‘Zâtının idrak edilmesi mümkün değildir’
Hz. Ali (a.s.) buyurdu ki: “Allah, bütün sıfatlarda yaratıklarından farklıdır. Zâtının idrak edilmesi mümkün değildir. Çünkü yaratıklar devamlı değişim halindedirler. Oysa kendisi ululuk, azamet ve büyüklüğünden dolayı her türlü değişimlerden uzaktır”
27.09.2023 10:20:00
Hakan Akkuş
Hakan Akkuş





İmam Rıza (a.s), metindeki senetle Emirü'l-Mü'minin Ali (a.s)'ın Kûfe Mescidi'nde şöyle bir hutbe okuduğunu nakletti:
"Hamd Allah'a mahsustur; ne kendisi bir şeyden yaratılmıştır, ne de yaratıklarını bir şeyden yaratmıştır. Eşyaların hâdis olmasını (sonradan yaratılmışlığını) kendi ezeli oluşuna tanık kılmıştır, mahlûklarının acizlik ve zayıflığını kendi kudretinin göstergesi yapmıştır ve yaratıkların fenâsını kendi bekâsına delil kılmıştır. Hiçbir mekân O'nun dışında değildir ki, O'nun için bir mekân düşünülsün; O'nun bir benzeri yoktur ki, bir nitelikle vasfedilsin; hiçbir şey O'nun ilminin dışında değil ki, bir haysiyetle (durumla) tanınabilsin.
O, bütün sıfatlarda yaratıklarından farklıdır. Zâtının idrak edilmesi mümkün değildir. Çünkü yaratıklar (O'nun emriyle) devamlı değişim halindedirler. Oysa kendisi ululuk, azamet ve büyüklüğünden dolayı her türlü değişimlerden uzaktır. Mahir, zeki ve keskin anlayış sahiplerinin O'na sınır tayin etmeleri haramdır; ince ve derin düşünürlerin O'nu biçimlendirmeleri yasaktır; görüş okyanusunun dalgıçlarının O'nu tasvir etmeleri de imkânsızdır. Mekânlar, azametinden dolayı O'nu kapsayamaz- lar; ölüler, celalinden dolayı O'nu ölçemezler; mikyaslar, ululuğundan dolayı O'nu ölçüp biçemezler; vehimlerin O'nun künhüne varması, kavrayışların O'nu kavraması, zihinlerin O'na örnek getirmesi imkânsızdır. Yüce akıllar, O'nun vücudunu kuşatarak keşfetmekten ümitsizdirler. Uçsuz bucaksız ilim deryaları O'nun künhünün hakikatine işaret etmede kurudurlar. O'nun kudretini vasfetmeye kalkışan en zarif düşünceli insanlar, aciz ve zelil bir şekilde geriye dönmüşlerdir. O birdir ama birliği sayısal değildir; daimidir ama daimiliği zamansal değildir; kaimdir ama kaimliği sütunlarla değildir. O cins değildir ki cinsler, O'nun eşi olabilsinler. O karartı değil ki karartılar O'na benzemiş olabilsinler. O eşyalar gibi değil ki bu vesileyle vasıflandırılabil- sin. Akıllar, O'nu idrak etmenin akım dalgalarında sapmışlardır. Düşünceler O'nun ezeliliğinin niteliğini kavramakta şaşkındırlar. İdraklar O'nun kudretinin vasfını anlamakta mahsurdur. Zihinler O'nun melekûtunun (ilahi âleminin) engin feleklerinde gark olmuştur. O, bütün nimetlere kadirdir; ululuğuyla güçlüdür; her şeyin sahibidir. Ne devran O'nu yıpratır, ne zaman O'nu eksiltir ve ne de vasıf onu kuşatabilir (belirleyebilir). Sabit ve sert varlıklar kökü ve esasında onun için boyun eğmiştir. Sağlam kale ve dağlar, en yüksek zirveye sahip olmalarına rağmen, onun için boyun eğmiş durumdadır. Bütün mahlûkatı kendi Rabliğine şahit, onların acizliğini kendi kudretine delil, hâdisliğini (sonradan oluşunu) kendi kadimliğine (ezelî oluşuna) tanık ve zevalini (yok oluşunu) de kendi bekâsına (ebedîliğine) gösterge kılmıştır. Varlıklar O'nun emrinden kaçıp kurtulamaz, onun kuşatma gücünden dışarı çıkamaz, O'nun saymasından (divan nizamından) kendilerini saklayamaz ve kendileri üzerindeki O'nun kudretinden kaçınamazlar. Hilkat, nizam ve sağlamlığı bir nişane, tabiat terkipleri bir delalet, âlemdeki yıpranma ve yok olma kadimliğine bir delil ve sanatının sağlamlığı ve hikmeti ise, ibret olarak yeterlidir. O'nun için belirlenmiş bir sınır, örnek verilebilecek bir misil ve O'ndan saklı tutulmuş hiçbir şey yoktur. Allah Teâlâ örnek verilmekten ve mahlûkların sıfatından çok üstün ve yücedir.
O'nun Rabliğine iman ederek inkârcılarına da karşı çıkarak O'ndan başka ilahın olmadığına şehadet ederim. Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna, O'nu (Peygamberimizi) en hayırlı yerde karar kıldığına, en değerli soy ve en temiz rahimlerden naklettiğine, en asil kaynaktan, en üstün kökten, en değerli soydan peygamberlerini yarattığına ve eminlerini de ondan seçtiği şecereden yarattığına şehadet ederim; öyle şecere ki ağacı tertemiz, sütunu dümdüz, gövdesi yüksek, dalları yemyeşil ve parlak, meyveleri olgunlaşmış ve tatlı, içi ise kerametle doludur."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)
"Hamd Allah'a mahsustur; ne kendisi bir şeyden yaratılmıştır, ne de yaratıklarını bir şeyden yaratmıştır. Eşyaların hâdis olmasını (sonradan yaratılmışlığını) kendi ezeli oluşuna tanık kılmıştır, mahlûklarının acizlik ve zayıflığını kendi kudretinin göstergesi yapmıştır ve yaratıkların fenâsını kendi bekâsına delil kılmıştır. Hiçbir mekân O'nun dışında değildir ki, O'nun için bir mekân düşünülsün; O'nun bir benzeri yoktur ki, bir nitelikle vasfedilsin; hiçbir şey O'nun ilminin dışında değil ki, bir haysiyetle (durumla) tanınabilsin.
O, bütün sıfatlarda yaratıklarından farklıdır. Zâtının idrak edilmesi mümkün değildir. Çünkü yaratıklar (O'nun emriyle) devamlı değişim halindedirler. Oysa kendisi ululuk, azamet ve büyüklüğünden dolayı her türlü değişimlerden uzaktır. Mahir, zeki ve keskin anlayış sahiplerinin O'na sınır tayin etmeleri haramdır; ince ve derin düşünürlerin O'nu biçimlendirmeleri yasaktır; görüş okyanusunun dalgıçlarının O'nu tasvir etmeleri de imkânsızdır. Mekânlar, azametinden dolayı O'nu kapsayamaz- lar; ölüler, celalinden dolayı O'nu ölçemezler; mikyaslar, ululuğundan dolayı O'nu ölçüp biçemezler; vehimlerin O'nun künhüne varması, kavrayışların O'nu kavraması, zihinlerin O'na örnek getirmesi imkânsızdır. Yüce akıllar, O'nun vücudunu kuşatarak keşfetmekten ümitsizdirler. Uçsuz bucaksız ilim deryaları O'nun künhünün hakikatine işaret etmede kurudurlar. O'nun kudretini vasfetmeye kalkışan en zarif düşünceli insanlar, aciz ve zelil bir şekilde geriye dönmüşlerdir. O birdir ama birliği sayısal değildir; daimidir ama daimiliği zamansal değildir; kaimdir ama kaimliği sütunlarla değildir. O cins değildir ki cinsler, O'nun eşi olabilsinler. O karartı değil ki karartılar O'na benzemiş olabilsinler. O eşyalar gibi değil ki bu vesileyle vasıflandırılabil- sin. Akıllar, O'nu idrak etmenin akım dalgalarında sapmışlardır. Düşünceler O'nun ezeliliğinin niteliğini kavramakta şaşkındırlar. İdraklar O'nun kudretinin vasfını anlamakta mahsurdur. Zihinler O'nun melekûtunun (ilahi âleminin) engin feleklerinde gark olmuştur. O, bütün nimetlere kadirdir; ululuğuyla güçlüdür; her şeyin sahibidir. Ne devran O'nu yıpratır, ne zaman O'nu eksiltir ve ne de vasıf onu kuşatabilir (belirleyebilir). Sabit ve sert varlıklar kökü ve esasında onun için boyun eğmiştir. Sağlam kale ve dağlar, en yüksek zirveye sahip olmalarına rağmen, onun için boyun eğmiş durumdadır. Bütün mahlûkatı kendi Rabliğine şahit, onların acizliğini kendi kudretine delil, hâdisliğini (sonradan oluşunu) kendi kadimliğine (ezelî oluşuna) tanık ve zevalini (yok oluşunu) de kendi bekâsına (ebedîliğine) gösterge kılmıştır. Varlıklar O'nun emrinden kaçıp kurtulamaz, onun kuşatma gücünden dışarı çıkamaz, O'nun saymasından (divan nizamından) kendilerini saklayamaz ve kendileri üzerindeki O'nun kudretinden kaçınamazlar. Hilkat, nizam ve sağlamlığı bir nişane, tabiat terkipleri bir delalet, âlemdeki yıpranma ve yok olma kadimliğine bir delil ve sanatının sağlamlığı ve hikmeti ise, ibret olarak yeterlidir. O'nun için belirlenmiş bir sınır, örnek verilebilecek bir misil ve O'ndan saklı tutulmuş hiçbir şey yoktur. Allah Teâlâ örnek verilmekten ve mahlûkların sıfatından çok üstün ve yücedir.
O'nun Rabliğine iman ederek inkârcılarına da karşı çıkarak O'ndan başka ilahın olmadığına şehadet ederim. Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna, O'nu (Peygamberimizi) en hayırlı yerde karar kıldığına, en değerli soy ve en temiz rahimlerden naklettiğine, en asil kaynaktan, en üstün kökten, en değerli soydan peygamberlerini yarattığına ve eminlerini de ondan seçtiği şecereden yarattığına şehadet ederim; öyle şecere ki ağacı tertemiz, sütunu dümdüz, gövdesi yüksek, dalları yemyeşil ve parlak, meyveleri olgunlaşmış ve tatlı, içi ise kerametle doludur."
(Uyun-u Ahbar'ir-Rıza (a.s), Şeyh Saduk İbn-i Babeveyh)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.