Tedavi olmayacak cinsten değil ama, tepeden tırnağa kadar hastayız. Binbir çeşit hastalıkla içiçeyiz.
Yaşadığımız toprakların, her karışı şehit kanı ile yoğrulmuş bulunan cennet vatanımızın ezeli düşmanları cephede yenemedikleri bu milleti, masabaşı senaryoları ile, çeşitli ayak oyunları ile bin yerinden yaralamayı başarmışlar, yaraları derinleştirme ve çoğaltma peşinde koşmaktadırlar. Servetimizin üzerine çöreklenmişler, her defasında dilenciye sadaka verir gibi lokma lokma önmüze atıyorlar, kopardığımız her lokmayı da büyük bir başarı olarak ilan ediyoruz.
En tehlikelisi de sahip olduğumuz bu ruh hali; babamızın sofrasının en başında oturmamız gerektiği halde kapının arkasında durup o sofradan kırıntılar elde etmekle övünüyoruz.
Aile yapımızda, komşuluk ilişkilerinde, akrabalık münasebetlerinde, şirket ortaklıklarında, eğitim kurumlarımızda, mali yapımızda, siyasi ve kültürel hayatımızda bozulmanın, pörsümenin, erimenin, çürümenin, erozyonun bütün versiyonlarını yaşıyoruz. Hastalıklar hiç umulmadık yerlerden beklenmedik zamanlarda nüksedince etrafımız doktorlardan geçilmez oldu. Tıp fakültesinin önünden geçen, herhangi bir doktorla telefonla görüşmüş ya da bir-iki hastalık ismini gazeteden öğrenmiş kim varsa, yukarıdaki hastalıkların tedavisi için ihaleye başvurmuşlar. Bugünlerde sokaklarda bangır bangır bağırıyorlar, biz şuna ehliyetliyiz, buna ehliyetliyiz diye gürültü kirliliği yaparak yeni yeni hastalıklara davetiye çıkarıyorlar.
Sadece türkülerimizi dinlesek; doktoruz diye kuyruğa girenlere pabuç bırakmayacağız ama, müzik anlayışımızı, zevkimizi de alabora ettiler.
Meşhur bir halk türküsüdür, Ali Ekber Çiçek'in sesi ile, makamı ile özdeşleşmiştir ve zannediyorum ki başlıkta iki mısrayı görünce makamını bile hatırladınız:
Tabip olmayana yaran sardırma
Sonra azdırırsın yarayı gönül.
Bu iki mısrayı kulağımıza küpe yapabilsek, tabibim diye ortaya çıkan nice baytarlara "hadi ordan" deyip haddini bildirebilsek, zaten giriftar olduğumuz bir çok hastalığın pençesine düşmemiş olacağız.
Çanakkale zaferinin yıldönümünde gönül isterdi ki daha olumlu, daha güzel şeyler yazalım. Ama, çok garip, çok acayip değil mi; "ufacık bir kara parçasını" 253 bin dedemize mezar yapan, yine ceddimizin "Kimi Hindu kimi yamyam" diye tanımladığı milletler, medeniyet mensupları tarafından kapana kıstırılmış vaziyetteyiz. Ne Çanakkale cephesindeki 253 bin şehidimizden, ne de milli mücadele yılları boyunca milyonu aşkın şehidimizden ders almışız ki, aynı topraklarda, aynı haçlılar tarafından kurulan tuzaklara düştükçe düşüyoruz.
Ne yazık ki; yaralarımız tabip olmayanlar tarafından güya sarılıyor.
Yaşadığımız toprakların, her karışı şehit kanı ile yoğrulmuş bulunan cennet vatanımızın ezeli düşmanları cephede yenemedikleri bu milleti, masabaşı senaryoları ile, çeşitli ayak oyunları ile bin yerinden yaralamayı başarmışlar, yaraları derinleştirme ve çoğaltma peşinde koşmaktadırlar. Servetimizin üzerine çöreklenmişler, her defasında dilenciye sadaka verir gibi lokma lokma önmüze atıyorlar, kopardığımız her lokmayı da büyük bir başarı olarak ilan ediyoruz.
En tehlikelisi de sahip olduğumuz bu ruh hali; babamızın sofrasının en başında oturmamız gerektiği halde kapının arkasında durup o sofradan kırıntılar elde etmekle övünüyoruz.
Aile yapımızda, komşuluk ilişkilerinde, akrabalık münasebetlerinde, şirket ortaklıklarında, eğitim kurumlarımızda, mali yapımızda, siyasi ve kültürel hayatımızda bozulmanın, pörsümenin, erimenin, çürümenin, erozyonun bütün versiyonlarını yaşıyoruz. Hastalıklar hiç umulmadık yerlerden beklenmedik zamanlarda nüksedince etrafımız doktorlardan geçilmez oldu. Tıp fakültesinin önünden geçen, herhangi bir doktorla telefonla görüşmüş ya da bir-iki hastalık ismini gazeteden öğrenmiş kim varsa, yukarıdaki hastalıkların tedavisi için ihaleye başvurmuşlar. Bugünlerde sokaklarda bangır bangır bağırıyorlar, biz şuna ehliyetliyiz, buna ehliyetliyiz diye gürültü kirliliği yaparak yeni yeni hastalıklara davetiye çıkarıyorlar.
Sadece türkülerimizi dinlesek; doktoruz diye kuyruğa girenlere pabuç bırakmayacağız ama, müzik anlayışımızı, zevkimizi de alabora ettiler.
Meşhur bir halk türküsüdür, Ali Ekber Çiçek'in sesi ile, makamı ile özdeşleşmiştir ve zannediyorum ki başlıkta iki mısrayı görünce makamını bile hatırladınız:
Tabip olmayana yaran sardırma
Sonra azdırırsın yarayı gönül.
Bu iki mısrayı kulağımıza küpe yapabilsek, tabibim diye ortaya çıkan nice baytarlara "hadi ordan" deyip haddini bildirebilsek, zaten giriftar olduğumuz bir çok hastalığın pençesine düşmemiş olacağız.
Çanakkale zaferinin yıldönümünde gönül isterdi ki daha olumlu, daha güzel şeyler yazalım. Ama, çok garip, çok acayip değil mi; "ufacık bir kara parçasını" 253 bin dedemize mezar yapan, yine ceddimizin "Kimi Hindu kimi yamyam" diye tanımladığı milletler, medeniyet mensupları tarafından kapana kıstırılmış vaziyetteyiz. Ne Çanakkale cephesindeki 253 bin şehidimizden, ne de milli mücadele yılları boyunca milyonu aşkın şehidimizden ders almışız ki, aynı topraklarda, aynı haçlılar tarafından kurulan tuzaklara düştükçe düşüyoruz.
Ne yazık ki; yaralarımız tabip olmayanlar tarafından güya sarılıyor.
Aziz Karaca / diğer yazıları
- Tüketilen sadece kaynaklar mı? / 25.04.2024
- Önünde ardında ve kolunda servet… / 24.04.2024
- Hangisine daha çok üzüldünüz? / 23.04.2024
- Halleri var bizimkine benzemez / 22.04.2024
- ‘Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-u salah’ / 20.04.2024
- Doymayan gözden ve ürpermeyen kalpten… / 19.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024
- Önünde ardında ve kolunda servet… / 24.04.2024
- Hangisine daha çok üzüldünüz? / 23.04.2024
- Halleri var bizimkine benzemez / 22.04.2024
- ‘Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-u salah’ / 20.04.2024
- Doymayan gözden ve ürpermeyen kalpten… / 19.04.2024
- Dilde adalet / 18.04.2024
- İlk çeyrek heba oldu gitti / 16.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 14.04.2024
- Dosdoğru dostluklara yelken açmak… / 10.04.2024