Deprem esnasında başımıza gelenler, izlediklerimiz, aklımızın almadığı olaylar silsilesi, her gün yeni bir sevindirici yaşam haberi almak hepimizi derinden sarstı.
Kimimiz, 'öldürmeyen Allah öldürmez' diyerek duanın arkasına sığınırken, kimimiz enkazdan çıkarılan çocukların bu kadar gün nasıl yaşadıklarına dair senaryolar ürettik.
Oysa bu mucize kabilinden yaşayan çocuklar gelecekte acaba ne gibi bir görev üstlendiler ki, görevleri yarım bırakılmadı. Bir de işe bu taraftan bakmak lazım.
***
Deprem yardımlarının toplanıp, göçenlere ev açmak için çırpınan genç bir aile tanıdık. İnsanlara yardım etmek için koşturanların içinde, 99 depreminde enkaz altından kurtarılmış, her tarafına özellikle omurgasına platin çubuk takılmış bir anne!
Üstelik bugün kocaman bir kız doğurup büyütmüş. "Bu da benim mucizem!" dedi. Paketleri yüklenmeye kalkışınca ister istemez korumacı davrandık. Ben bir bel fıtığı ile başa çıkamaz iken, onun çektiği acıları, geçirdiği ameliyatları düşünmek bile istemedim. Onun görevi de "yardım" parantezinde üçlenmiş.
Yangın yerine dönmüş bir enkazdan çıkıp hayata tutunmak ancak çocuklara has bir beceri. Büyükler hayata o kadar sıcak bakmıyorlar galiba…
***
Gariptir ama deprem sonrası herkesi bir yardım hevesi sarmış durumda. Rahmetli dedem, "Bonkörlük günah ile orantılıdır" derdi. Gerçekten de yaşadığım pek çok olayda bu sözün doğruluğunu gördüm. Bağış toplama gecesinde keller yağırlar birbirini ağırlar misali, bol keseden vaatlerde bulunanları görünce televizyonu kapatmak ihtiyacını duydum.
Öte yandan hiçbir reklam yapmadan, televizyonlara çıkmadan depremzedelerin yarasına merhem olmaya çalışan, kiralık boş evlerini ücretsiz depremzedelere açan, zar zor geçinirken bir ay aç kalmayı göze alıp maaşını bağışlayan insanoğlu insanları düşününce içim acıdı.
Bir an için kendimi milletin parası ile bağış yapanlar ile alnın terini bağışlayanlar arasında tercih yapma durumunda hissettim.
***
Tabii, öte yanda dayanmış döşenmiş evleri şehre veya akrabalarının yaşadığı yere uzak bulan, ev küçük diye beğenmeyenlere ne demeli onu da size bırakıyorum.
İnsanoğlunun içinde her zaman için bir kıskançlık ve öfke bulunuyor. Kanaatkâr olmak, kendisine sunulan ile yetinmek dervişlere has bir yaşam biçimi…
Söylenecek çok söz var. Ancak şimdi susma ve dayanışma zamanı diyerek çok lafı sonraya bırakıp yutkunuyoruz.
Fukaralık bu coğrafyanın kaderi değildir. Bu kadar zengin topraklara sahip bir ülkede sadece ve sadece alma tarlasında yetişmiş olanlara söylenecek bir tek söz vardır. Onu da burada yazamıyorum.
Sevgi ile beslenmiş, merhametle donanmış, vicdan sahibi insanlar var olmaya devam ettikçe Anadolu denilen bu aziz topraklar üzerinde biz her türlü engellemeye rağmen yaşamaya, var olmaya devam edeceğiz…
Tabii, bizim gibi olan ve bizi sevenleri sevmeye de…
Sevgi ile kalın…
Yardımda kalın…
Çocuklarla kalın…
Mucize ile kalın…
- Eski dostlar… / 03.09.2025
- Çocuk ve gençlerin eğitimi… / 26.08.2025
- Yalnız kalan gençlik ve yangın… / 21.08.2025
- Uludağ kampları ve Yalçın İpbüken… / 10.08.2025
- Yangın yeri, yüreğimiz… / 01.08.2025
- Kitaplar… / 24.07.2025
- Dost Azerbaycan, can Azerbaycan… / 18.07.2025
- İnsanlar ve iyilikler… / 15.07.2025
- İzciliğin görevi… / 22.06.2025