Türkçe Dil Kurumu sözlüğünde "Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika" ve "Halk yardakçılığı" diye iki şekilde tarif ediliyor. Google sözlükte ise "halkçılık" ve "halkla ilgili her şeyi yüceltme eğilimi ve tutumu" olarak tarif ediliyor.
Wikipedia'da ise "Popülizm veya halk yağcılığı, toplumdaki seçkin bir tabaka tarafından halkın çıkarlarının bastırıldığını ve engellediğini varsayan ve devlet organlarının bu seçkin tabakanın etkisinden çıkarılıp halkın yararına ve toplum olarak gelişmesi için kullanılması gerektiğini söyleyen siyasî bir felsefe veya söylem biçimi" diye yazıyor ki ben buna katılmıyorum.
Bu konuda yazılmış birçok kitap ve yazı da var. Jan-Werner Müller'in "Popülizm Nedir?" adlı eseri son zamanların en popüler olanı ama Türkiye şartlarıyla tabi pek uyuşmuyor. İsfender Korkmaz, Taha Akyol ve Murat Belge gibi birçok yerel yazarın da bu konuda köşe yazıları mevcut.
Benim görüşüm ise şöyle: Halkın kısa vadede beklentilerini karşılayıp uzun vadede daha çok fayda sağlayacak faaliyetleri setretmek olarak tanımlıyorum.
Atatürk batılı gibi göründü ama tamamıyla ülke menfaatine işler yaptı. Yani o dönemde Atatürk'ün duruşu bazı din bezirgânlarına malzeme verecek şekilde idi ama o bunu umursamadı. O bu milletin dindar olduğunu biliyordu. Hatta tüm sadeliği ile daha da dindar olmasını arzuluyor ve bunu ifade ediyordu. Ama padişahlar gibi asla şov yapmadı. O tamamen ülkenin kalkınmasına odaklandı. Ve hedefinden asla sapmadı.
Atatürk'ten sonraki siyasilerin bazıları ise dindar gibi görünüp tamamıyla yabancı menfaatlerine iş yaptılar. Milliyetçi göründüler milliyetçiliği ayaklar altına aldılar. Dindar göründüler tüm kutsallarımızı aşındırdılar. Solcu göründüler ama tamamen kapitalizmin esiri oldular. Yani görüntü ve söylemleriyle kendilerine oy verenleri kısa vadede mutlu eden tutumlar takındılar. Ama uzun vadede halkın menfaatine olan zor hiçbir işin altına girmediler. İşte bence popülizm budur.
Geçen gün trafiği rahatlatmak adına aklıma gelen bir fikri arkadaşımla paylaştım. O da şu: Sektörel olarak birlikte çalışmaları zorunlu veya elzem olan iş sahalarında çalışanların, aynı zaman diliminde trafiğe çıkmalarını ve dolayısıyla mesaiye aynı anda başlamalarını ve akşam yine aynı saatte paydos edip aynı saatte tekrar trafiğe çıkmalarını önerdim. Böylece mesai başlangıcı öncesi ve bitişi sonrası trafiğe planlı ve kademeli bir çıkış ile trafik yoğunluğu zamana yayılmış olur dedim. Bu fikri ilginç bulan arkadaşımın aklına nedense hemen geçen dönemki BTP İBB başkan adayı geldi. O da çünkü İstanbul için orijinal projeleriyle gündeme gelmişti. Seçimden sonra İBB başkanının kendisinden faydalanmasını beklerdim ama öyle olmadığını ifade ettim. Oradan konu, Cumhurbaşkanı'na misafir olduğunda kırık sandalyeye oturtulmasına geldi. Cumhurbaşkanı ile aralarında ne kadar atışma yaşanmış olsa da nihayetinde bu devletin başı ve halk tarafından seçilmişti. Makamının hak ettiği saygı gösterilmeliydi. İBB başkanı, meydanlarda Cumhurbaşkanı'na meydan okuyup arka planda tamamen iktidar partisine ram olsaydı daha mı iyi olacaktı? İBB başkanını savunduğum için söylemiyorum bunu. Konu popülizm. Konu tam bağımsızlık olsaydı bu örneği hiç vermezdim zaten. Çünkü bu konuda BTP'nin eline su dökecek bir parti tanımıyorum.
İsrail'e 'one minute' deyip İsrailli şirketlere maden ruhsatlarını vermeye devam eden popülist siyasiler gördü bu millet. Dost acı söyler. Ve doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Marjinal olanlar hep azınlık kalmıştır. Bunlara rağmen iktidar olabilmek de gerçek bir dirayet ve başarı hikâyesidir. Aynı Atatürk gibi.
- Vasiyet ve sözleşme / 13.04.2025
- Chat Gpt ile MEM üzerine / 04.04.2025
- Gençlerin yurt dışı hayalleri / 03.02.2025
- Uzayda yaşam / 28.01.2025
- Terörist muhalifler! / 12.12.2024
- Mustafa / 09.11.2024
- Üçüncü boyut / 29.10.2024
- Erzincan altın madeni / 09.10.2024
- Bağımlılıktan kurtulmak / 01.10.2024