78'li yıllar Karadeniz'de kışlar bir başka olurdu.
Bir buçuk-iki metre yağan karın kervansaray gibi büyük hanelere mahkum ettiği insanlar, ocak başı muhabbetlerini ve akraba meclisi sohbetlerini kaynattıkça kaynatırlardı.
Dededen-babadan kalma eski kalın çam veya meşeden hanelerdi bunlar? Han gibi.
Baba ocağıydı buralar.
Bu koca hanelere, Siyahsaray derdik biz zamane gençler.
Hali vakti yerinde olanlar yahut Alamancılar, antika evlerin yakınlarına bir-iki katlı tuğla evler yapmaya başlamışlardı. Tek-tük? Sosyete eviydi onlar.
Koca haneden bir metre bile uzak kalmak, ayrı ev yapmak veya müsaadesiz yuva kurmak öyle herkesin kârı değildi.
Eski hanelerin yahut avlunun etrafı tahta veya kesme taştan duvarla çevriliydi.
Yığma kara taş üstüne iki veya iki buçuk kat olarak inşa edilirdi. Eğer evden uzakta bir ahir yoksa, giriş katı, ahır denilen büyükbaş hayvan barınağıydı.
Korunması gereken tahıl, sebze ve meyvelerin bulunduğu seranderler vardı evlerin yakınında.
Korunaklı avludan büyük haneye, değirmen kilidi gibi en az bir karışlık ve işaret parmağı kalınlığında borudan mamul bir anahtarla açılan koca kapıdan girilirdi.
70-80 metrekarelik toprak zeminin taş duvar kısmında açıktan odun ateşinin yandığı ocaklık vardı.
Birbirine geçme-çivisiz usulle inşa edilmiş çam yahut meşeden tahta duvarlar, odun ateşinin isinden doğal bir siyah renge boyanırdı. Cumalarda-bayramlarda silinirdi bu kara isler.
Cümle aş ve iş o ateşte Besmele ile kaynar-pişerdi.
Gürgen odununun ateşte çıkardığı cızırtılar, Yusufçuk ve Uğur böceklerininkine karışırdı Ağustoslarda.
Tüm yatak odalarının ve küçük konuk odasının kapıları bu ocaklığa açılırdı? Geniş siniler ve sofralar burada açılırdı. Adeta cümbür-cemaat toplanma, cem olma yeriydi bu ocaklık.
Her odanın bir köşesinde, döşeme tahtası yukarı çekilip açıldığında duş alınan banyolar vardı. Ayrıca çamaşırların da yıkandığı büyük alüminyum leğenler de bulunurdu.
Bütün odaların kapılarının açıldığı ve çoban ateşi gibi açıktan odun ateşinin sürekli yandığı ocak başı oturma-meclisinde, çatının dört omuzuna bağlanıp ateşin üstüne asılan güğümlerde gece-gündüz su kaynardı.
İsten-dumandan kara gelin gibiydi ateş üstündeki güğümler ve kulplu bakraçların büyütülmüş halindeki çukani denilen kulplu tencereler.
Yeni kalaylanmış bakır güğüm ve kulplu derin tencereler ise düğünlerde-bayramlarda boy gösterirlerdi.
Yirmi dört saat ıhlamur ile birlikte aile-akraba muhabbeti kaynardı odun ateşinin üstünde yahut yanı başında? Ihlamur çayı kıpkızıl olurdu kaynamaktan, ateş rengini alırdı.
Özellikle ocak başı sohbetlerini aksatanların yahut gurbetten gelenlerin kulakları bu sitemle çınlatılırdı:
Uzun karakış gecelerinde,
Kuzinelerde pişip tatlanmış kabakların islerini
Mintanımızın yenleriyle ocak başında birlikte silemedikten sonra?
Zehmeri akşamlarını
Çoban ateşiyle ısıtıp
Küllere gömülü patatesleri silkeleyerek
Tek Besmele ile aynı tastan bala-pekmeze banamadıktan sonra
Ne kıymeti var dostluğun?
Ne çıkar böyle ahbaplıktan!
Baharda ve yazın Perşembe ve Cuma akşamları bir araya gelinirken, karakış akşamları bu ocak başlarında sürekli muhabbet kaynatılırdı.
Yatsı namazları cemaatle veya tek tek eda edilmiştir o saatte?
Yaşlılar Milli Mücadele yıllarını, Seferberlik hatıralarını ve Sarıkamış günlerini yad eder, biraz daha genç olup harekattan dönebilenler Kıbrıs Barış harekatı ve Beşparmak dağları hatıralarını anlatırlardı.
Biraz mürekkep yalamış büyük dedeler sakallarını sıvazlayıp okkalı-edalı girişle söze başladıklarında meclistekiler adeta nefes almazdı.
Siyer-i Nebi, Hayber Kalesi Cengi, Hz. Ali Cenknameleri, Kalesi Cengi, Cabbarname, Tepedar, Yusuf ile Züleyha, Leyla ü Mecnûn, Dedem Korkut'taki Bayındır Hân, Bolu beği ve Köroğlu o muhabbetten hafızamızda yer edenler? Avcılık ve atmaca hatıraları, ilahiler, kasideler, atışmalar ve türküler? Bilen bildiğini edep ve erkan için okurdu, anlatırdı.
Zaman zaman gecenin bitiminden Abdülhamid Han'dan veya Seferberlikten kalma mavzerle (ki rahmetli dedem mavzere büyük emanet derdi) beş-altı el atışla gece faslı tamamlanırdı.
Şehitleri sevindirmek için Milli Bayram ve Cuma akşamları bu büyük emanetle(mavzer) 7 tane atarız evlat, derdi rahmetli dedem.
Küçükler film izler gibi dinler. Uyku vakti geldiğinde anneler veya yengeler onları usulca yatağa götürürlerdi. Çocuklar ikinci akşamı iple çekerlerdi.
O büyük aile-muhabbet meclisinde sevgi ve hikmetle yoğrulurdu çocuklar?
Şimdi ise ne o büyük aile kaldı, ne o ocak başları, ne o muhabbet? Aile oldu çekirdek. Çekirdek de parçalandı.
Gel gör bizi modernlik neyledi?!
Lakin hepsi yıkılmadı, o yüce muhabbet-haneler hâlâ var, hamdolsun. Görene? Köre ne?
Bir buçuk-iki metre yağan karın kervansaray gibi büyük hanelere mahkum ettiği insanlar, ocak başı muhabbetlerini ve akraba meclisi sohbetlerini kaynattıkça kaynatırlardı.
Dededen-babadan kalma eski kalın çam veya meşeden hanelerdi bunlar? Han gibi.
Baba ocağıydı buralar.
Bu koca hanelere, Siyahsaray derdik biz zamane gençler.
Hali vakti yerinde olanlar yahut Alamancılar, antika evlerin yakınlarına bir-iki katlı tuğla evler yapmaya başlamışlardı. Tek-tük? Sosyete eviydi onlar.
Koca haneden bir metre bile uzak kalmak, ayrı ev yapmak veya müsaadesiz yuva kurmak öyle herkesin kârı değildi.
Eski hanelerin yahut avlunun etrafı tahta veya kesme taştan duvarla çevriliydi.
Yığma kara taş üstüne iki veya iki buçuk kat olarak inşa edilirdi. Eğer evden uzakta bir ahir yoksa, giriş katı, ahır denilen büyükbaş hayvan barınağıydı.
Korunması gereken tahıl, sebze ve meyvelerin bulunduğu seranderler vardı evlerin yakınında.
Korunaklı avludan büyük haneye, değirmen kilidi gibi en az bir karışlık ve işaret parmağı kalınlığında borudan mamul bir anahtarla açılan koca kapıdan girilirdi.
70-80 metrekarelik toprak zeminin taş duvar kısmında açıktan odun ateşinin yandığı ocaklık vardı.
Birbirine geçme-çivisiz usulle inşa edilmiş çam yahut meşeden tahta duvarlar, odun ateşinin isinden doğal bir siyah renge boyanırdı. Cumalarda-bayramlarda silinirdi bu kara isler.
Cümle aş ve iş o ateşte Besmele ile kaynar-pişerdi.
Gürgen odununun ateşte çıkardığı cızırtılar, Yusufçuk ve Uğur böceklerininkine karışırdı Ağustoslarda.
Tüm yatak odalarının ve küçük konuk odasının kapıları bu ocaklığa açılırdı? Geniş siniler ve sofralar burada açılırdı. Adeta cümbür-cemaat toplanma, cem olma yeriydi bu ocaklık.
Her odanın bir köşesinde, döşeme tahtası yukarı çekilip açıldığında duş alınan banyolar vardı. Ayrıca çamaşırların da yıkandığı büyük alüminyum leğenler de bulunurdu.
Bütün odaların kapılarının açıldığı ve çoban ateşi gibi açıktan odun ateşinin sürekli yandığı ocak başı oturma-meclisinde, çatının dört omuzuna bağlanıp ateşin üstüne asılan güğümlerde gece-gündüz su kaynardı.
İsten-dumandan kara gelin gibiydi ateş üstündeki güğümler ve kulplu bakraçların büyütülmüş halindeki çukani denilen kulplu tencereler.
Yeni kalaylanmış bakır güğüm ve kulplu derin tencereler ise düğünlerde-bayramlarda boy gösterirlerdi.
Yirmi dört saat ıhlamur ile birlikte aile-akraba muhabbeti kaynardı odun ateşinin üstünde yahut yanı başında? Ihlamur çayı kıpkızıl olurdu kaynamaktan, ateş rengini alırdı.
Özellikle ocak başı sohbetlerini aksatanların yahut gurbetten gelenlerin kulakları bu sitemle çınlatılırdı:
Uzun karakış gecelerinde,
Kuzinelerde pişip tatlanmış kabakların islerini
Mintanımızın yenleriyle ocak başında birlikte silemedikten sonra?
Zehmeri akşamlarını
Çoban ateşiyle ısıtıp
Küllere gömülü patatesleri silkeleyerek
Tek Besmele ile aynı tastan bala-pekmeze banamadıktan sonra
Ne kıymeti var dostluğun?
Ne çıkar böyle ahbaplıktan!
Baharda ve yazın Perşembe ve Cuma akşamları bir araya gelinirken, karakış akşamları bu ocak başlarında sürekli muhabbet kaynatılırdı.
Yatsı namazları cemaatle veya tek tek eda edilmiştir o saatte?
Yaşlılar Milli Mücadele yıllarını, Seferberlik hatıralarını ve Sarıkamış günlerini yad eder, biraz daha genç olup harekattan dönebilenler Kıbrıs Barış harekatı ve Beşparmak dağları hatıralarını anlatırlardı.
Biraz mürekkep yalamış büyük dedeler sakallarını sıvazlayıp okkalı-edalı girişle söze başladıklarında meclistekiler adeta nefes almazdı.
Siyer-i Nebi, Hayber Kalesi Cengi, Hz. Ali Cenknameleri, Kalesi Cengi, Cabbarname, Tepedar, Yusuf ile Züleyha, Leyla ü Mecnûn, Dedem Korkut'taki Bayındır Hân, Bolu beği ve Köroğlu o muhabbetten hafızamızda yer edenler? Avcılık ve atmaca hatıraları, ilahiler, kasideler, atışmalar ve türküler? Bilen bildiğini edep ve erkan için okurdu, anlatırdı.
Zaman zaman gecenin bitiminden Abdülhamid Han'dan veya Seferberlikten kalma mavzerle (ki rahmetli dedem mavzere büyük emanet derdi) beş-altı el atışla gece faslı tamamlanırdı.
Şehitleri sevindirmek için Milli Bayram ve Cuma akşamları bu büyük emanetle(mavzer) 7 tane atarız evlat, derdi rahmetli dedem.
Küçükler film izler gibi dinler. Uyku vakti geldiğinde anneler veya yengeler onları usulca yatağa götürürlerdi. Çocuklar ikinci akşamı iple çekerlerdi.
O büyük aile-muhabbet meclisinde sevgi ve hikmetle yoğrulurdu çocuklar?
Şimdi ise ne o büyük aile kaldı, ne o ocak başları, ne o muhabbet? Aile oldu çekirdek. Çekirdek de parçalandı.
Gel gör bizi modernlik neyledi?!
Lakin hepsi yıkılmadı, o yüce muhabbet-haneler hâlâ var, hamdolsun. Görene? Köre ne?
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019