çıkarları doğrultusunda şekillendirmek. Yeni bir Haçlı seferi geliyor."Bu paragraf da, Katar'da yayın yapan Vatan gazetesinin yazarı Ahmed Amrabi'ye ait. Bu minvalde yüzlerce yazı, yüzlerce örnek, yüzlerce alıntı göstermek mümkün. Dün İsrail'in Lübnan'da başlattığı işgal, bugün devam eden süreç, ve BM Barış Gücü Lübnan'a ulaştıktan sonra yaşanacakların dünyayı sürüklediği rota bu: Yeni bir Haçlı savaşı, yeni savaşlar, yeni katliamlar...Birilerinin dizayn ettiği yol haritası birebir tatbik ediliyor. Dünyanın İslam ve diğerleri olarak iki kampa ayrıldığı ve diğer kampın "Haçlılar" olarak işgal ve katliamlarına devam ettiği bir vasatta, yaşananları basiretli bir şekilde değerlendirme mecburiyeti bir kat daha artıyor.Türkiye, bulunduğu konum itibariyle bu savaşın tam merkezinde yer alıyor. Dikkat edin, 11 Eylül sonrasında ABD'nin başlattığı her savaş, Türkiye ile derin bağlantılara sahip. Afganistan, Irak, Filistin, Lübnan, önümüzdeki dönemde de İran ve Suriye...Savaş bizim etrafımızdaymış gibi görünse de, savaş tam anlamıyla içimizde. Top seslerini, roket atışlarını, uçaklardan atılan bombaların tahribatını duymuyor, güllelerle paramparça olan binaları ve kara kara duman bulutlarını görmüyor olabiliriz ama savaş meydanının orta yerinde öylece duruyoruz. Fokur fokur kaynayan Ortadoğu kazanında ateşe en yakın konumda biz varız. Bulunduğumuz konum, ateşi söndürebileceği gibi, körükleyebilecek potansiyele de sahip. İlk yanacak olan da olabiliriz, yananları kurtaracak olan da...Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "Risk ve menfaat ikiz kardeş gibidir. Hayat bir risktir, siyaset bir risktir, her şey risk ile iç içedir" diyor ya, işte Türkiye de öyle bir risk merkezinin içindedir ve o riskin kardeşi falan yoktur. Riskin tek dostu vardır; o da firasettir, basirettir, sağduyudur. Lübnan bataklığına mehmetçiği göndermenin altyapısını hazırlayıp, milletin gazını almak için söylenmiş bu "risk" açıklamaları, "menfaat", verilen sözler ve altına atılan imzaların peşinden ülkeyi risklerle dolu bir bataklığın içine sürükleme niyetinin izharından başka bir anlam taşımıyor. Ve bu açıklamalar aynı zamanda Başbakan Erdoğan'ın riskin gerçek dostundan yoksun olduğu acı gerçeğini bizlere duyuruyor. Başbakan Lübnan'daki riskin farkında ve işin acı tarafı bu işi bilerek yapıyor. Bilmeden yapmanın "cehalet" gibi geniş ve rahatlatıcı bir sıfatla izahı ve bahanesi varken, bilerek, farkında olarak yapmanın vebali, altından kalkılamayacak kadar ağır oluyor. Ve tarih o vebalin altından kalkanı kaydetmiş değil. Hele hele o bilerek yapılan iş, bir ülkeyi, bir bölgeyi, bir dünyanın kaderini etkileyecekse...Bugün çok önemli bir gün. AKP'li vekiller grup toplantısında Başbakan Erdoğan ve kurmayları tarafından "Lübnan'a asker gönderme" konusunda ikna edilecekler. Yarın da Meclis Genel Kurulu'nda bu önemli kararı oylayacaklar. Ve bizler de AKP'li vekillerin vicdanlarının ne kadar bağımsız olduğunu ve Türkiye'yi ateşe atıp atmama konusunda gösterecekleri samimiyeti test etme imkanına sahip olacağız. Düşünsenize, Başbakan Erdoğan ve ekibi, hem vekilleri, hem de milleti birşeylere ikna etmek için çabalayıp duruyorlar. Milletin ve vekillerinin ikna olmasını gerektirecek bir durum, ülkemiz için, milletimiz için hayırlı olabilir mi? Sizlerin cevabını duyuyorum ama yarınki Genel Kurul toplantısında vekillerin o cevabı vermeyeceğinden ciddi anlamda endişe ediyorum.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Alperen Polat / diğer yazıları
- Sadaka sosyalizmi / 17.04.2013
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012
- Namusumuza dokunan yanar / 14.04.2013
- MHP'nin misyonu / 26.03.2013
- Tarihe şahitlik ettim / 04.03.2013
- Teröre teslim olduk / 15.01.2013
- Atatürk’e sahip çıkana sahip çıkmak / 12.01.2013
- Talabani miadını doldurdu, sıradaki gelsin! / 21.12.2012
- Arınç misyonu / 20.12.2012
- 1962’den 2012’ye ‘satılık müttefik’ Türkiye! / 19.12.2012
- ‘NATO toprağı Türkiye’den dünya savaşının fitilini ateşlemek / 18.12.2012