Okullar tatil oldu.
Pek çok bölgeye tatil ile birlikte kar da yağdı.
Kar demek fakirin korkulu, zenginin heyecanlı beklentisidir.
Kayak pistlerinin açılması ile tatilciler; otellerde yüzde 90 doluluğa sebep oldular.
Malum, Uludağ, Marmara Bölgesi'nin gözdesi… Yüksekte kaldığı için korona illeti oralara gelmiyormuş.
Hoş; okulların son günü karne dağıtım törenlerinde de, korona hazretleri yoktu.
Bu illetin ciddiye alınmadığının açık göstergesi... Önümüzdeki günlerde salgın ciddi-ciddi varlığını sürdürmeye; ölüm vakaları 150'ler civarında sürmeye devam edecek. Bizler de hafta sonları ev hapsinin tadını çıkaracağız. Bakalım tatil sonrası beklentiler ne olacak?
Bu konuda söyleyecek fazla bir şey yok. Devlet var gücü ile mücadele etmeye, aşılamayı yaygın hale getirmeye, bir yandan da aşı için vatandaşı ikna edecek tedbirleri almaya uğraşıyor.
* * *
Daha öncede belirttiğim gibi 40 yıldan fazla bir süreyi, yaz ve kış aylarında Uludağ'ı yakından izleyerek geçirdik. Doğal güzelliklerine ve tehlikelerine aşina olduk. Zaman zaman yazılar yazdık. Dertlerine ortak olduk. Önemli toplantılarına katıldık. Tehlikelerine katlandık. Bu nedenle dağı yeterince tanıdığıma inanıyorum.
Maalesef Uludağ ile ilgili olarak tek ayırt edemediğim şey, ona rant gözlükleri ile bakan insanlar oldu.
* * *
Uludağ; sıradan bir ağaç yığını değildir. Rahmetli Abdullah kardeşimizin dediği gibi "Orman Vatandır… Milli Parklar ise birer mücevher."
Bugün aramızda olmayan, Türkiye'de Milli Parkçılığı başlatmak için uğraş vermiş, Uludağ'ı korumaya çalışmış amir, memur, bürokrat tüm iyi insanların ruhlarına rahmet olsun…
Pek çok örneğe baktığımızda; bu tür yerlerin Milli Park olması için "olmazsa-olmaz" denilen uluslararası kriterlerini kaybettiğini görüyoruz.
Yurt dışında gördüğümüz örneklerin özelliklerini uzun uzadıya anlatmamıza gerek yok. Sadece Uludağ'ı ele aldığımızda bile, neler yitirdiğimizi görmemiz mümkün. Kuruyup düşen yaprağın, devrilen bir ağacın yerinden kaldırılmaması; endemik bitki topluluklarına zarar vermemek için hayvan otlatmaya yasaklanması, bazı bölgelerde çadır kampçılığına izin verilmemesi, su kaynaklarına müdahale edilmemesi, çöp ve atık suları için ciddi tedbirler alınması, ziyaretçi sayısının kısıtlanması, doğal aydınlanma dışında yapay ışık kullanılmaması gibi tedbirler alınması gerekirken, bunlara uyulmadığı bir gerçek.
Birebir yaşadığımız çok şey oldu. İdarecilerin "Kanun şurada dursun, biz ne yapmamız gerekiyorsa onu yapalım. Onun bize bir ziyanı yok" dediği de oldu. Pek çok dirayetli Milli Park Müdürünün Uludağ'ı korumak adına il yöneticileri ve iktidar partisi üyeleri ile ters düşerek sürgün edildiği de oldu. Yasakların nasıl delindiğini de izledik.
Her şeyin para ile ölçüldüğü, bizim aklımızın alamayacağı küçük dünyamızda; Uludağ'ı Milli Park olmaktan çıkarıp mahalle yapmaya çalışan, bir belediye yapmaya veya bir belediyeye bağlamaya kalkışanlar da marifetmiş gibi manşetlere taşındı. Uludağ'ın mastır planına karşı çıkanlar, akademisyenleri dışlayanlar, tuvalet ruhsatı alıp otel yapanlar da oldu.
Yurt dışında gördüklerimizden etkilenip, "burada da böyle olmalı" diye yaptığımız uyarılar, kurduğumuz hayaller, tüm çıkar oyunları ve getirim tehlikesinden uzak bir Milli Park özlemi; yönetimin kendisine bırakılacağı bir Milli Park özlemimiz asla gerçekleşmedi. Ağaç keseninden kaçak avlanana, hayvan otlatmasına izin verilmediği için orman yakacak kadar alçalan insanlara şahit olduk.
* * *
Uludağ için özlenenler maalesef hiç gerçekleşmedi. Uludağ, siyasetten soyutlanacağına siyasetin albeni merkezi oldu. Bir sürü yeni otele kılıf uyduruldu. İmar izinleri alındı.
Uluslararası yarışlar yapılan pistler tercih edilen yer olmaktan çıktı.
Yaz aylarında seyrangâh dağı olarak kabul edilen, ailece gidilen zirve yürüyüşleri yasaklandı. Kış aylarında gerçekleştirdiğimiz zirve tırmanışları anılarımızı süsleyen lüks birer hatıra olarak kaldı.
Ormanlarındaki vahşi yaşam bitti. Son 'kurt' öleli sanırım 34 sene oldu. Yenisi türedi mi bilmiyoruz. Av üretme alanındaki geyikler doğaya salındığı için kaçak avcıların insafına terk edildi.
Flora ve faunayı içeren sürekli takip edilecek bir döküm çıkarılamadı. Milli Parkların vazgeçilmezi olan bir müze kurulamadı. Sadece kış aylarında çalışan otel ve misafirhaneler yapıldı. Sorulara cevaplar alınamadı.
Sakallı Akbabası, Apollo Kelebeği kayboldu. Dağı besleyen su kaynakları en başından kesilip oteller bölgesine tahsis edildiği için Uludağ'ın alt yamaçları susuz kaldı. Yaban hayatı öldü. Kanalizasyon şebekesi ve arıtma tesisleri yerine suni kar üretme tesisleri kuruldu.
Sade vatandaşın şifa bulmak için yaz aylarında gittiği, bizim kış aylarında kullandığımız orman barakaları özelleştirildi. Dar gelirli, çadırda konaklayan Uludağcı kültürü yok oldu. Geceliği bir aylık kira bedeline yaklaşık lüks dağ kulübeleri yerini aldı.
Her şeyde olduğu gibi Uludağ da günümüz düzeninden nasibini aldı.
Ünlü kırk kişilik teleferiğin yerinde yeller esiyor. Rüzgâr rejimine uymayan bir telesiyej sistemi kuruldu. Fiyatları katladı.
Ben her zaman bir şeye inanmışımdır: Uludağ; canlı bir dağdır. Kendisine kötülük yapanlardan intikamını alır. Ancak bu sefer tüm Bursa zararlı çıkacağa benziyor.
İnsanoğlu, nerede doğaya bir kötülük yapmış, nerede onun önünü kesmiş ise; sonuçları kötü olmuştur.
Kimisinde siyanürlü altın aramaya, kimisinde ağaç katliamı yapmaya devam edilsin bakalım.
Bu olay nereye kadar sürecek?
Unutmayın. Paranın tek satın alamayacağı şey doğanın kuvvetidir…
İnsanoğlu bir gün bunu fark edecektir…
- Gözyaşı… / 27.12.2023
- Yazmak, yaşamaktır… / 23.12.2023
- Haydar Hoca'yı unutmayın / 02.12.2023
- Öğretmenim… / 23.11.2023
- Bir zeytin öyküsü… / 11.11.2023
- Yağmur mevsimi… / 07.11.2023
- Çocuk! / 05.11.2023
- Deprem gerçeği / 01.11.2023
- Cumhuriyet anlayışı / 28.10.2023