Ülkemizin içinde bulunduğu siyasi, iktisadi, ahlaki ve içtimai problemlerini çeşitli başlıklarla tahlil etmeye çalışıyoruz. Bugün aynı konulara bir başka açıdan bakmak istiyorum. Aidiyet ve samimiyet meselesine değinmiştim. Devleti meydana getiren kurum ve kuruluşların ve bunların başındaki kadroların istinasız olarak hepsinin bulundukları makam ve mevkilerde millet adına bulunduklarını ve millet adına hizmet ettiklerini ısrarla vurguladıklarını yazmıştım. Başta yürütme, yasama ve yargı olmak üzere bütün sivil ve askeri çevrelerin varlıklarını millete borçlu olduklarını onlar da biliyorlar, biz de biliyoruz. Bu konuya basını da dahil ederken, basının milletin gözü, kulağı ve dili olduğunu da yine kendi beyanlarına dayanarak biz de altını çizmiştik. Ancak ülkemizin yaşadığı sıkıntılara baktığımızda maalesef durumun hiç de böyle olmadığı ortadadır. Denebilir ki bütün icra-i faaliyetleri millete rağmen yapılmaktadır. Burada bir ihmal veya cehaletten bahsetmek de mümkün değildir. Aksine millete inat bir dışa bağımlılık söz konusudur. Siyaset millete rağmen, ekonomi millete rağmen, ahlak ve kültür millete rağmen... Ve dahası milletin gözü, kulağı ve dili dediğimiz basın da maalesef millete rağmen, millet adına doğruları, gerçekleri, çareleri ve çözümleri bulup çıkarması gereken basın bu konularda körden kör, sağırdan sağır, dilsizden dilsiz olmayı tercih etmiştir. Mesele bu kadarla da kalmıyor. Neticede 'babanın oğlu değil' yazmazsa yazmaz dersin... Fakat hakikatlere, doğrulara, çarelere kör, sağır ve dilsiz kalan basın; yalana, iftiraya, ispiyona, operasyona sıra geldi mi hemen kulak kesiliyor, gözleri dört açılıyor ve dili çözülüyor. İşte burada terslik başlıyor. Kantarın topuzu öyle kaçıyor ki bütün ölçüler altüst oluyor. Şahıs, aile ve iş - meslek masuniyeti, masumiyeti ve mahremiyeti ayaklar altına alınıyor. Yani tam manası ile suç işleniyor. Moda tabiri ile vatandaş orantısız bir güçle karşı karşıya kalıyor. Yapanı yanına kar kalması da basın özgürlüğünün bir başka hikmeti olsa gerek! Çok canlı ve can alıcı bir misalle ne demek istediğimi aziz milletimin takdirine bırakıyorum. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş'ı 40 yılı aşkın bir zamandan beri olabildiğince yakinen tanırım. Hayatımız bir ve beraber geçti desem mübalağa etmiş olmam. Üniversite yıllarında spor, sanat, edebiyat gibi sosyal ve kültürel aktivitelerle başlayan birlikteliğimizde bugüne dek şahit olduklarımı hatırlamak, bir basın değerlendirmesi yapmak istiyorum. Haydar Bey karakter olarak açık, net, atak, cesur, müteşebbis bir insan. İnanç ve kültür olarak son derece inançlı, dindar, milletine, devletine, vatanına, bayrağına son derece bağlı ve sevdalı bir insan. Hayat felsefesi; "Halka hizmet, Hakk'a hizmet" olduğu için Allah rızası istikametinde, insanlığa adanmış bir ömür. Bu cümleden olarak; bilgi ve birikimlerini sadece öğrencilerine değil seminer, açık oturum, panel ve konferanslarla toplumun bütün kesimlerine sunmak ve ülkeyi il il, kasaba kasaba hatta köylerine varıncaya kadar dolaşmaktan bir an geri durmamıştır. Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı olarak ülkenin içinde bulunduğu iç ve dış tehdit ve tehlikelere karşı birlik ve beraberliğin, millete, devlete, aile ve ordu başta olmak üzere bütün kurumlarına sahip çıkmanın şart olduğunu ısrarla vurguladı. "Milli Ekonomi Modeli ve Milli Devlet - Sosyal Devlet" eserleri ile yalnız ülkemizin değil bütün ülkelerin kendi başlarına nasıl kalkınabileceklerini ortaya koydu. Başta İstanbul, Ankara, Bursa, Trabzon, Gaziantep, Konya, Kayseri, Erzurum, Şanlıurfa, Malatya, Hatay, Adana, Mersin, Kahramanmaraş, Eskişehir, Çanakkale, İzmir, Manisa ve diğer illerimizde tertip edilen konferanslarla bu tez halka bütün detayları ile anlatıldı. Eş zamanlı olarak, Azerbaycan'dan, Almanya'dan, Belçika'dan, Fransa'dan, Hollanda'dan yüzü aşkın ülkelerden en üst düzey bürokrat ve akademisyenlerin iştirakleri ile 7 kez "Uluslararası Milli Ekonomi Modeli" kongreleri yapıldı. Yüzlerce katılımcı Haydar Bey'i ülkelerine, üniversitelerine bizzat davet ettiler. Yine eş zamanlı olarak hemen her ilimizde meydan mitingleri tertip edilerek Prof. Dr. Haydar Baş yüz binleri aşan kalabalıklarla buluştu, bütünleşti ve tek bilek - tek yürek olundu. Türkiye'de ilk defa "Milli Basın Kurultayı"nın tertip edilmesine öncülük etti. Ticarette aktif pazarlamanın temellerini attı. Kalkınmada "Dar Bölge Yaygın Kalkınma" modeli ile Anadolu'nun kalkınmasının önünü açtı. Ülkemizde ve bölgemizde Büyük Ortadoğu projeleri uygulandığını, iktidarı ile - muhalefeti ile bütün siyasi partilerin aynı politikaları takip ettiklerini açıkladı. Eğitim ve Sağlık hizmetlerine öncülük şaptı. Ve nihayet bir insanın boyunu da, kilosunu da aşan eserler yazdı. Ama bunların hiç birisini milletin gözü, kulağı ve dili olması gereken basın her ne hikmetse görmedi, duymadı ve yazmadı. Fakat ne hazin tecellidir ki; bu basın tavşanın sayısının, suyunun suyu benzetmeleri ile inancı ile, kültürü ile, ahlakı ile, karakteri ile hiç de bağdaşmayan, taban tabana zıt bir takım oluşumlarla yan yana getirmeye çalıştı. İşte millete rağmen siyasetin bir başka örneği, millete rağmen basın... Ülkenin durumu nedir diyenlere, meraklılarına ve ilgililerine işte ülkenin durumu... Yani "Terslikler dünyası."
Ali Gedik / diğer yazıları
- Milli Çözüm Milli Ekonomi Modeli / 03.07.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010
- Türkiye'nin çıkmazı / 02.07.2010
- Geleceğe yürüyebilmek adına / 14.05.2010
- Bir başka gerekçe ile Milli Ekonomi Modeli / 06.05.2010
- Son olaylar üzerine / 30.04.2010
- Kararı milletin kendisi verecek / 22.04.2010
- Problem temelde / 10.04.2010
- Anayasa değişikliği üzerine / 01.04.2010
- Siyaset nedir ve siyasetçi kimdir? / 30.03.2010
- Bu bir kör dövüşü müdür? / 26.03.2010