Avrupa siyasetinin son yıllarda giderek daha çetrefilli bir hal aldığı ortada. Ukrayna savaşına ilişkin bazı barış girişimlerinde Polonya'nın davet edilmemesi, Varşova'da şaşkınlık ve kırgınlık yarattı. İlk bakışta küçük bir diplomatik ihmal gibi görünebilir; ama aslında bu durum, Avrupa'nın güvenlik anlayışında sessiz bir değişimin ve diplomatik önceliklerin yeniden şekillendiğinin habercisi.
Polonya, tarih boyunca Ukrayna ile inişli çıkışlı bir ilişki sürdürmüş bir ülke. Orta Çağ'dan 20. yüzyıla kadar farklı dönemlerde sınır anlaşmazlıkları ve ittifaklar yaşamış, aynı zamanda Doğu Avrupa'daki istikrarın önemli bir parçası olmuştu. Bu geçmiş, bugün Polonya'nın Ukrayna meselesinde neden bu kadar hassas davrandığını anlamak açısından kritik. Savaşın başından itibaren Ukrayna'ya verdiği destekle dikkat çeken Polonya, milyonlarca mülteciye kapılarını açtı, lojistik yardımı hızla ulaştırdı ve diplomatik platformlarda Ukrayna'nın haklı taleplerini savundu. Ülke, bu yönüyle Batı dünyasında daha da görünür bir aktör haline geldi.
Bugün ise aynı ülke, barış görüşmelerinde kendisine bir yer bulmakta zorlanıyor. Bu durum, diplomasi dünyasında "temsil ve söz hakkı" konusunun ne kadar kritik olduğunu gösteriyor. Polonya'nın masadan dışlanmasının arkasında birkaç etken öne çıkıyor. Öncelikle Varşova ve Kiev arasında son dönemde tarım ürünleri ve sınır ticareti üzerinden yaşanan anlaşmazlıklar, ilişkilerde hafif bir gerilim yarattı. Polonya'daki çiftçiler, Ukrayna'dan gelen ürünlerin kendi piyasalarını zorladığını düşününce hükümete baskı yaptı; diplomatik masalarda bu tür küçük sürtüşmeler, görünürlüğü etkileyebiliyor.
İkinci olarak, Polonya'nın iç siyasi değişimleri süreci etkiledi. Hükümet değişiklikleri, dış politikadaki ton ve önceliklerin de değişmesine yol açtı. Avrupa'nın büyük güçleri, müzakereleri dar ve kontrollü bir grup üzerinden yürütmeyi tercih edince, Polonya gibi orta ölçekli ülkeler masanın kenarında kaldı. Bu, niyet olarak dışlayıcı olmasa da sonuç itibarıyla Varşova'nın sürecin dışında kalmasına yol açtı.
Jeostratejik açıdan bakıldığında Polonya'nın konumu kritik öneme sahip. Baltık Denizi'nden Karadeniz'e uzanan coğrafyada NATO'nun doğu kanadını güçlendiren bir ülke olarak Polonya, Ukrayna krizinde Avrupa'nın güvenlik dengesini doğrudan etkileyen kararların alınmasında kilit rol oynuyor. Masada olmamak, sadece Polonya'yı değil, bütün bölgedeki güvenlik planlamalarını etkileyebiliyor. Polonya'nın talebi, diplomasi dünyasında sadece bir ülkenin sesini duyurma çabası değil; aynı zamanda Avrupa'nın savunma ve güvenlik mekanizmalarının hassasiyetine dair bir uyarı niteliği taşıyor.
Ekonomik boyutta ise durum daha da ilginçleşiyor. Polonya, Ukrayna'dan gelen tahıl ve tarım ürünlerinin kendi piyasasına etkisini sınırlamak istiyor. Bu tartışmalar, diplomatik ilişkileri doğrudan etkilemese de Polonya'nın masadaki ağırlığını hissettirmesini zorlaştırıyor. Aynı zamanda enerji ve lojistik alanında da Avrupa güvenliği ile doğrudan ilişkili meseleler bulunuyor; Karadeniz'deki enerji koridorları ve deniz taşımacılığı, Polonya gibi ülkelerin diplomatik ve askeri varlığı ile güvenceye alınıyor.
Türkiye açısından bakıldığında tablo daha da anlam kazanıyor. Ankara, Karadeniz ve Doğu Avrupa'daki güvenlik dengeleri açısından Polonya ile benzer hassasiyetlere sahip. Enerji güvenliği, deniz güvenliği ve mülteci akışları gibi meseleler, Türkiye'nin sürekli takip ettiği konular arasında. Polonya'nın masada olmaması, Avrupa'daki karar mekanizmalarının daha dar bir çerçevede yürütüldüğünü ve orta ölçekli ülkelerin daha fazla görünürlük için mücadele etmek zorunda kaldığını gösteriyor. Bu durum, Türkiye'nin bölgesel krizlerde masada güçlü bir rol arayışı ile paralellik taşıyor.
Ukrayna açısından da durum kritik. Polonya, savaşın başından beri Kiev'in yanında oldu. Masada söz hakkı azaldığında, Ukrayna'nın diplomatik ağırlığı dolaylı olarak etkileniyor. Türkiye hem NATO üyesi hem de bölgesel aktör olarak bu tür gelişmeleri yakından izliyor; çünkü Avrupa'da oluşacak yeni dengeler Karadeniz'deki çıkarlarla doğrudan örtüşüyor.
Polonya'nın yaklaşımı agresif değil; daha çok "Biz de katkı sunabiliriz" mesajı taşıyor. Diplomasi dünyasında sıkça karşılaşılan bu yapıcı yaklaşım, sürecin daha kapsayıcı yürütülmesi gerektiğini hatırlatıyor. Masadaki sandalyelerin dağılımı kadar, hangi aktörlerin ne kadar söz sahibi olduğu da savaş sonrası Avrupa ve Karadeniz'in geleceğini belirleyecek.
Sonuç olarak, Polonya'nın barış masasında kendine yer arayışı, Avrupa diplomasisinin yeniden şekillendiğini gösteriyor. Varşova'nın mesajı net: katkı sunmak için orada olmak istiyoruz. Bu, yalnızca Polonya'nın talebi değil; aynı zamanda bölgesel barış ve güvenliğe dair ortak sorumluluğun da hatırlatılması demek. Avrupa'daki sessiz diplomatik dalgalanmalar, Türkiye için de bir uyarı niteliğinde: Söz hakkı ve temsil, sadece masada oturmakla değil, sürecin her aşamasına aktif katkı sunmakla güvenceye alınabiliyor. Polonya'nın örneği, bu gerçeği çok net biçimde ortaya koyuyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Cem Bürüç / diğer yazıları
- Polonya'nın barış masasındaki arayışı: Avrupa diplomasisi ve Türkiye / 13.12.2025
- MAGA dış politikası: Dalgalanan dünyada Türkiye'nin yol haritası / 12.12.2025
- Elon Musk ve Avrupa iç siyasetine müdahale tartışması / 11.12.2025
- Avrupa'da ve Almanya'da demokrasiye sahip çıkma mücadelesi: Gözlemlerim / 09.12.2025
- COP31 öncesi Türkiye'de enerji ve iklim gerçeği / 07.12.2025
- Belçika'nın sessiz hamlesi ve Putin'e açılan beklenmedik alan / 05.12.2025
- Finansal nükleer: ABD ve Çin küresel tahvil dengesi / 04.12.2025
- Donmuş varlıkların ikilemi: Avrupa'nın Ukrayna finansmanında olası senaryolar ve küresel yansımaları / 03.12.2025
- Enerji güvenliği ve Türkiye'nin bölgesel güç hedefi / 02.12.2025
- Karadeniz'de artan saldırıların anlamı ve Türkiye açısından sonuçları / 01.12.2025
- MAGA dış politikası: Dalgalanan dünyada Türkiye'nin yol haritası / 12.12.2025
- Elon Musk ve Avrupa iç siyasetine müdahale tartışması / 11.12.2025
- Avrupa'da ve Almanya'da demokrasiye sahip çıkma mücadelesi: Gözlemlerim / 09.12.2025
- COP31 öncesi Türkiye'de enerji ve iklim gerçeği / 07.12.2025
- Belçika'nın sessiz hamlesi ve Putin'e açılan beklenmedik alan / 05.12.2025
- Finansal nükleer: ABD ve Çin küresel tahvil dengesi / 04.12.2025
- Donmuş varlıkların ikilemi: Avrupa'nın Ukrayna finansmanında olası senaryolar ve küresel yansımaları / 03.12.2025
- Enerji güvenliği ve Türkiye'nin bölgesel güç hedefi / 02.12.2025
- Karadeniz'de artan saldırıların anlamı ve Türkiye açısından sonuçları / 01.12.2025




















































































