Bu sözü ilk kez çocukken duymuştum, anneannemden.
Görgülü, bilgili, Anadolu irfanıyla yoğrulmuş bir kadındı.
Tekke ve türbe gezilerinde sormuştum kendisine: "Ne demek anneanne, ocaklarının yüzü suyu hürmetine?"
Alevi-Bektaşi inancında, yaşamış ulu evliyaların, enbiyaların tekkeleri ve türbeleri ziyaret edilir. İnsanlar dua eder, niyazda bulunur, adaklar adar, cemler yakar. Bu bir medet umma hâli değil, hürmet, niyet ve sorumluluk meselesidir.
Biz çocuk aklıyla sorardık, "Devir değişti, hâlâ tekkelerden mi umut bekliyorsunuz?"
Cevabı netti:
"Evladım, biz taştan, duvardan istemeyiz. Ocak, Hak-Muhammed-Ali yoludur. Biz oraya niyet ederiz."
Bu söz bugün hâlâ aklımdadır.
Çünkü Türkiye'de son üç seçimdir yaşanan siyasi tabloyu bundan daha iyi anlatan bir benzetme yok.
Son üç seçimdir geniş bir seçmen kitlesi, şartsız ve koşulsuz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün yüzü suyu hürmetine CHP'ye oy verdi.
Birlik bozulmasın, ayrı gayrı olmasın diye.
"Destek olun" baskılarıyla, toplumda karşılığı zayıf adaylara, zayıf politikalara razı gelindi.
Biz de sustuk.
Muhalif olmayalım dedik.
İşi bozan biz olmayalım dedik.
İçimize attık, destek olduk.
Ama gelinen noktada tablo açık ve net. Bu düzen, bu siyaset anlayışıyla değişmiyor.
Bu itiraz yeni değil. Uzun süredir dile getiriliyor ama her defasında "Şimdi sırası değil" denilerek öteleniyor.
Böylece eleştiri değil, alışkanlık siyaseti büyüyor. İşin asıl meselesi de burada başlıyor.
Belli bir kesim, CHP'ye verilen oyları kendinden menkul sanıyor. Atatürk'ün adıyla gelen destek, çantada keklik görülüyor.
Aynı kadrolar, aynı dil, aynı yöntemler. Yani aynı tas, aynı hamam. Oysa o oylar bir mülk değil, bir emanet. Ama kıymeti bilinmiyor, hoyratça harcanıyor.
CHP, ne toplumun tüm kesimlerinin partisi olabildi ne de oy aldığı kesimlerin gerçek savunucusu.
Daha da önemlisi, kendisine oy vermeyen seçmenin derdine çare olacak politikalar üretemediği için büyüyemiyor.
Tam da bu noktada toplumda güçlü bir arayış belirginleşiyor.
Ezbere konuşmayan, kimliğe değil insana bakan, ekonomiyi slogandan değil sofradan anlatan, bağımsızlığı lafla değil duruşla savunan bir siyaset arayışı bu.
Bu arayışın bugün Türkiye'deki en net karşılığı Bağımsız Türkiye Partisi ve Genel Başkanı Hüseyin Baş'tır.
Hüseyin Baş'ı farklı kılan yalnızca genç ve dinamik olması değildir.
Asıl farkı, kimsenin oyunu çantada keklik görmemesi, geçmişin hürmetine sığınmadan geleceğin sorumluluğunu üstlenmeye talip olmasıdır.
Muhalefeti alışkanlıkla değil, alternatif üreterek yapmasıdır.
Ekonomiyi rakamlarla değil, halkın yaşadığı gerçeklerle anlatmasıdır.
Bugün "yüzü suyu hürmetine" oy verme alışkanlığının karşısında duran açık bir siyasal irade varsa, o da budur.
Ne geçmişle kavga eden ne de geçmişi kalkan yapan, akla, emeğe ve halkın gerçek ihtiyaçlarına dayanan bir duruş.
Atatürk'ün mirası, sorgusuz sadakat değil, akıl ve cesarettir.
Ve bu cesareti bugün açıkça ortaya koyan isimlerden biri Hüseyin Baş'tır.
Türkiye siyaseti bir eşiğe gelmiştir. Bu eşik, alışkanlıkla devam mı edilecek, yoksa yeni bir dil, yeni bir cesaret ve yeni bir iradeyle mi yürünecek sorusunun eşiğidir.
Köprüye gelindi.
Bu kez slogan yetmez.
Bu kez hürmet değil, muhasebe gerekir.
Ve bu, köprüden önceki son çıkış.
- Harç mı, haraç mı?" / 20.12.2025
- 200 Otobüs Hattı / 19.12.2025
- Acıyı bal eyledik / 18.12.2025
- Hapishaneler: Hukukun sessiz sınavı / 17.12.2025
- Salıncak / 16.12.2025
- Âşık Daimi: Meydanda kalan söz / 15.12.2025
- Tarım çöküyor, fiyatlar el değil can yakıyor / 14.12.2025
- Orta direk çöktü mü? / 13.12.2025
- Makam mı marifet mi? / 12.12.2025

















































































