Bu köşede yılda iki defa spor yazısı görüyorsun kıymetli okuyucu. Bu seferki Avusturya maçlarından sonraya denk geldi.
Daha doğrusu bilerek ve isteyerek öyle ayarlandı. Çünkü herkesin mağlûbiyet sonrası yazmak için hazırladıklarını biz galibiyetten sonra söyleyeceğiz.
Hakan maçtan sonra herkesi soyunma odasından çıkardıktan sonra "Hocam" demiş Şenol Güneş'e, "Sen gidersen biz de millî takımdan affımızı isteriz".
Millî takımdan, millî görevden af istemek nasıl oluyor anlamadım. Millî forma Ahmet'le Mehmet'le mi kaim? Milî forma etrafında da mı klikler, gruplar, tefrikalar, dedikodular oluşuyor? Yoksa bunu hep ayni adamlar mı yapıyor?
Geçen sene de prim olarak millî takımı hayli sarsan malûm jeep dedikodularının müşevviki yine Hakan değil miydi?
Hakan'ın, Avusturya'ya atılan 5 golden birini kaydettiği için, topun ağlarla kucaklaşmasından hemen sonra tebrik etmek için üzerine koşan arkadaşlarını atlatıp tribünlere gelmesini, üzerinden millî formayı sıyırdıktan sonra alttaki fanilasında bulunan aile fotoğrafını kameralara göstermesini nasıl yorumluyorsunuz?
Demek ki gol millî takım için değil, Şükür ailesi fertleri için atılmıştır. Ve sadece bu hareket bile Hakan'ın davranışlarının arkasındaki daha henüz neşvünema halinde bulunan çocuk haleti ruhiyesini izah etmeye yetmektedir.
Millî takımın, Türkiye Birinci Ligi kalitesindeki millî takımlarla dolu bu gruptan doğrudan çıkamaması anormaldir de barajı iki galibiyet ve altı golle geçmiş olması normaldir.
Normaldir çünkü Avusturya maçları; Davala, Okan, Emre, Akyel ve Şükür gibi hepsi de Galatasaray'dan ayrılan ve millî takımın yarısını teşkil eden, Türkiye'de eller üzerinde tutulan, her hareketleri olay olan, peşlerinde bir kamera ordusu ile gezen ama Türkiye'den gittiklerinde silinen, kulübeden bir türlü çıkamayan, çoğunlukla 18'e bile giremeyen futbolcuların kendilerini yurtdışındaki hocalarına göstermek ve ispat etmek için sergiledikleri aşırı hırsın bu sonucu doğuracağı açıktı.
Millî takımın bu gruptan doğrudan çıkamaması anormaldir çünkü İsveç, Avusturya, Slovakya, Moldovya ve Azerbaycan'lı gruptan; takımın başında hiç antrenör olmasaydı da kaptan maçtan hemen önce "hadi arkadaşlar bitirelim şu işi" diye taktik ! verseydi bile Türkiye'nin uzak ara lider olarak çıkması gerekirdi.
Daha açık söyleyelim bu gruptan Japonya'ya gitmek için takımın başında teknik direktör olmasına lüzum yoktu.
Şenol Güneş son derece beyefendidir. Hâttâ yardımcısı Ünal'ın dünya görüşü olarak bize hayli yakın olduğunu da söyleyebiliriz fakat bu ayrı şeydir; futbolda, hem de millî takımda teknik heyet olarak görev yapmak apayrı bir şeydir ve farklı bir takım nitelikler gerektirir.
Şenol ve Ünal'ın bırakın yurtdışını, Türkiye'de siz bir klüp takımında herhangi bir başarıya ulaştığını hatırlıyor musunuz? Ünal üçüncü ligde bile takım çalıştırmamıştır, Şenol Bolu denemesinin ardından ve sezonun yarısında hemşehrilik ilişkileri sayesinde Trabzon'un başına getirilmiş, şampiyonluğu bir Fener maçının son beş dakikasında rakibine hediye ettikten sonra da şehirden "ayrılması" istenmiştir.
Bu gruptan çıkmayı başarı sayıyorsak sevinelim ve bu "başarıyı" bize tattıran teknik heyeti alkışlayalım.
Ama futbolculardaki "milli görevden affı düşünen bu kafa" ve bu teknik heyetle Japonya'daki Dünya Kupasında rakip filelere atılacak tek gol, dolayısı ile alınacak tek puan beklemeyelim.
Takımı aslında futbolcular idare ettiği için ve Şenol'dan sonra kim gelirse gelsin böyle kendi başlarına buyruk hareket edemeyecekleri için "hocayı" kollar görünmektedirler.
İki çift lâf da; aynı futbolcular gibi Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra futbola havlu atan Fatih Terim üzerine edelim.
Geçen sezon yarım devre Fiorentina, bu sezon 9 maç Milan ve "Resultate importante"... Galatasaray gene ve her zamanki gibi Şampiyonlar liginde yarı finaldedir ama Terim, futbolcular gibi kulübede bile değil "gene" işsizdir.
Fiorentina'dan ayrılırken oynadığı reklâm filminde taraftarlar balkona çıkan Terim'in yaş gününü kutluyorlardı. Bu sefer İmparatore villasından limuziniyle çıkıp küçük Giovanni'ye imza veriyordu.
İki reklâm filmi ve iki bitmeyen, bitemeyen film. Hem de İstanbul'da kişi başına 860 dolara hep "ben" dediği takımdaşlık konferansı verirken iletilen "göreve son" repliği...
Yoksa takımı aslında bildikleri gibi idare edebildikleri için Güneş'i isteyen futbolcular gibi Terim de bildiği gibi yönetebileceği kulüp mü aradığı ve Milân'ın tapusu kendisine teslim edilmediği için mi ayrıldı İtalya'dan?
Demek ki Terim'i Terim yapan; takımı kendisine teslim eden yönetim anlayışı, futbolcuları da futbolcu yapan yine onlara "tim" halinde çalışma imkânı veren yöneticileri idi.
Terim de futbolcular da kendilerini dünya sahnesine çıkaran "kurum" altlarından çekilince ortada kala kalmışlardır.
Terim ve kulübedeki futbolcuların halinin; egolarını, kendilerini yaratan kurumdan üstün gören bütün fertlere ders olmasını diliyoruz.
Konu ile ilgili bir 11 Eylül yorumu da benden...
Terim'in "Müslüman" olduğu için Milan'dan kovulduğu iddiaları, olayların arkasındaki gerçek nedenleri görmek istemeyen kolaycı ve baştan savmacı bir yorum tarzıdır.
Sadece 9 hafta önce Terim'i Milan'ın başına getiren Berlusconi onun Müslüman olduğunu bilmiyor muydu? 9 hafta önce o mu Hıristiyan değildi, Terim mi Müslüman?
Peki aynı İtalya'da basketbol liginde "lider" Siena'nın koçluğunu yapan Ergin Ataman Müslüman değil midir?
İşe devam etme veya son verilme durumu sadece başarı ile ilgilidir kıymetli okuyucu. Müslüman Ataman Siena'yı İtalya liginde lider yaptığı için görevinin başındadır ama Müslüman Terim Milan'da başarısız olduğu için kızaktadır.
Gerisi lâf-ü güzaf...
Daha doğrusu bilerek ve isteyerek öyle ayarlandı. Çünkü herkesin mağlûbiyet sonrası yazmak için hazırladıklarını biz galibiyetten sonra söyleyeceğiz.
Hakan maçtan sonra herkesi soyunma odasından çıkardıktan sonra "Hocam" demiş Şenol Güneş'e, "Sen gidersen biz de millî takımdan affımızı isteriz".
Millî takımdan, millî görevden af istemek nasıl oluyor anlamadım. Millî forma Ahmet'le Mehmet'le mi kaim? Milî forma etrafında da mı klikler, gruplar, tefrikalar, dedikodular oluşuyor? Yoksa bunu hep ayni adamlar mı yapıyor?
Geçen sene de prim olarak millî takımı hayli sarsan malûm jeep dedikodularının müşevviki yine Hakan değil miydi?
Hakan'ın, Avusturya'ya atılan 5 golden birini kaydettiği için, topun ağlarla kucaklaşmasından hemen sonra tebrik etmek için üzerine koşan arkadaşlarını atlatıp tribünlere gelmesini, üzerinden millî formayı sıyırdıktan sonra alttaki fanilasında bulunan aile fotoğrafını kameralara göstermesini nasıl yorumluyorsunuz?
Demek ki gol millî takım için değil, Şükür ailesi fertleri için atılmıştır. Ve sadece bu hareket bile Hakan'ın davranışlarının arkasındaki daha henüz neşvünema halinde bulunan çocuk haleti ruhiyesini izah etmeye yetmektedir.
Millî takımın, Türkiye Birinci Ligi kalitesindeki millî takımlarla dolu bu gruptan doğrudan çıkamaması anormaldir de barajı iki galibiyet ve altı golle geçmiş olması normaldir.
Normaldir çünkü Avusturya maçları; Davala, Okan, Emre, Akyel ve Şükür gibi hepsi de Galatasaray'dan ayrılan ve millî takımın yarısını teşkil eden, Türkiye'de eller üzerinde tutulan, her hareketleri olay olan, peşlerinde bir kamera ordusu ile gezen ama Türkiye'den gittiklerinde silinen, kulübeden bir türlü çıkamayan, çoğunlukla 18'e bile giremeyen futbolcuların kendilerini yurtdışındaki hocalarına göstermek ve ispat etmek için sergiledikleri aşırı hırsın bu sonucu doğuracağı açıktı.
Millî takımın bu gruptan doğrudan çıkamaması anormaldir çünkü İsveç, Avusturya, Slovakya, Moldovya ve Azerbaycan'lı gruptan; takımın başında hiç antrenör olmasaydı da kaptan maçtan hemen önce "hadi arkadaşlar bitirelim şu işi" diye taktik ! verseydi bile Türkiye'nin uzak ara lider olarak çıkması gerekirdi.
Daha açık söyleyelim bu gruptan Japonya'ya gitmek için takımın başında teknik direktör olmasına lüzum yoktu.
Şenol Güneş son derece beyefendidir. Hâttâ yardımcısı Ünal'ın dünya görüşü olarak bize hayli yakın olduğunu da söyleyebiliriz fakat bu ayrı şeydir; futbolda, hem de millî takımda teknik heyet olarak görev yapmak apayrı bir şeydir ve farklı bir takım nitelikler gerektirir.
Şenol ve Ünal'ın bırakın yurtdışını, Türkiye'de siz bir klüp takımında herhangi bir başarıya ulaştığını hatırlıyor musunuz? Ünal üçüncü ligde bile takım çalıştırmamıştır, Şenol Bolu denemesinin ardından ve sezonun yarısında hemşehrilik ilişkileri sayesinde Trabzon'un başına getirilmiş, şampiyonluğu bir Fener maçının son beş dakikasında rakibine hediye ettikten sonra da şehirden "ayrılması" istenmiştir.
Bu gruptan çıkmayı başarı sayıyorsak sevinelim ve bu "başarıyı" bize tattıran teknik heyeti alkışlayalım.
Ama futbolculardaki "milli görevden affı düşünen bu kafa" ve bu teknik heyetle Japonya'daki Dünya Kupasında rakip filelere atılacak tek gol, dolayısı ile alınacak tek puan beklemeyelim.
Takımı aslında futbolcular idare ettiği için ve Şenol'dan sonra kim gelirse gelsin böyle kendi başlarına buyruk hareket edemeyecekleri için "hocayı" kollar görünmektedirler.
İki çift lâf da; aynı futbolcular gibi Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra futbola havlu atan Fatih Terim üzerine edelim.
Geçen sezon yarım devre Fiorentina, bu sezon 9 maç Milan ve "Resultate importante"... Galatasaray gene ve her zamanki gibi Şampiyonlar liginde yarı finaldedir ama Terim, futbolcular gibi kulübede bile değil "gene" işsizdir.
Fiorentina'dan ayrılırken oynadığı reklâm filminde taraftarlar balkona çıkan Terim'in yaş gününü kutluyorlardı. Bu sefer İmparatore villasından limuziniyle çıkıp küçük Giovanni'ye imza veriyordu.
İki reklâm filmi ve iki bitmeyen, bitemeyen film. Hem de İstanbul'da kişi başına 860 dolara hep "ben" dediği takımdaşlık konferansı verirken iletilen "göreve son" repliği...
Yoksa takımı aslında bildikleri gibi idare edebildikleri için Güneş'i isteyen futbolcular gibi Terim de bildiği gibi yönetebileceği kulüp mü aradığı ve Milân'ın tapusu kendisine teslim edilmediği için mi ayrıldı İtalya'dan?
Demek ki Terim'i Terim yapan; takımı kendisine teslim eden yönetim anlayışı, futbolcuları da futbolcu yapan yine onlara "tim" halinde çalışma imkânı veren yöneticileri idi.
Terim de futbolcular da kendilerini dünya sahnesine çıkaran "kurum" altlarından çekilince ortada kala kalmışlardır.
Terim ve kulübedeki futbolcuların halinin; egolarını, kendilerini yaratan kurumdan üstün gören bütün fertlere ders olmasını diliyoruz.
Konu ile ilgili bir 11 Eylül yorumu da benden...
Terim'in "Müslüman" olduğu için Milan'dan kovulduğu iddiaları, olayların arkasındaki gerçek nedenleri görmek istemeyen kolaycı ve baştan savmacı bir yorum tarzıdır.
Sadece 9 hafta önce Terim'i Milan'ın başına getiren Berlusconi onun Müslüman olduğunu bilmiyor muydu? 9 hafta önce o mu Hıristiyan değildi, Terim mi Müslüman?
Peki aynı İtalya'da basketbol liginde "lider" Siena'nın koçluğunu yapan Ergin Ataman Müslüman değil midir?
İşe devam etme veya son verilme durumu sadece başarı ile ilgilidir kıymetli okuyucu. Müslüman Ataman Siena'yı İtalya liginde lider yaptığı için görevinin başındadır ama Müslüman Terim Milan'da başarısız olduğu için kızaktadır.
Gerisi lâf-ü güzaf...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002