Bilindiği gibi RTÜK Yasası, TBMM'de görüşülmektedir ve çıkmak üzeredir. Bu kanuna göre, bir kişi bir televizyonda veya birden çok kanalda % 20'den fazla hisse sahibi olamamaktadır. Keza, bir kanalda toplam % 10'dan fazla hissesi olan ise, devlet ihalesine giremiyor. Bu kuralın amacı tekelleşmeyi ve medya petronajlığını engellemek; bu yolla egemenliğin kullanılmasının önünde bir "patron egemenliği" oluşturmamaktır. Ne var ki, uygulamada hiç kimse bu sınırlara riayet etmedi.
Şimdi yapılmak istenen şey durumu daha da vahimleştirecekleri yeni taslağa göre, % 20'lik ortaklık payı % 25'lik izlenme payına dönüştürülmek isteniyor. Nitekim bu Yasa Tasarısı TBMM'ne geldi. Daha önce de bu konuda bazı teşebbüslerde bulunulmuştu, ne var ki bu sefer patronlar ağır bastı. Bu kanun yürürlüğe girdiğinde % 25'lik izleme payına sahip olanlar devlet ihalesine girebilecekler.
Tabii ki, burada bir başka sorun da bu "izleme oranı" meselesinin ne şekilde çözüleceği, ne kadar sağlıklı olduğu sorunudur. Gerçekten bu konuda bu oranların nasıl tespit edildiği kuşkulu. Bildiğimiz kadarı ile bu konuda merkez konumunda olan AGB 2000'i aşmayan bir cihaz üzerinden izleme oranları belirliyor. Oysa ülkemizde 27 milyon televizyon alıcısı olduğu bilinmektedir. Ayrıca bu ölçme cihazlarının takılacağı evler ve aileler belirlenirken neyin ölçü alındığı; sosyal, kültürel, inanç dünyası, bölgesel dağılım vs. gibi kriterin uygulanıp uygulanmadığını bilmiyoruz. Seçilen bu bir kaç bin ailenin bir açıdan bilinmesi önem arz etmektedir. Elbette ki bunun da başka sakıncaları olacaktır. Bu tür ölçüm cihazlarını üreten ve bu ölçümü yapanlar ABD'de Yahudi asıllı kimselerdir ve onların tekelindedir. Başka ülkelerde bu tesislerin kuruluşları da genellikle bu firmalar tarafından yapılmaktadır. Hasılı bu izlenme oranı sorunu bir muamma olarak ortadadır. Reklamlar bu oranlara göre sahibini bulduğu için, sağlıklı olmayan bu yol birilerine çok ciddi oranda haksız kazanç sağlamaktadır.
RTÜK yasasında yapılan yeni değişikliklerle birlikte tekelleşmeye doğru gidecek bir yayın hayatı yanında, getirilmek istenen çok ağır para cezaları ile özellikle bölgesel alanda yayın yapan radyo ve televizyonlar ciddi tehdit altında bulunacaktır. Nitekim şu hali ile birlikte RTÜK Anadolu yöresinde uzun süreli kapatma cezaları uygulamaktadır. Bu süre içinde bu kanallar ne yapacak? Çalıştırdığı elemanları nasıl muhafaza edecek? Bu insanlara çıkış verse daha sonra hali ne olacak? Çıkarılan insanların geçim durumu vs. bir yığın sorun beraberinde gelecek.
Yapılan bir başka yanlışlık da, TCK. 312. Maddenin neredeyse aynen RTÜK Kanunu'na aktarılmaya çalışılmasıdır. Oysa bu maddede "suçun tanımı" tam olarak yapılmadığından uygulamada bazı sorunlar çıkmaktadır. Evvela bu yanlışlığın düzeltilerek Anayasa'da amir hüküm olarak belirtilen "suçta ve cezada kanunilik" ilkesi çerçevesinde yeniden formüle edilmesi gerekmektedir. Aksi halde hemen hemen her haber ve yorum bu madde kapsamında değerlendirilecek bir potansiyel tehlikeyi bünyesinde taşımaktadır.
Elbette ki, bütün demokratik ülkelerde kabul edildiği üzere, radyo ve televizyon yayınları toplumun genel menfaatlerini başka bir deyimle "kamu yararı" ve "kamu düzeni"ni gözetmelidir. Bu sebeple bu tür yayın faaliyetleri kamu ya da özel teşebbüsçe gerçekleştirilmesine bakılmaksızın bazı kıstaslara göre belirlenmiş temel yayın esaslarına bağlanmıştır. Bugün yürürlükte olan 3984 sayılı ve 1994 tarihli Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Türkiye'nin de kabul ettiği 1989 tarihli Avrupa Sınır Ötesi Yayıncılık Sözleşmesi'nin esaslarını da dikkate alarak olumlu sayılacak bir şekilde belirlemiştir. Ne var ki, 312. Maddenin muhtevasının hiç bir revizyona tabi tutulmadan bu kanuna aktarılması ileride sorun çıkarabilecek cinsten gözüküyor.
Bir başka yenilik de Üst Kurul üyelerinin seçimine ilişkindir. Mevcut sisteme göre Üst Kurul, 5'i iktidar partisi veya partilerinin, 4'ü muhalefet partilerinin göstereceği adaylar arasından TBMM'ce seçilen 9 üyeden oluşur. Üst Kurul benzeri kuruluşlar ABD ve Batı Demokrasilerinde de mevcuttur. ABD'de 7 kişilik Federal Haberleşme Komisyonu (FCC) 1934 tarihli kanunla oluşturulmuştur. Bu üyeler Senato'nun teklifi üzerine Başkan tarafından 7 yıl için seçilirler. Fransa'da 1989 tarihli kanuna göre, Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu vardır. 9 üyeden oluşan bu kurul üyelerinden 3'ü Senato Başkanı, 3'ü Cumhurbaşkanı tarafından tespit edilmekte, atamayı Cumhurbaşkanı yapmaktadır. İtalya'da Millet Meclisi ve Senato Başkanlarının teklifi üzerine 3 yıl için bir "Garantör" Cumhurbaşkanı'nca atanmaktadır. Benzer uygulamalar Almanya'da her eyalet bazında yapılmaktadır.
Görülüyor ki, gerek bizde, gerekse Avrupa ülkelerinde radyo ve televizyon yayıncılığında "siyasi iktidarın ve milleti temsil eden parlamentonun" ağırlığı açık bir şekilde görülmektedir. Bunu muhtelif bürokratik kadrolarla takviye ederek siyasi iktidarın güdümüne sokmak bu Kurul'dan beklenen yararı zaman içinde sıkıntıya sokabilir.
Şimdi yapılmak istenen şey durumu daha da vahimleştirecekleri yeni taslağa göre, % 20'lik ortaklık payı % 25'lik izlenme payına dönüştürülmek isteniyor. Nitekim bu Yasa Tasarısı TBMM'ne geldi. Daha önce de bu konuda bazı teşebbüslerde bulunulmuştu, ne var ki bu sefer patronlar ağır bastı. Bu kanun yürürlüğe girdiğinde % 25'lik izleme payına sahip olanlar devlet ihalesine girebilecekler.
Tabii ki, burada bir başka sorun da bu "izleme oranı" meselesinin ne şekilde çözüleceği, ne kadar sağlıklı olduğu sorunudur. Gerçekten bu konuda bu oranların nasıl tespit edildiği kuşkulu. Bildiğimiz kadarı ile bu konuda merkez konumunda olan AGB 2000'i aşmayan bir cihaz üzerinden izleme oranları belirliyor. Oysa ülkemizde 27 milyon televizyon alıcısı olduğu bilinmektedir. Ayrıca bu ölçme cihazlarının takılacağı evler ve aileler belirlenirken neyin ölçü alındığı; sosyal, kültürel, inanç dünyası, bölgesel dağılım vs. gibi kriterin uygulanıp uygulanmadığını bilmiyoruz. Seçilen bu bir kaç bin ailenin bir açıdan bilinmesi önem arz etmektedir. Elbette ki bunun da başka sakıncaları olacaktır. Bu tür ölçüm cihazlarını üreten ve bu ölçümü yapanlar ABD'de Yahudi asıllı kimselerdir ve onların tekelindedir. Başka ülkelerde bu tesislerin kuruluşları da genellikle bu firmalar tarafından yapılmaktadır. Hasılı bu izlenme oranı sorunu bir muamma olarak ortadadır. Reklamlar bu oranlara göre sahibini bulduğu için, sağlıklı olmayan bu yol birilerine çok ciddi oranda haksız kazanç sağlamaktadır.
RTÜK yasasında yapılan yeni değişikliklerle birlikte tekelleşmeye doğru gidecek bir yayın hayatı yanında, getirilmek istenen çok ağır para cezaları ile özellikle bölgesel alanda yayın yapan radyo ve televizyonlar ciddi tehdit altında bulunacaktır. Nitekim şu hali ile birlikte RTÜK Anadolu yöresinde uzun süreli kapatma cezaları uygulamaktadır. Bu süre içinde bu kanallar ne yapacak? Çalıştırdığı elemanları nasıl muhafaza edecek? Bu insanlara çıkış verse daha sonra hali ne olacak? Çıkarılan insanların geçim durumu vs. bir yığın sorun beraberinde gelecek.
Yapılan bir başka yanlışlık da, TCK. 312. Maddenin neredeyse aynen RTÜK Kanunu'na aktarılmaya çalışılmasıdır. Oysa bu maddede "suçun tanımı" tam olarak yapılmadığından uygulamada bazı sorunlar çıkmaktadır. Evvela bu yanlışlığın düzeltilerek Anayasa'da amir hüküm olarak belirtilen "suçta ve cezada kanunilik" ilkesi çerçevesinde yeniden formüle edilmesi gerekmektedir. Aksi halde hemen hemen her haber ve yorum bu madde kapsamında değerlendirilecek bir potansiyel tehlikeyi bünyesinde taşımaktadır.
Elbette ki, bütün demokratik ülkelerde kabul edildiği üzere, radyo ve televizyon yayınları toplumun genel menfaatlerini başka bir deyimle "kamu yararı" ve "kamu düzeni"ni gözetmelidir. Bu sebeple bu tür yayın faaliyetleri kamu ya da özel teşebbüsçe gerçekleştirilmesine bakılmaksızın bazı kıstaslara göre belirlenmiş temel yayın esaslarına bağlanmıştır. Bugün yürürlükte olan 3984 sayılı ve 1994 tarihli Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Türkiye'nin de kabul ettiği 1989 tarihli Avrupa Sınır Ötesi Yayıncılık Sözleşmesi'nin esaslarını da dikkate alarak olumlu sayılacak bir şekilde belirlemiştir. Ne var ki, 312. Maddenin muhtevasının hiç bir revizyona tabi tutulmadan bu kanuna aktarılması ileride sorun çıkarabilecek cinsten gözüküyor.
Bir başka yenilik de Üst Kurul üyelerinin seçimine ilişkindir. Mevcut sisteme göre Üst Kurul, 5'i iktidar partisi veya partilerinin, 4'ü muhalefet partilerinin göstereceği adaylar arasından TBMM'ce seçilen 9 üyeden oluşur. Üst Kurul benzeri kuruluşlar ABD ve Batı Demokrasilerinde de mevcuttur. ABD'de 7 kişilik Federal Haberleşme Komisyonu (FCC) 1934 tarihli kanunla oluşturulmuştur. Bu üyeler Senato'nun teklifi üzerine Başkan tarafından 7 yıl için seçilirler. Fransa'da 1989 tarihli kanuna göre, Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu vardır. 9 üyeden oluşan bu kurul üyelerinden 3'ü Senato Başkanı, 3'ü Cumhurbaşkanı tarafından tespit edilmekte, atamayı Cumhurbaşkanı yapmaktadır. İtalya'da Millet Meclisi ve Senato Başkanlarının teklifi üzerine 3 yıl için bir "Garantör" Cumhurbaşkanı'nca atanmaktadır. Benzer uygulamalar Almanya'da her eyalet bazında yapılmaktadır.
Görülüyor ki, gerek bizde, gerekse Avrupa ülkelerinde radyo ve televizyon yayıncılığında "siyasi iktidarın ve milleti temsil eden parlamentonun" ağırlığı açık bir şekilde görülmektedir. Bunu muhtelif bürokratik kadrolarla takviye ederek siyasi iktidarın güdümüne sokmak bu Kurul'dan beklenen yararı zaman içinde sıkıntıya sokabilir.
Burhan Kuzu / diğer yazıları
- Bir ulus yok ediliyor / 10.08.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001