TBMM tatile girdi. Yıllık bilançoya bakıyorsunuz ve gelinen noktayı değerlendiriyorsunuz: Ortada ciddi bir yönetim boşluğu ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Hangi alanda diye sormaya gerek yok; her alanda bu perişanlığı gözlemlemek mümkündür.
Bu kötü tablonun muhtelif nedenleri vardır. Bir defa mevcut anayasal yapılanma millete şüphe ile bakan, milli iradeye pek güvenmeyen bir yaklaşımla kurulmuştur.
Bu güvensizlik milli kurtuluş döneminde yapılmış olan 1921 ve 1924 Anayasaları hariç diğerlerinde açıkça mevcuttur. Özellikle 1961 ve 1982 Anayasalarımız bu anlayışla hazırlanmıştır. Yani milletin temsil görevini üstlenmiş olan meclislere ve siyasi iradeye şüphe ile bakma mantığı hakimdir. Bunun nedeni, devleti 27 yıl tek başına yönettikten sonra muhalefete düşen ve bir daha iktidar yüzü pek görmeyen CHP'nin gayretleridir. Normal seçim yolu ile halkın desteğini alarak iktidara gelme imkanını artık bulamayacağını anlayan CHP, atanmış kişi ve organlar eliyle iktidarı çalışmaz duruma sokmak yolunu seçmiştir. Bunu bir takım güç odaklarını devreye sokarak başarmıştır. İşte bu yaklaşım kötü yönetimin anayasal sistem boyutunu oluşturmaktadır.
Sistem böyle şüphe üzerine dizayn edilince, bunu gerçekleştirme araçları olan kurum ve kurallar da bu yaklaşımla ele alınmıştır. Bu bağlamda 1961 Anayasasında ikinci meclisin (Senato) oluşumunda takip edilen usulü; seçilmemiş kişilerce bu organı nasıl beğendiğini; 1982 Anayasasında Cumhurbaşkanına verilen bunca yetkileri örnek olarak gösterebiliriz. Gerçekten sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanına bunca yetki verilmesini, seçimle oluşan organlara karşı güvensizlik duyulması ile açıklayabiliriz. Keza, Siyasi Partiler Kanununun, Üniversite Kanununun, Basın Kanununun ve Seçim Kanunlarının hazırlanması hep aynı mantıkla yapılmıştır. Bilindiği gibi bu kanunlar Anayasadan önce hazırlanmış, sonra Anayasa bu kanunlara göre çerçevelendirilmiştir.
Bu hukuki çerçeve içerisinde yapılan seçimler, oluşturulan meclisler ve kurulan hükümetler biraz sembolik kalmakta ve başarılı olamamaktadır. Neticede halkın yetki verdiği müesseseler iktidar olmakta, fakat muktedir olamamaktadırlar.
Yapılan seçimler "dostlar alışverişte görsün" cinsinden bir nitelik arz etmekte.
Seçim bittiği halde, ülkeyi kimin yöneteceği bilinmemektedir. Birinci parti olmak tek başına bir şey ifade etmemekte, ortaya çıkan 5-6 parça siyasi oluşumlardan bir hükümet çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bu oluşum yapılırken halkın iradesinin ne yönde olduğuna pek bakılmamakta, hedeflenen noktalarda hangi tip siyasi oluşumlarla ulaşılabilecekse sadece ona dikkat edilmektedir.
Bu şekilde oluşturulan siyasi oluşumlar "zoraki nikah" türünden bir araya gelmenin verdiği sıkıntıları yaşamakta ve yaşatmaktadır. Derme-çatma kurulan bu tür siyasi oluşumlar bir program etrafında ülkeyi yönetmek durumunda bırakılmakta; ne var ki her birinin siyasi yapıları ve programları farklı olduğundan bir orta yol bulunmaya çalışılmaktadır. Neticede ortaya ne "deve" ne de "kuş" çıkmakta; belki de "deve kuşu" çıkmaktadır. Bunlar arasındaki farkı herhalde anlatmaya gerek yoktur.
Bu tür bir hükümet programının, vatandaşa seçim sırasında sunulan vaatlerle ve projelerle hiç bir ilgisi yoktur. Hani seçim, seçmene sunulan farklı programlar arasında tercihti? Vatandaşa sunulan programlarla, koalisyonun programı hiç örtüşmemektedir. Tavizcilik, taklitçilik, belli odakların yönlendirmeleri ile hazırlanmış olan bu programlarla ülkenin sorunlarını çözmek mümkün olamamaktadır.
Oysa, Türkiye'nin sorunları hiç bir ülkenin meselelerine benzemez. Ortadoğu'da çevrilen dolaplar, Balkanlarda yaşananlar; Kafkaslarda takip etmemiz gereken uzun vade çıkarlarımızın istikrarlı bir ülke olmamızı gerekli kılmaktadır. Kendi derdine düşmüş bir Türkiye'nin, milli menfaatlerini takip etmesine imkan yoktur. Nitekim Kafkasları neredeyse unuttuk; Balkanlarda çok ciddi gelişmeler varken hiç bir tavrımız yok; Ege, Kıbrıs sorunları kilitlendi; her an çıkması muhtemel bir Ortadoğu savaşı için kıskaca alınmış durumdayız.
Bunlar yetmedi; içeride ekonomi felç; milli para kullanılmaz olmuş; insanların cebinde Türk parasından çok döviz mevcut. Ekonomide sürekli artçı sarsıntılar devam etmekte; işler seçilmiş organlarca çözülemeyince dışarıdan bürokrat ithal etmek durumunda kalmaktadır. Bu durumu normal görmek lazımdır. Çünkü evini kendin düzeltemezsen, başkaları gelir düzeltir; tabii ki kendine uygun bir düzen verir. Talimatlar da arkadan gelir. 15 günde 15 kanun denilir; şekeri, tütünü azalt talimatı verilir; Telekom krizi yaşanır. Her biri için de "başına buyruk kurallar" oluşturulur. Bu kuralların Anayasal temelleri olmadığı ortada. Hesabı kime verecekleri, kimlerin kime karşı sorumlu olacakları belirsiz.
Bu tür bir yapılanma içinde sorumlu ve yetkili kaybolmakta, ülke adeta "kimvurduya gitmekte" olan vatan ve millete olmaktadır.
Tüm bu gelişmeler olurken Başbakan Ecevit son söz olarak "IMF istiyor diye iç hukuk kuralları çiğnenmez" demez mi! Bu güne kadar boşuna yazmışız demek ki.
Bu kötü tablonun muhtelif nedenleri vardır. Bir defa mevcut anayasal yapılanma millete şüphe ile bakan, milli iradeye pek güvenmeyen bir yaklaşımla kurulmuştur.
Bu güvensizlik milli kurtuluş döneminde yapılmış olan 1921 ve 1924 Anayasaları hariç diğerlerinde açıkça mevcuttur. Özellikle 1961 ve 1982 Anayasalarımız bu anlayışla hazırlanmıştır. Yani milletin temsil görevini üstlenmiş olan meclislere ve siyasi iradeye şüphe ile bakma mantığı hakimdir. Bunun nedeni, devleti 27 yıl tek başına yönettikten sonra muhalefete düşen ve bir daha iktidar yüzü pek görmeyen CHP'nin gayretleridir. Normal seçim yolu ile halkın desteğini alarak iktidara gelme imkanını artık bulamayacağını anlayan CHP, atanmış kişi ve organlar eliyle iktidarı çalışmaz duruma sokmak yolunu seçmiştir. Bunu bir takım güç odaklarını devreye sokarak başarmıştır. İşte bu yaklaşım kötü yönetimin anayasal sistem boyutunu oluşturmaktadır.
Sistem böyle şüphe üzerine dizayn edilince, bunu gerçekleştirme araçları olan kurum ve kurallar da bu yaklaşımla ele alınmıştır. Bu bağlamda 1961 Anayasasında ikinci meclisin (Senato) oluşumunda takip edilen usulü; seçilmemiş kişilerce bu organı nasıl beğendiğini; 1982 Anayasasında Cumhurbaşkanına verilen bunca yetkileri örnek olarak gösterebiliriz. Gerçekten sorumluluğu olmayan Cumhurbaşkanına bunca yetki verilmesini, seçimle oluşan organlara karşı güvensizlik duyulması ile açıklayabiliriz. Keza, Siyasi Partiler Kanununun, Üniversite Kanununun, Basın Kanununun ve Seçim Kanunlarının hazırlanması hep aynı mantıkla yapılmıştır. Bilindiği gibi bu kanunlar Anayasadan önce hazırlanmış, sonra Anayasa bu kanunlara göre çerçevelendirilmiştir.
Bu hukuki çerçeve içerisinde yapılan seçimler, oluşturulan meclisler ve kurulan hükümetler biraz sembolik kalmakta ve başarılı olamamaktadır. Neticede halkın yetki verdiği müesseseler iktidar olmakta, fakat muktedir olamamaktadırlar.
Yapılan seçimler "dostlar alışverişte görsün" cinsinden bir nitelik arz etmekte.
Seçim bittiği halde, ülkeyi kimin yöneteceği bilinmemektedir. Birinci parti olmak tek başına bir şey ifade etmemekte, ortaya çıkan 5-6 parça siyasi oluşumlardan bir hükümet çıkarılmaya çalışılmaktadır. Bu oluşum yapılırken halkın iradesinin ne yönde olduğuna pek bakılmamakta, hedeflenen noktalarda hangi tip siyasi oluşumlarla ulaşılabilecekse sadece ona dikkat edilmektedir.
Bu şekilde oluşturulan siyasi oluşumlar "zoraki nikah" türünden bir araya gelmenin verdiği sıkıntıları yaşamakta ve yaşatmaktadır. Derme-çatma kurulan bu tür siyasi oluşumlar bir program etrafında ülkeyi yönetmek durumunda bırakılmakta; ne var ki her birinin siyasi yapıları ve programları farklı olduğundan bir orta yol bulunmaya çalışılmaktadır. Neticede ortaya ne "deve" ne de "kuş" çıkmakta; belki de "deve kuşu" çıkmaktadır. Bunlar arasındaki farkı herhalde anlatmaya gerek yoktur.
Bu tür bir hükümet programının, vatandaşa seçim sırasında sunulan vaatlerle ve projelerle hiç bir ilgisi yoktur. Hani seçim, seçmene sunulan farklı programlar arasında tercihti? Vatandaşa sunulan programlarla, koalisyonun programı hiç örtüşmemektedir. Tavizcilik, taklitçilik, belli odakların yönlendirmeleri ile hazırlanmış olan bu programlarla ülkenin sorunlarını çözmek mümkün olamamaktadır.
Oysa, Türkiye'nin sorunları hiç bir ülkenin meselelerine benzemez. Ortadoğu'da çevrilen dolaplar, Balkanlarda yaşananlar; Kafkaslarda takip etmemiz gereken uzun vade çıkarlarımızın istikrarlı bir ülke olmamızı gerekli kılmaktadır. Kendi derdine düşmüş bir Türkiye'nin, milli menfaatlerini takip etmesine imkan yoktur. Nitekim Kafkasları neredeyse unuttuk; Balkanlarda çok ciddi gelişmeler varken hiç bir tavrımız yok; Ege, Kıbrıs sorunları kilitlendi; her an çıkması muhtemel bir Ortadoğu savaşı için kıskaca alınmış durumdayız.
Bunlar yetmedi; içeride ekonomi felç; milli para kullanılmaz olmuş; insanların cebinde Türk parasından çok döviz mevcut. Ekonomide sürekli artçı sarsıntılar devam etmekte; işler seçilmiş organlarca çözülemeyince dışarıdan bürokrat ithal etmek durumunda kalmaktadır. Bu durumu normal görmek lazımdır. Çünkü evini kendin düzeltemezsen, başkaları gelir düzeltir; tabii ki kendine uygun bir düzen verir. Talimatlar da arkadan gelir. 15 günde 15 kanun denilir; şekeri, tütünü azalt talimatı verilir; Telekom krizi yaşanır. Her biri için de "başına buyruk kurallar" oluşturulur. Bu kuralların Anayasal temelleri olmadığı ortada. Hesabı kime verecekleri, kimlerin kime karşı sorumlu olacakları belirsiz.
Bu tür bir yapılanma içinde sorumlu ve yetkili kaybolmakta, ülke adeta "kimvurduya gitmekte" olan vatan ve millete olmaktadır.
Tüm bu gelişmeler olurken Başbakan Ecevit son söz olarak "IMF istiyor diye iç hukuk kuralları çiğnenmez" demez mi! Bu güne kadar boşuna yazmışız demek ki.
Burhan Kuzu / diğer yazıları
- Bir ulus yok ediliyor / 10.08.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001
- Sınırlı af kararı / 03.08.2001
- Dünya barışı ya da fırtına öncesi sessizlik / 20.07.2001
- İnsan kasapları Lahey'e götürülüyor / 13.07.2001
- Türkiye kötü yönetiliyor / 06.07.2001
- 78 yılda 56 parti kapatıldı / 29.06.2001
- Aileye şirket bakışı / 22.06.2001
- Azınlık hakları / 15.06.2001
- RTÜK Kanunu / 08.06.2001
- TÜSİAD'ın 10 emri / 01.06.2001