Milletin Efendisi programı çekimleri için Seyyidler şehri Seydişehir'deyiz. Seydişehir dendiğinde akla hiç şüphesiz Seydişehir Alüminyum ve onun usulsüz özelleştirilmesi
gelmektedir.
Seydişehir Alüminyum Tesisleri, 1967 yılında temeli atılmış ve Ağustos 1974'de Alüminyum üretimine başlamış entegre bir tesistir. Ülkemizde birincil alüminyum üreten tek kuruluştur. Bu tesis, ülkemiz alüminyum sanayisinin oluşmasına önderlik etmiştir. Yıllardır bölge insanına iş ve aş olan istihdam sağlayan Seydişehir Alüminyumun acıklı bir o kadar da yürek burkan bir özelleştirme hikâyesi vardır sevgili okurlar.
4 milyar dolar değerde olan Seydişehir Alüminyum fabrikaları; barajı, limanı, lojmanları, arsaları, boksit maden rezervleriyle sadece 305 milyon dolara "kapalı zarf usulüyle" özelleştirilerek Cengiz İnşaat'a (CE-KA) verildi. Özelleştirme kamu yaranına uygun değildir şeklinde Danıştay'dan dönse de, iş torba yasalarla kılıfına uyduruldu. Fabrika satılıp özelleşirken; fabrikada 2 bin 600 işçi çalışıyordu. İşçiler sendikalıydı. Ücretler yüksekti. Seydişehir'de işçiler, teknisyenler, mühendisler özelleştirmeden önce Türkiye ortalamasının üstünde maaş alıyorlardı. Bu maaşlar, harcamaya dönüşüyor şehri de büyütüyordu. İktidar sözcüleri özelleştirme olunca fabrikada çalışan işçi sayısının 2 kat artarak 5 bini geçeceğini müjdeliyorlardı. Tersi oldu ve 2 bin 600 çalışan işçi sayısı 1000'e indi. Ücret seviyesi asgari ücret düzeyine geriledi. Seydişehir'de işsizlik, işlerini kaybeden aile sayısı ve göç arttı.
Evet, sevgili okurlar aynı mantıkla ülkemizde özelleştirilip satılmayan hiçbir kurum ve kuruluş kalmadı gibi. Şeker fabrikalarından sonra şimdi sırada ormanlarımız var.
Bu yapılanların hepsi milletimizin öz elleri ile ekip ve biçtikleri? Milletimiz bu hususta inanın asla masum değil. Yıllardan beri kendisine uzatılan zenginlik elini, baba bir eli hep tepti bu millet. Pazardan 1 kilo domates almak için baştan sona dolaştı; en ucuz ve en kalitelisini seçmeye çalıştı ama kendisini yönetecek olan da hiç seçici olmadı. Her dönem kendisini paspas edip ezene, kendisini sıfırla çarpana, eşek edip binene, at edip sürene hep oy verdi ve akıllanmayarak hala daha veriyor.
Seyyyid Harun Veli huzurunda
Seydişehir'i anlamlı kılan hiç şüphesiz kurucusu Ehl-i Beyt soylu Peygamber torunu Harun Veli hazretleri sevgili okurlar. Şehrin her dokusuna kokusu sinmiş gibi. Şehirde gezerken bunu hissediyor ve yaşıyorsunuz.
Seyyid Harun Veli İmam Musa Kâzım torunlarından Horasan'da adil bir emir imiş. Soyu babadan Hz. Peygamber'e anneden Veysel Karani'ye ulaşır. Ne vakit ceddinin ve amcasının kabrini ziyaret etse kulağına, "Ya Harun! Rum'a git, Karaman vilâyetinde Küpe Dağı derler bir dağ vardır, onun doğusuna bir şehir yap; onun halkı sülehadan ola" diye bir ses gelirmiş.
Seyyid Harun Veli, almış olduğu bu emir ve işaret üzerine, yakınlarından kırk kişilik bir kafile ile yollara düşer ve kona göçe, birçok kerametler izhar ede ede, yerleşecekleri ve kuracakları Seydişehir'e gelip mekân tutarlar. Onlara bu yolculuklarında bir bulutun kılavuzluk ettiği rivayet edilir. Neticede Küpe Dağı'nın yanına gelmişler. Yakınında Velverid adlı eski bir şehir varmış. Çevreden ve buradan aldıkları taşlarla Seydişehir'i kurarlar. Şehir kurulurken Seyyid Harun Veli hazretleri taşlara ve ağaçlara emrederek her birini ait olduğu yere gönderip şehri inşa ederek birçok keramet gösterir.
Taşlara ve ağaçlara hükmetmesi onları binip sürmesi ile meşhurdur. Yörenin Müslümanlaşması için birçok yarenini değişik yerlerde iskân ettirir. Oğlu Zekeriyya'yı irşad için Manavgat'a, Ali Baba, Gök Seyyid Kilimpuş siyah Dervişi Antalya'ya gönderir. Akça Baba'yı Germiyan iline, Nasipli Baba'yı ise Aydın iline uğurlar.
Denilebilir ki, Seydişehir'deki başta alüminyum olmak üzere değerli madenlerin olması Seyyid Harun Veli'nin yöreye bir ikramı ve zenginliğidir.
O günlerden bu güne gelecek olursak; her dönemde ve kıyamete dek Ehl-i Beyt soylu imamların ve Allah adamlarının olacağı bir vakıadır. İnsanlığın irşadı, doğru yolu bulmaları, bereketli ve zengin olmaları; O Allah adamlarını dinlemekten ve onlara yar olmaktan geçmektedir.
Bugün, O Ehl-i Beyt soylu Allah adamlarını dinlememenin acı faturasının hep beraber ödüyoruz?
gelmektedir.
Seydişehir Alüminyum Tesisleri, 1967 yılında temeli atılmış ve Ağustos 1974'de Alüminyum üretimine başlamış entegre bir tesistir. Ülkemizde birincil alüminyum üreten tek kuruluştur. Bu tesis, ülkemiz alüminyum sanayisinin oluşmasına önderlik etmiştir. Yıllardır bölge insanına iş ve aş olan istihdam sağlayan Seydişehir Alüminyumun acıklı bir o kadar da yürek burkan bir özelleştirme hikâyesi vardır sevgili okurlar.
4 milyar dolar değerde olan Seydişehir Alüminyum fabrikaları; barajı, limanı, lojmanları, arsaları, boksit maden rezervleriyle sadece 305 milyon dolara "kapalı zarf usulüyle" özelleştirilerek Cengiz İnşaat'a (CE-KA) verildi. Özelleştirme kamu yaranına uygun değildir şeklinde Danıştay'dan dönse de, iş torba yasalarla kılıfına uyduruldu. Fabrika satılıp özelleşirken; fabrikada 2 bin 600 işçi çalışıyordu. İşçiler sendikalıydı. Ücretler yüksekti. Seydişehir'de işçiler, teknisyenler, mühendisler özelleştirmeden önce Türkiye ortalamasının üstünde maaş alıyorlardı. Bu maaşlar, harcamaya dönüşüyor şehri de büyütüyordu. İktidar sözcüleri özelleştirme olunca fabrikada çalışan işçi sayısının 2 kat artarak 5 bini geçeceğini müjdeliyorlardı. Tersi oldu ve 2 bin 600 çalışan işçi sayısı 1000'e indi. Ücret seviyesi asgari ücret düzeyine geriledi. Seydişehir'de işsizlik, işlerini kaybeden aile sayısı ve göç arttı.
Evet, sevgili okurlar aynı mantıkla ülkemizde özelleştirilip satılmayan hiçbir kurum ve kuruluş kalmadı gibi. Şeker fabrikalarından sonra şimdi sırada ormanlarımız var.
Bu yapılanların hepsi milletimizin öz elleri ile ekip ve biçtikleri? Milletimiz bu hususta inanın asla masum değil. Yıllardan beri kendisine uzatılan zenginlik elini, baba bir eli hep tepti bu millet. Pazardan 1 kilo domates almak için baştan sona dolaştı; en ucuz ve en kalitelisini seçmeye çalıştı ama kendisini yönetecek olan da hiç seçici olmadı. Her dönem kendisini paspas edip ezene, kendisini sıfırla çarpana, eşek edip binene, at edip sürene hep oy verdi ve akıllanmayarak hala daha veriyor.
Seyyyid Harun Veli huzurunda
Seydişehir'i anlamlı kılan hiç şüphesiz kurucusu Ehl-i Beyt soylu Peygamber torunu Harun Veli hazretleri sevgili okurlar. Şehrin her dokusuna kokusu sinmiş gibi. Şehirde gezerken bunu hissediyor ve yaşıyorsunuz.
Seyyid Harun Veli İmam Musa Kâzım torunlarından Horasan'da adil bir emir imiş. Soyu babadan Hz. Peygamber'e anneden Veysel Karani'ye ulaşır. Ne vakit ceddinin ve amcasının kabrini ziyaret etse kulağına, "Ya Harun! Rum'a git, Karaman vilâyetinde Küpe Dağı derler bir dağ vardır, onun doğusuna bir şehir yap; onun halkı sülehadan ola" diye bir ses gelirmiş.
Seyyid Harun Veli, almış olduğu bu emir ve işaret üzerine, yakınlarından kırk kişilik bir kafile ile yollara düşer ve kona göçe, birçok kerametler izhar ede ede, yerleşecekleri ve kuracakları Seydişehir'e gelip mekân tutarlar. Onlara bu yolculuklarında bir bulutun kılavuzluk ettiği rivayet edilir. Neticede Küpe Dağı'nın yanına gelmişler. Yakınında Velverid adlı eski bir şehir varmış. Çevreden ve buradan aldıkları taşlarla Seydişehir'i kurarlar. Şehir kurulurken Seyyid Harun Veli hazretleri taşlara ve ağaçlara emrederek her birini ait olduğu yere gönderip şehri inşa ederek birçok keramet gösterir.
Taşlara ve ağaçlara hükmetmesi onları binip sürmesi ile meşhurdur. Yörenin Müslümanlaşması için birçok yarenini değişik yerlerde iskân ettirir. Oğlu Zekeriyya'yı irşad için Manavgat'a, Ali Baba, Gök Seyyid Kilimpuş siyah Dervişi Antalya'ya gönderir. Akça Baba'yı Germiyan iline, Nasipli Baba'yı ise Aydın iline uğurlar.
Denilebilir ki, Seydişehir'deki başta alüminyum olmak üzere değerli madenlerin olması Seyyid Harun Veli'nin yöreye bir ikramı ve zenginliğidir.
O günlerden bu güne gelecek olursak; her dönemde ve kıyamete dek Ehl-i Beyt soylu imamların ve Allah adamlarının olacağı bir vakıadır. İnsanlığın irşadı, doğru yolu bulmaları, bereketli ve zengin olmaları; O Allah adamlarını dinlemekten ve onlara yar olmaktan geçmektedir.
Bugün, O Ehl-i Beyt soylu Allah adamlarını dinlememenin acı faturasının hep beraber ödüyoruz?
Adem Birinci / diğer yazıları
- Ali'nin Hendek’teki darbesi / 28.11.2023
- Kisa hadisi ve Ehl-i Aba / 25.11.2023
- Huzur hakkı ve çoklu maaş / 17.11.2023
- Zilzal Suresi / 26.10.2023
- Bu ülke insanı intihar edemez / 24.10.2023
- Taif ya da zulüm ve merhamet / 06.10.2023
- Boykot / 04.10.2023
- Hz. Fatıma anamızın nuru / 27.09.2023
- Âlemler nura gark oldu Muhammed doğduğu gece / 26.09.2023
- Ebu Leheb (Ateşin Babası) / 04.09.2023
- Kisa hadisi ve Ehl-i Aba / 25.11.2023
- Huzur hakkı ve çoklu maaş / 17.11.2023
- Zilzal Suresi / 26.10.2023
- Bu ülke insanı intihar edemez / 24.10.2023
- Taif ya da zulüm ve merhamet / 06.10.2023
- Boykot / 04.10.2023
- Hz. Fatıma anamızın nuru / 27.09.2023
- Âlemler nura gark oldu Muhammed doğduğu gece / 26.09.2023
- Ebu Leheb (Ateşin Babası) / 04.09.2023