Türk milleti ince kalpli ve acıma hissiyle doludur. Mağdur ve mazlum olan kim olursa olsun, ona yapılan haksızlıklara dayanamaz.
Filistinliler de bizim gözümüzde acınacak insanlardır. Onların da kendilerine mahsus bir vatanda yaşama hakları vardır.
Toprakları işgal edilmiş ve İsrail sultanı altında yaşamaya mahkûm bırakılmış bu insanlara acımak, aynı zamanda göğüs kafesinde kalp denilen nesneyi taşımanın bir gereğidir.
Üstüne üstlük, bizim Filistinlilerle bir de inanç bağımız vardır.
Peygamberimiz (s.a.v), "Müslümanların bir vücut gibi" olduğunu buyurmuş ve "Vücudun bir yerinde ağrı olursa, diğer yerlerin de o ağrıdan rahatsız olacağını" ifade etmişlerdir.
Onun içindir ki, Filistinliler için biz iki kat üzüntü duymalıyız/duymaktayız.
Filistinli kardeşlerimizin kollarının vura vura kırıldığı, televizyon haberleriyle bütün dünyaya duyurulmuş, gösterilmiştir.
Zulüm, her çeşidiyle ve bütün şiddetiyle devam ederken, İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Filistinlilerle din bağı olan Türkiye'ye gayet rahatça gelebilmektedir. Devletler arasında bu tür resmi görüşmeler olabilir deyip, bu gelişi- sadece geliş bakımından- hadi normal kabul edelim.
Şaron'un Türkiye'de görüşmeler yaptığı saatlerde, İsraillilerin habire Filistinli kanı dökmeye devam etmelerine ne diyeceğiz?..
Buna rağmen barıştan bahseden Şaron'a,
-Barıştan bahsediyorsunuz ama, şu anda Filistinlilerin başına bomba yağdırıyorsunuz. Bu nasıl barış isteğidir? diyecek bir tane devlet adamımızın çıkmaması çok üzücü.
Yahudilerin bir "Arz-ı Mev'ud" idealleri vardır.
Arz-ı Mev'ud, "Vadedilen Topraklar"demektir.
Yahudiler, bir kısım toprakların Allah tarafından eninde sonunda kendilerine verileceğine inanırlar ve bunun için mücadele ederler.
Yahudilerin Arz-ı Mev'ud ideali işte budur.
Dikkaat!
Bu toprakların bir kısmı da bizim Güneydoğu'dur.
Şaron'a,
-Bizim Güneydoğu bölgemiz de sizin Arz-ı Mev'ud sınırlarınız içinde. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? denilseydi, çok diplomatça bir soru sorulmuş olurdu.
Hoş bu soru başka bir Yahudiye, Şalom Gazetesi eski yazarı Yusuf Altıntaş'a sorulmadı değil.
Sorulmasına soruldu ama Yusuf Altıntaş cevap bile vermedi.
Onun kaçamak yapıp cevap vermemesi neyse ne de, Kanal 7'nin Ahmet Hakan'ının, program yöneticisi olarak Yusuf Altıntaş'tan bu soruyu cevaplandırmasını istememesi ilginç olmuştu.
İğneli Fıçı meselesi
Cevat Rifat Atilhan'ın eserleri içinde birisi var ki çok beğenmiştim: "İğneli Fıçı".
Yahudiler hakkında çok kitap okudum da, küçük yaşta bana en çok tesir edenlerden biri bu oldu.
Biri de "Suzi Liberman" isimli eser...
Suzi Liberman, bir Yahudi kızının ismi. Kitap, onun hatıralarından ibaret.
Yahudi düşüncesini öğrenmek isteyenlere Sinan Yayınevi'nin bastı bu eseri tavsiye ederim.
Gelelim esas meseleye, İğneli Fıçı meselesine...
Ömer Faruk Yılmaz'ın, Belgelerle Osmanlı Tarihi'nde, Üçüncü Ahmed Han Devri kısmında Yahudiler ve İğneli Fıçı Meselesi başlığı altında şunlar anlatılıyor:
"Osmanlıların son zamanlarına kadar, halk arasında Yahudilerle alakalı olarak kullanılan bir "İğneli Fıçı" meselesi vardır.
Bu mesele, basit tarifi ile, "Yahudilerin, Hıristiyan ve Müslüman çocuklarını yakalayıp, gizli odalarda kurban ederek, kanlarını mayasız ekmeklerine katarak yedikleridir".
Değerli okuyucular, fermanlara bile geçen bu mesele bir masal değildir.
Yukarıda ismini verdiğim tarih bakın ne diyor:
"Sultan Üçüncü Ahmed Han'a ait fermanlarda bu iğneli fıçı meselesi ile alakalı bazı bilgiler mevcuttur.
Sultan Üçüncü Ahmed Han'a takdim edilen bir arizada (dilekçede) şöyle denilmektedir:
İstanbul'da Ayvansaray kapısı içinde üç Yahudinin, Aliağa isminde birisinin küçük yaştaki çocuğu Ahmed'i yakalayıp yahudihaneye götürdükleri görülmüştür.
Bunu gören iki Müslüman, yahudihaneye zorla girerek, çocuğu kurtarmış ve keyfiyeti alakalılara bildirmişlerdi.
Bunun üzerine, yahudihanede bulunan cemaatbaşı ile hahamlar, yakalanıp Eyüp kadısının huzuruna çıkarılmışlardır.
Yapılan tahkikat sonunda çocuğu kaçıran üç Yahudinin idamlarına, dört hahamla cemaat kahyasının Sakız Adası'na, suçları hafif görülen yedi Yahudinin de İzmit'e sürülmesine karar verilmiştir" demektedir.
Bu hadiseden sonra da, Yahudilerin tekrar bu hareketlerine devam ettikleri görülür".
Kitapta buna benzer başka bir olaydan daha bahsedilmektedir.
Tarihçi Ömer Faruk Yılmaz, Hayat Tarih Mecmuası, sayı 5, Mayıs 1974, sh. 63-64'te de bu bilgilerin verildiğini dipnotunda kaydediyor.
Kitapta, müstakil bir sahifeye konulmuş hatt-i hümayûn (padişahın yazdırdığı yazı/ferman) var.
Alt tarafındaki bilgi yazısı şöyle:
Sultan Üçüncü Ahmed Han devrinde, "Yahudilerin, Müslüman çocuklarını kaçırıp öldürmeleri" ile alakalı "İğneli Fıçı" diye bilinen mesele hakkında hatt-ı hümâyûnun baş tarafı.
Filistinliler de bizim gözümüzde acınacak insanlardır. Onların da kendilerine mahsus bir vatanda yaşama hakları vardır.
Toprakları işgal edilmiş ve İsrail sultanı altında yaşamaya mahkûm bırakılmış bu insanlara acımak, aynı zamanda göğüs kafesinde kalp denilen nesneyi taşımanın bir gereğidir.
Üstüne üstlük, bizim Filistinlilerle bir de inanç bağımız vardır.
Peygamberimiz (s.a.v), "Müslümanların bir vücut gibi" olduğunu buyurmuş ve "Vücudun bir yerinde ağrı olursa, diğer yerlerin de o ağrıdan rahatsız olacağını" ifade etmişlerdir.
Onun içindir ki, Filistinliler için biz iki kat üzüntü duymalıyız/duymaktayız.
Filistinli kardeşlerimizin kollarının vura vura kırıldığı, televizyon haberleriyle bütün dünyaya duyurulmuş, gösterilmiştir.
Zulüm, her çeşidiyle ve bütün şiddetiyle devam ederken, İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Filistinlilerle din bağı olan Türkiye'ye gayet rahatça gelebilmektedir. Devletler arasında bu tür resmi görüşmeler olabilir deyip, bu gelişi- sadece geliş bakımından- hadi normal kabul edelim.
Şaron'un Türkiye'de görüşmeler yaptığı saatlerde, İsraillilerin habire Filistinli kanı dökmeye devam etmelerine ne diyeceğiz?..
Buna rağmen barıştan bahseden Şaron'a,
-Barıştan bahsediyorsunuz ama, şu anda Filistinlilerin başına bomba yağdırıyorsunuz. Bu nasıl barış isteğidir? diyecek bir tane devlet adamımızın çıkmaması çok üzücü.
Yahudilerin bir "Arz-ı Mev'ud" idealleri vardır.
Arz-ı Mev'ud, "Vadedilen Topraklar"demektir.
Yahudiler, bir kısım toprakların Allah tarafından eninde sonunda kendilerine verileceğine inanırlar ve bunun için mücadele ederler.
Yahudilerin Arz-ı Mev'ud ideali işte budur.
Dikkaat!
Bu toprakların bir kısmı da bizim Güneydoğu'dur.
Şaron'a,
-Bizim Güneydoğu bölgemiz de sizin Arz-ı Mev'ud sınırlarınız içinde. Bu hususta ne düşünüyorsunuz? denilseydi, çok diplomatça bir soru sorulmuş olurdu.
Hoş bu soru başka bir Yahudiye, Şalom Gazetesi eski yazarı Yusuf Altıntaş'a sorulmadı değil.
Sorulmasına soruldu ama Yusuf Altıntaş cevap bile vermedi.
Onun kaçamak yapıp cevap vermemesi neyse ne de, Kanal 7'nin Ahmet Hakan'ının, program yöneticisi olarak Yusuf Altıntaş'tan bu soruyu cevaplandırmasını istememesi ilginç olmuştu.
İğneli Fıçı meselesi
Cevat Rifat Atilhan'ın eserleri içinde birisi var ki çok beğenmiştim: "İğneli Fıçı".
Yahudiler hakkında çok kitap okudum da, küçük yaşta bana en çok tesir edenlerden biri bu oldu.
Biri de "Suzi Liberman" isimli eser...
Suzi Liberman, bir Yahudi kızının ismi. Kitap, onun hatıralarından ibaret.
Yahudi düşüncesini öğrenmek isteyenlere Sinan Yayınevi'nin bastı bu eseri tavsiye ederim.
Gelelim esas meseleye, İğneli Fıçı meselesine...
Ömer Faruk Yılmaz'ın, Belgelerle Osmanlı Tarihi'nde, Üçüncü Ahmed Han Devri kısmında Yahudiler ve İğneli Fıçı Meselesi başlığı altında şunlar anlatılıyor:
"Osmanlıların son zamanlarına kadar, halk arasında Yahudilerle alakalı olarak kullanılan bir "İğneli Fıçı" meselesi vardır.
Bu mesele, basit tarifi ile, "Yahudilerin, Hıristiyan ve Müslüman çocuklarını yakalayıp, gizli odalarda kurban ederek, kanlarını mayasız ekmeklerine katarak yedikleridir".
Değerli okuyucular, fermanlara bile geçen bu mesele bir masal değildir.
Yukarıda ismini verdiğim tarih bakın ne diyor:
"Sultan Üçüncü Ahmed Han'a ait fermanlarda bu iğneli fıçı meselesi ile alakalı bazı bilgiler mevcuttur.
Sultan Üçüncü Ahmed Han'a takdim edilen bir arizada (dilekçede) şöyle denilmektedir:
İstanbul'da Ayvansaray kapısı içinde üç Yahudinin, Aliağa isminde birisinin küçük yaştaki çocuğu Ahmed'i yakalayıp yahudihaneye götürdükleri görülmüştür.
Bunu gören iki Müslüman, yahudihaneye zorla girerek, çocuğu kurtarmış ve keyfiyeti alakalılara bildirmişlerdi.
Bunun üzerine, yahudihanede bulunan cemaatbaşı ile hahamlar, yakalanıp Eyüp kadısının huzuruna çıkarılmışlardır.
Yapılan tahkikat sonunda çocuğu kaçıran üç Yahudinin idamlarına, dört hahamla cemaat kahyasının Sakız Adası'na, suçları hafif görülen yedi Yahudinin de İzmit'e sürülmesine karar verilmiştir" demektedir.
Bu hadiseden sonra da, Yahudilerin tekrar bu hareketlerine devam ettikleri görülür".
Kitapta buna benzer başka bir olaydan daha bahsedilmektedir.
Tarihçi Ömer Faruk Yılmaz, Hayat Tarih Mecmuası, sayı 5, Mayıs 1974, sh. 63-64'te de bu bilgilerin verildiğini dipnotunda kaydediyor.
Kitapta, müstakil bir sahifeye konulmuş hatt-i hümayûn (padişahın yazdırdığı yazı/ferman) var.
Alt tarafındaki bilgi yazısı şöyle:
Sultan Üçüncü Ahmed Han devrinde, "Yahudilerin, Müslüman çocuklarını kaçırıp öldürmeleri" ile alakalı "İğneli Fıçı" diye bilinen mesele hakkında hatt-ı hümâyûnun baş tarafı.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Eren / diğer yazıları
- Alın size Avrupa'dan taze cevap / 16.03.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002