Mesai bitimini zoraki getirmişti. Günün sinirini bozan tüm olaylarını birer birer düşünmek ve çözümler bulmak için bir an önce işyerinden ayrılmalı ve evine varmalıydı. Müdür beyin söylediklerine yaz gününün insanı bunaltan müthiş sıcaklığını da eklersek, bayağı sıkıcı bir gün geçirmişti.
Hızlı adımlarla kendisini evine vardıracak otobüsü beklemek üzere durağa doğru yürüyordu. "Şuna bak" dedi kendi kendine. "Yıllardır çalışmaktayım ama bir araba sahibi bile olamadım. Emekliliğime ne kaldı sanki. Çoluk çocuk, kar kış daima otobüs kuyruklarındayız. Bir de tıkış tıkış olmak yok mu, şu sıcakta hiç çekilmiyor. Bu saatlerde de boş olduğunu hiç görmedim. Büyük şehirde yaşamak zor. Bari bugün gecikmese otobüs..."
Geçtiği sokaklar hayli kalabalıktı. Düşüncelerini dağıtmak için etrafına bakına bakına yürüyen Semih Bey, herkeste farklı bir âlem seyrettiğini farketti. Hepsi birbirinden farklı... Kimi gülüyor, kimi kederli... Kimi korkulu, kimi mahsun, kimi çaresiz... Aralarında en mutlu olanları şüphesiz çocuklardır. Anne babalarını kollarını çekiştiripte bir elma şekeri aldırtabilirlerse, o günün bütün mutluluğunu gözlerinden okumak mümkün olur. "Hey gidi Semih Bey, hayatın çilesi omuzlarını büktükçe elma şekeri mutluluğuna kifayet etmiyor öyle mi? Farkında değilsin ama yaşlanıyorsun."
Sonunda durağa varmıştı. Her gün işyerinden durağa gelen on beş dakikalık yolu yürümek zorundaydı, otobüsten inince on dakikalık sokak yolunu tırmanmayı saymazsak.
Yürüyüşü bitince zihninde geriye attığı düşünceler tekar ortaya çıkmıştı. "Bunca yıllık memuriyet hayatımda hiç böyle bir hareketle karşılaşmamıştım. Ama, muhakkak bir kasıt vardı, emir büyük yerden. Yoksa nasıl beni kovulmakla tehdit edebilir?.. İşimde ne kadar sadakatli olduğumu herkes bilir. Sen tut, basit bir meseleyi sorun yap, olacak iş mi? Müdür beyden hiç beklemiyordum. Ya dediğini yaparsa, ya kovarsa ne yaparım ben, çoluk çocuk... Allah'ım sen yardım et!"
Bu arada otobüs numaralarını göz gezdirmeyi de ihmal etmiyordu. Bindiği otobüsün geldiğini görünce ona doğru yöneldi. Ne var ki otobüs birkaç yolcusunu indirdikten sonra, ön kapıyı hiç açmadan harekete geçmişti. İçi çok dolu değildi, pekala ordakileri alabilirdi. Şöförün bu gamsız tavrı Semih Bey'in hiddetine tuz biber olmuştu, ama sustu, hiçbir şey söylemedi. Yanındaki bir kaç yolcunun kızgın bağrışmalarının aksine, ellerini sıkıca yumruk yaparak ve dişlerini sıkarak tepkisini göstermişti. Ağız sataşmaları hiç adeti değildi.
Aradan biraz vakit geçmişti. Yeni otobüs yarım saatten önce gelmezdi. Etrafına şöyle bir bakındı. İnsanlar ne kadar da gerilimliydiler. Her işte kuyruklar, sıralar, ordan buraya dolanmalar, yüklü formaliteler. Asırlar ilerledikçe yaşam daha kolaylaşacağı yerde zorlanıyordu. Amca, dayı olmadan yürümüyordu işler. Aslında herkes birbirini tanıyordu ama kendi ayıplarının ortaya çıkarılması korkusuyla hepsi de susuyordu. Birileri konuşuyordu, ötekiler susuyordu. "Dokunsalar ağlayacak bir millet haline gelmişiz. Bu milleti işte böyle süründürüyorlar" diye mırıldandı. Yanında duran genç, kendisine olmayan dalgın bakışları ve söylenmeleri kendine zannederek "Birşey mi söylediniz beyefendi" dedi. "Hayır evladım, kendi kendime söyleniyordum. Bir otobüsü kaçırdım diğerini bekliyordum. Milletin ahvali geldi gözlerimin önüne, onu düşünüyordum". Genç konuşmakta istekli bir tavırla Semih Bey'e yönelmişti. "Tarihe adını yazmış büyük bir milletiz, ama değerimizin farkında değiliz. Buna bizden daha iyi bilenler ise tarihten ve gelecekten adımızı, şanımızı tüm neslimizi silme konusunda ellerinden geleni yapıyorlar" Semih Bey böyle bir konuşma beklemiyordu, şaşırmıştı. "Haklısın evladım. Baksana, sürünüyoruz da farkında bile değiliz. Bir gecede tamamen fakirleşiyoruz, yine de sesimiz çıkmıyor. Allah bu millete acısın!"
Gencin binmesi gereken otobüs gelince konuşma bitmek zorunda kalmıştı. "Benim gitmem gerekiyor beyefendi, size iyi günler" diyerek otobüse bindi.
Semih Bey şaşkındı. demek halâ daha, milleti emanet edebilecek güçlü sadakatli yürekler, bilekler vardı. Bu tatlı konuşma ile bir saate yaklaşan bekleyişin ve işyerinde başına gelenlerin stresini unutmuştu. Ama gelmesi gereken otobüsün gelmediğini ve yeni bir tarifeyi beklediğini farkedince sinirlendi. Bir saattir ayaktaydı. Bugün otobüs vaktinde gelsin derken iki otobüsü de kaçırmıştı. Dakikalar ilerledikçe sabretmekte zoralanıyordu, öyleki adeta saldıracak, bir şeyler söylenecek birini arar olmuştu.
"Nerde şu otobüs nerde? Önceki otobüs neden almadı sanki. Ah bir görsem o şöförü, haddini bildirmez miydim?"
Otobüs durağı çok insan için bekleme yerini, günün hiçbir şey yapamadan geçen saatlerini oluşturuyor. Kaçırmalar, gecikmeler, koşuşturmalar. Hoş sohbetlerde vuku bulur zaman zaman. Vaktini değerlendirmeyi bilenler için ise okuma salonu olabilir.
Uzayan bekleyişlerin sonunda otobüsünün geldiğin görünce, büyük bir mutlulukla otobüse bindi. Fazla kalabalık da değildi. Ardı ardınca gelen tersliklerle adeta sabrı imtihan edilmişti, daha doğrusu Semih Bey böyle yorumladı.
"İnsana çile oku saplandığı vakit, maziye de dönse, geleceğe de baksa bir güzel şey göremez. Bütün bir hayat gündüzsüz gece gibi gelir. Sabretmek zordur". Bu cümleler bir dostuna aitti, günün manasını içerdiğini düşünmüş olmalı ki hatırına gelmişti.
Haksız yere Müdür beyin yalan yanlış ithamları, geleceğin parıltısını gözlerinde gördüğü genç ve gelmek bilmeyen otobüs... İnsan bazen böyle karışık duyguları yaşar aynı demde.
Sokakların da yakın yerden geçen ana caddenin kavşak dönüşünde otobüs yavaşlayınca yolcular camlara yöneldiler. Bir bağrışmadır kopmuştu, herkesten bir ses geliyordu.
-Olamaz, ne feci bir kaza.
-Üstelik belediye otobüsü ile kamyon çarpışmış. Baksanıza, otobüs nasıl devrilmiş, canlı çıkan olmuş mudur acaba?
Semih Bey olanlara inanamıyordu. Gözleri dehşetle açılmıştı. Yaralıların çoğunu götürmüşlerdi, yine de tanıdık var mı die bakıyordu. Onu etkileyen asıl mesele ise, bir saat önce durakta durmayıp yolcuları almayan otobüsün olmasıydı. Ne kadar da çok sinirlenmişti. Oysa ona binseydi, belki de şu an ölmüş olacaktı. Dünya meşgalelerine takılıp gitmeyle, kendisine verilen en büyük nimetin, canın şükrünü eda etmiyordu. Bu acı olayla mı anlaması gerekiyordu?
Şüphesiz her olayda bir hikmet var. Hayrın ve şerrin ne olduğunu bilmede, insanlar çok yetersiz. Hüda'nın her verdiğine razı olmalı, var olmanın kıymetini varlığı kaybetmeden farketmeli...
Hızlı adımlarla kendisini evine vardıracak otobüsü beklemek üzere durağa doğru yürüyordu. "Şuna bak" dedi kendi kendine. "Yıllardır çalışmaktayım ama bir araba sahibi bile olamadım. Emekliliğime ne kaldı sanki. Çoluk çocuk, kar kış daima otobüs kuyruklarındayız. Bir de tıkış tıkış olmak yok mu, şu sıcakta hiç çekilmiyor. Bu saatlerde de boş olduğunu hiç görmedim. Büyük şehirde yaşamak zor. Bari bugün gecikmese otobüs..."
Geçtiği sokaklar hayli kalabalıktı. Düşüncelerini dağıtmak için etrafına bakına bakına yürüyen Semih Bey, herkeste farklı bir âlem seyrettiğini farketti. Hepsi birbirinden farklı... Kimi gülüyor, kimi kederli... Kimi korkulu, kimi mahsun, kimi çaresiz... Aralarında en mutlu olanları şüphesiz çocuklardır. Anne babalarını kollarını çekiştiripte bir elma şekeri aldırtabilirlerse, o günün bütün mutluluğunu gözlerinden okumak mümkün olur. "Hey gidi Semih Bey, hayatın çilesi omuzlarını büktükçe elma şekeri mutluluğuna kifayet etmiyor öyle mi? Farkında değilsin ama yaşlanıyorsun."
Sonunda durağa varmıştı. Her gün işyerinden durağa gelen on beş dakikalık yolu yürümek zorundaydı, otobüsten inince on dakikalık sokak yolunu tırmanmayı saymazsak.
Yürüyüşü bitince zihninde geriye attığı düşünceler tekar ortaya çıkmıştı. "Bunca yıllık memuriyet hayatımda hiç böyle bir hareketle karşılaşmamıştım. Ama, muhakkak bir kasıt vardı, emir büyük yerden. Yoksa nasıl beni kovulmakla tehdit edebilir?.. İşimde ne kadar sadakatli olduğumu herkes bilir. Sen tut, basit bir meseleyi sorun yap, olacak iş mi? Müdür beyden hiç beklemiyordum. Ya dediğini yaparsa, ya kovarsa ne yaparım ben, çoluk çocuk... Allah'ım sen yardım et!"
Bu arada otobüs numaralarını göz gezdirmeyi de ihmal etmiyordu. Bindiği otobüsün geldiğini görünce ona doğru yöneldi. Ne var ki otobüs birkaç yolcusunu indirdikten sonra, ön kapıyı hiç açmadan harekete geçmişti. İçi çok dolu değildi, pekala ordakileri alabilirdi. Şöförün bu gamsız tavrı Semih Bey'in hiddetine tuz biber olmuştu, ama sustu, hiçbir şey söylemedi. Yanındaki bir kaç yolcunun kızgın bağrışmalarının aksine, ellerini sıkıca yumruk yaparak ve dişlerini sıkarak tepkisini göstermişti. Ağız sataşmaları hiç adeti değildi.
Aradan biraz vakit geçmişti. Yeni otobüs yarım saatten önce gelmezdi. Etrafına şöyle bir bakındı. İnsanlar ne kadar da gerilimliydiler. Her işte kuyruklar, sıralar, ordan buraya dolanmalar, yüklü formaliteler. Asırlar ilerledikçe yaşam daha kolaylaşacağı yerde zorlanıyordu. Amca, dayı olmadan yürümüyordu işler. Aslında herkes birbirini tanıyordu ama kendi ayıplarının ortaya çıkarılması korkusuyla hepsi de susuyordu. Birileri konuşuyordu, ötekiler susuyordu. "Dokunsalar ağlayacak bir millet haline gelmişiz. Bu milleti işte böyle süründürüyorlar" diye mırıldandı. Yanında duran genç, kendisine olmayan dalgın bakışları ve söylenmeleri kendine zannederek "Birşey mi söylediniz beyefendi" dedi. "Hayır evladım, kendi kendime söyleniyordum. Bir otobüsü kaçırdım diğerini bekliyordum. Milletin ahvali geldi gözlerimin önüne, onu düşünüyordum". Genç konuşmakta istekli bir tavırla Semih Bey'e yönelmişti. "Tarihe adını yazmış büyük bir milletiz, ama değerimizin farkında değiliz. Buna bizden daha iyi bilenler ise tarihten ve gelecekten adımızı, şanımızı tüm neslimizi silme konusunda ellerinden geleni yapıyorlar" Semih Bey böyle bir konuşma beklemiyordu, şaşırmıştı. "Haklısın evladım. Baksana, sürünüyoruz da farkında bile değiliz. Bir gecede tamamen fakirleşiyoruz, yine de sesimiz çıkmıyor. Allah bu millete acısın!"
Gencin binmesi gereken otobüs gelince konuşma bitmek zorunda kalmıştı. "Benim gitmem gerekiyor beyefendi, size iyi günler" diyerek otobüse bindi.
Semih Bey şaşkındı. demek halâ daha, milleti emanet edebilecek güçlü sadakatli yürekler, bilekler vardı. Bu tatlı konuşma ile bir saate yaklaşan bekleyişin ve işyerinde başına gelenlerin stresini unutmuştu. Ama gelmesi gereken otobüsün gelmediğini ve yeni bir tarifeyi beklediğini farkedince sinirlendi. Bir saattir ayaktaydı. Bugün otobüs vaktinde gelsin derken iki otobüsü de kaçırmıştı. Dakikalar ilerledikçe sabretmekte zoralanıyordu, öyleki adeta saldıracak, bir şeyler söylenecek birini arar olmuştu.
"Nerde şu otobüs nerde? Önceki otobüs neden almadı sanki. Ah bir görsem o şöförü, haddini bildirmez miydim?"
Otobüs durağı çok insan için bekleme yerini, günün hiçbir şey yapamadan geçen saatlerini oluşturuyor. Kaçırmalar, gecikmeler, koşuşturmalar. Hoş sohbetlerde vuku bulur zaman zaman. Vaktini değerlendirmeyi bilenler için ise okuma salonu olabilir.
Uzayan bekleyişlerin sonunda otobüsünün geldiğin görünce, büyük bir mutlulukla otobüse bindi. Fazla kalabalık da değildi. Ardı ardınca gelen tersliklerle adeta sabrı imtihan edilmişti, daha doğrusu Semih Bey böyle yorumladı.
"İnsana çile oku saplandığı vakit, maziye de dönse, geleceğe de baksa bir güzel şey göremez. Bütün bir hayat gündüzsüz gece gibi gelir. Sabretmek zordur". Bu cümleler bir dostuna aitti, günün manasını içerdiğini düşünmüş olmalı ki hatırına gelmişti.
Haksız yere Müdür beyin yalan yanlış ithamları, geleceğin parıltısını gözlerinde gördüğü genç ve gelmek bilmeyen otobüs... İnsan bazen böyle karışık duyguları yaşar aynı demde.
Sokakların da yakın yerden geçen ana caddenin kavşak dönüşünde otobüs yavaşlayınca yolcular camlara yöneldiler. Bir bağrışmadır kopmuştu, herkesten bir ses geliyordu.
-Olamaz, ne feci bir kaza.
-Üstelik belediye otobüsü ile kamyon çarpışmış. Baksanıza, otobüs nasıl devrilmiş, canlı çıkan olmuş mudur acaba?
Semih Bey olanlara inanamıyordu. Gözleri dehşetle açılmıştı. Yaralıların çoğunu götürmüşlerdi, yine de tanıdık var mı die bakıyordu. Onu etkileyen asıl mesele ise, bir saat önce durakta durmayıp yolcuları almayan otobüsün olmasıydı. Ne kadar da çok sinirlenmişti. Oysa ona binseydi, belki de şu an ölmüş olacaktı. Dünya meşgalelerine takılıp gitmeyle, kendisine verilen en büyük nimetin, canın şükrünü eda etmiyordu. Bu acı olayla mı anlaması gerekiyordu?
Şüphesiz her olayda bir hikmet var. Hayrın ve şerrin ne olduğunu bilmede, insanlar çok yetersiz. Hüda'nın her verdiğine razı olmalı, var olmanın kıymetini varlığı kaybetmeden farketmeli...