Gene Ağustos, gene "Zaferler Ayı". 26 Ağustos 1071 Malazgirt, 1 Ağustos 1571 Kıbrıs'ın Fethi, 1 Ağustos 1958 Kıbrıs'ta TMT'nin (Türk Mukavemet Teşkilâtı) kuruluşu ve nihayet 30 Ağustos 1922 Büyük Zafer.
TSK'da bu zaferlerle beraber tatlı bir heyecan sarar askerleri. Ağustos başında terfi ve tayinlerin görüşüleceği YAŞ toplantısı yapılır, 30 Ağustos'ta da bir üst rütbeye terfi edecek subaylar "yıldızlarına yıldız eklerler".
Veya süresi dolan, üzerindeki üniformayı şerefle taşıyıp çıkaran subaylar emekli olurlar.
Bir nokta; subay son taşıdığı rütbeden emekli olur, mezar taşına bile o rütbe ve sicili yazılır ama "asker emekli olmaz." Asker, askerdir. Görev ölene kadar devam eder, durumdan her zaman çıkarılacak bir "vazife" bulunur.
TSK'nın mâzisi insanlık tarihi kadar eskidir. Zaferlerle beraber dört kıtada medeniyet nurları taşımıştır, subaylar omuzlarındaki apoletlerde yüzyılların şerefini taşırlar.
Son cümledeki her lâfı aynen Atatürk söylemiştir.
TSK tarihe bağlı olduğunu, derin bir tarih şuuru taşıdığını son iki ayda en yetkili ağızlardan açıkça ifade etmiştir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu İzmir'e yaptığı bir ziyarette gazetecilerin AGSK konusundaki bir sorusu üzerine; "AGSK içinde yer almamız son derece tabiîdir. Avrupa'nın savunmasına en büyük katkıyı biz yaptık. Türkiye 650 yıldır Avrupa'nın savunmasında etkin rol almıştı" cevabını vermiştir..
Soruyu soran genç gazeteci bile paşanın ne demek istediğini anlamamış, yayın yönetmeni farkına varmadığı için haberi manşete taşımamıştı.
650 yıl, Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesine çıkış sürecidir.
Kıvrıkoğlu acaba Osmanlı'nın, kuruluşundan itibaren Avrupa'nın yarısını ele geçirerek o coğrafyada birlik ve beraberliği, sulh ve sükûnu sağlamış olduğunu mu ifade etmek istemişti?
Peki aynı şey Ortadoğu için de vârit değil midir? Osmanlı yıkıldıktan sonra, o zamana kadar çıt çıkmayan Balkanlar ve Ortadoğu'da rahat ve huzur kalmış mıdır?
TSK bununla da kalmadı... Her yıl olduğu gibi bu Haziran'ın 28'inde de, Türk Kara Kuvvetleri'nin Kuruluşu'nu Mete Han'ın tahta geçiş ve Türk Ordusunu kuruş gününde kutladı.
Dünü unutan, yarını göremeyen politikacı ve aydınların bulunduğu yerde az şey değildir bu.
Asker tarihten ders çıkardığı için olaylara doğru teşhis koyabilmekte, tarihi unutan toplumun hep bir adım önünde bulunmaktadır. Böyle olduğu için de görüş ve düşünceleri merak edilmekte, atılacak adımlara yön vermektedir.
Günün popüler sorusu şudur; asker Tayyip hareketine nasıl bakmaktadır?
Gelin o halde işi biraz baştan alalım.
Tayyip Erdoğan'ın "kimlerle" görüştüğü son günlerde hep gazetelerin manşetlerine çıkıyor. Görüşülen kişilerin kimliklerinden yola çıkılarak yorumlar yapılıyor, ilerisi için işaretler aranıyor, kısaca bir çeşit fal bakılıyor.
Tayyip Erdoğan Amerika'nın İstanbul Konsolosuyla, İsrail'in Ankara Büyükelçisi ile, ABD'deki Musevi Cemaatinin Lideri Abraham Foksman ile görüşmüş, "kurmaylarından" Abdullah Gül de İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi'ne bir saat bilgi vermiş.
Ve medya, kamuoyu Tayyip Erdoğan'ın bunlarla ne görüştüğünü araştırıyor.
Evet Tayyip "kimlerle" ve "ne" görüştü?
Biz ise olaya her zaman yaptığımız gibi herkesin baktığı açıdan değil, değişik bir açıdan bakacağız ve Tayyip'le görüşenlerin, onunla "neden" görüştüğünü araştıracağız.
"Neden"i bulursak, "ne" görüşüldüğü ve Tayyip'ten "nelerin beklendiği" o kadar kolay, açık ve net bir biçimde ortaya çıkacak ki!
Bu düşünce sistematiği bizi 28 Şubat'ın neden gerekirse bin yıl daha süreceği ve asıl muhatabının kim olduğu sorularının cevaplarına da götürecek.
TSK'da bu zaferlerle beraber tatlı bir heyecan sarar askerleri. Ağustos başında terfi ve tayinlerin görüşüleceği YAŞ toplantısı yapılır, 30 Ağustos'ta da bir üst rütbeye terfi edecek subaylar "yıldızlarına yıldız eklerler".
Veya süresi dolan, üzerindeki üniformayı şerefle taşıyıp çıkaran subaylar emekli olurlar.
Bir nokta; subay son taşıdığı rütbeden emekli olur, mezar taşına bile o rütbe ve sicili yazılır ama "asker emekli olmaz." Asker, askerdir. Görev ölene kadar devam eder, durumdan her zaman çıkarılacak bir "vazife" bulunur.
TSK'nın mâzisi insanlık tarihi kadar eskidir. Zaferlerle beraber dört kıtada medeniyet nurları taşımıştır, subaylar omuzlarındaki apoletlerde yüzyılların şerefini taşırlar.
Son cümledeki her lâfı aynen Atatürk söylemiştir.
TSK tarihe bağlı olduğunu, derin bir tarih şuuru taşıdığını son iki ayda en yetkili ağızlardan açıkça ifade etmiştir.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu İzmir'e yaptığı bir ziyarette gazetecilerin AGSK konusundaki bir sorusu üzerine; "AGSK içinde yer almamız son derece tabiîdir. Avrupa'nın savunmasına en büyük katkıyı biz yaptık. Türkiye 650 yıldır Avrupa'nın savunmasında etkin rol almıştı" cevabını vermiştir..
Soruyu soran genç gazeteci bile paşanın ne demek istediğini anlamamış, yayın yönetmeni farkına varmadığı için haberi manşete taşımamıştı.
650 yıl, Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesine çıkış sürecidir.
Kıvrıkoğlu acaba Osmanlı'nın, kuruluşundan itibaren Avrupa'nın yarısını ele geçirerek o coğrafyada birlik ve beraberliği, sulh ve sükûnu sağlamış olduğunu mu ifade etmek istemişti?
Peki aynı şey Ortadoğu için de vârit değil midir? Osmanlı yıkıldıktan sonra, o zamana kadar çıt çıkmayan Balkanlar ve Ortadoğu'da rahat ve huzur kalmış mıdır?
TSK bununla da kalmadı... Her yıl olduğu gibi bu Haziran'ın 28'inde de, Türk Kara Kuvvetleri'nin Kuruluşu'nu Mete Han'ın tahta geçiş ve Türk Ordusunu kuruş gününde kutladı.
Dünü unutan, yarını göremeyen politikacı ve aydınların bulunduğu yerde az şey değildir bu.
Asker tarihten ders çıkardığı için olaylara doğru teşhis koyabilmekte, tarihi unutan toplumun hep bir adım önünde bulunmaktadır. Böyle olduğu için de görüş ve düşünceleri merak edilmekte, atılacak adımlara yön vermektedir.
Günün popüler sorusu şudur; asker Tayyip hareketine nasıl bakmaktadır?
Gelin o halde işi biraz baştan alalım.
Tayyip Erdoğan'ın "kimlerle" görüştüğü son günlerde hep gazetelerin manşetlerine çıkıyor. Görüşülen kişilerin kimliklerinden yola çıkılarak yorumlar yapılıyor, ilerisi için işaretler aranıyor, kısaca bir çeşit fal bakılıyor.
Tayyip Erdoğan Amerika'nın İstanbul Konsolosuyla, İsrail'in Ankara Büyükelçisi ile, ABD'deki Musevi Cemaatinin Lideri Abraham Foksman ile görüşmüş, "kurmaylarından" Abdullah Gül de İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi'ne bir saat bilgi vermiş.
Ve medya, kamuoyu Tayyip Erdoğan'ın bunlarla ne görüştüğünü araştırıyor.
Evet Tayyip "kimlerle" ve "ne" görüştü?
Biz ise olaya her zaman yaptığımız gibi herkesin baktığı açıdan değil, değişik bir açıdan bakacağız ve Tayyip'le görüşenlerin, onunla "neden" görüştüğünü araştıracağız.
"Neden"i bulursak, "ne" görüşüldüğü ve Tayyip'ten "nelerin beklendiği" o kadar kolay, açık ve net bir biçimde ortaya çıkacak ki!
Bu düşünce sistematiği bizi 28 Şubat'ın neden gerekirse bin yıl daha süreceği ve asıl muhatabının kim olduğu sorularının cevaplarına da götürecek.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002