Adı "savaş" olarak anılmayan bu öldürücünün aldığı can ve söndürdüğü ocaklar, diğer savaşlarınkinden çok daha fazla.
Fazla olmasa bile, zararlı olan bir şey devamlıysa, az da olsa yine kötüdür. Bu görünmez savaş da devamlıdır...
15-45 yaş arasındaki insanları ölüm sebeplerinin başında gelen travmanın birinci sebebi de aynı şeymiş... Trafik kazları...
Trafik kazalarında Türkiye'de her sene 8-9 bin kişi ölmekte, çok daha fazlası da sakat kalmaktadır. Hastanelerde ölenler bunun dışındadır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), kazadan 1 ay sonra ölenleri trafik kazası ölümü saydığı için, onlar da bu sayının dışındadır.
İlk trafik kazasının 100. yılına, 1997'ye kadar, dünyada tahminen 25 milyon kişi ölmüştür ki, dünya harbi hariç hiçbir savaşta bu kadar insan ölmemiştir. Öyleyse buna "kaza" mı demeli yoksa "savaş" mı?
Bu savaşta memleketimizin hali şu: Trafik kazalarının birinci sebebi aşırı hız, hatalı sollama ve akılları yok eden, insanı gülünç hale getiren alkol...
14 Avrupa ülkesinin toplamından fazla kamyon bulunan Türkiye'de, bu araçlar haliyle aşırı yük ve ağır tonajlarıyla yollarda insan ölümlerine sebep olan oluk ve eğimler meydana getiriyor.
Gerçek ortada... En fazla yol tahribatı, Turgutlu-Salihli karayolunda bulunmakta ve burada her yıl onlarca insan ölmekteymiş.
Öyleyse, suçlusu görünmez bir canavar olan bu katliamın bu savaşın sona ermesi için, hem bozuk yolların acilen düzeltilmesi hem de çift gidiş gelişli duble yollar haline getirilmesi gerekmiyor mu?
Neyle mi yapılsın?
IMF'den gelecek parayla mı yapılacak neyle yapılacaksa yapılmalı, çünkü ölümlerin devamı için hiç bir mazeret kabul edilemez.
Katil PKK olursa para bulunuyor idiyse, bu savaş için de bulunmalı...
Yolcu taşımacılığının neredeyse tamamı karayoluyla yapılırken, demiryolları ise hatırlanmayı bekliyor...
Otobanlar yerine, çok daha düşük maliyetli "hızlı tren" projeleri senelerdir bir türlü hayata geçirilemiyor; niye?
Karayolu, kamulaştırmada demiryoluna göre iki kat fazla olup maliyeti arttırdığı ve tarım arazisi kaybına yol açtığı halde, niçin ille de karayolu?
Demiryolunun ömrü 30 yıl, karayolunun ki ise 15.
Karayollarında tüketilen enerji, demiryollarına oranla 2 ila 5 misli fazladır. Demiryollarında kullanılma imkanı olan elektrik enerjisinin, petrole göre daha ucuz, dışa bağımlılığı daha az olduğu gibi, çevre kirliliği ise hiç yok.
Yük taşımacılığı demiryollarına kaydırılınca, karayolu kazalarını en aza indireceği kesin. LPG, benzin, tüpgaz gibi patlayıcı maddelerin taşınmasının karayollarından demiryollarına aktarılması, ulaşım güvenliğini de arttırır.
Karayolu ulaşım sistemi son derece pahalı ve dışa bağımlı olup petrol, otomobil, lastik ve yedek parça için milyonlarca dolar ödemekteyiz.
Bir diğer faktör çevre kirliliğidir. İnsana nefes aldırmayan ve içinde zehirli gaz bileşimi olan egzoz dumanı, sıhhatin en büyük düşmanıdır.
O halde, çare, uzun vadede ülkeyi demiryolları ağıyla örmektir.
Örnek aldığımız Avrupa'da, ulaşımın çoğunu üslenen demiryolu birinci sırada yer almakta ve havayollarıyla rekabet eder düzeyde bulunmaktadır.
Demiryolları, uzun mesafelerde ve kitle taşımacılığında da uygundur.
En doğrusu ise, demiryolu ile karayolunun entegre olmasıdır.
Otobanlar, özel oto sahipliğinin ve bunlarla seyahatin fazla olduğu ülkelerde hizmet vermek amacıyla zarureten yapılmaktadır. Ülkemizde ise, 39 kişiye sadece bir otomobil düşmektedir. Maliyeti yüksek, ekonomik ömrü kısa olan otobanlar ise, ağır yükler için uygun değildir.
Otobanlara harcanacak paralarla, hem mevcut demiryolları canlandırılabilir hem de demiryolu ağı genişletilebilir.
Birçok imkanlar gibi, bu hususta da kârlı bir yol önümüzdedir. Bir araştırmada, sadece İstanbul-İzmir-Ankara arasında demiryolu taşımacılığına geçilmesi ile, ülkemizin petrol faturasının 3'te 1'e ineceği hesaplanmıştır...
Demiryolunda dizel taşımacılığı, karayoluna göre 17 kat ucuz, yine demiryolunda elektrikli taşımacılık, dizel taşımacılığa göre 7 kat daha ucuzdur. Hızlı, ucuz ve güvenli demiryolu ulaşımı ile iç göçler bile azalabilir.
Çalışmak için büyük merkezlere kolaylıkla ulaşma ve oturduğu bölgeye aynı kolaylıkla dönme imkanı olan kişilerin, göçe bile ihtiyacı kalmaz.
Bu imkanlara kavuşulunca, iç göç sonucundaki gecekondulaşma, çarpık şehirleşme ve hizmetlerin aksaması gibi şeyler de yok olacaktır.
Geçen yıllarda Türkiye Trafik Güvenliği Vakfı tarafından başlatılan "Demiryolumu İstiyorum!" kampanyası büyük bir destek almıştı.
Demek ki, yöneticiler hariç herkesin gönlünde bir tren özlemi varmış. Bu isteğin daha da büyüyeceğini, iyi hizmet verildiği takdirde toplumun tüm kesimlerince destekleneceğini biliyor ve ülkenin her tarafına yayılacağına inanacağımız günü bekliyoruz.
Demiryolu politikasını dışlayarak, taşımacılığın % 90'ını karayollarına bağlayarak, arkasında binlerce ölü, yaralı ve sakat bırakan siyaseti artık terk etmemiz şart gözüküyor.
Kaldı ki, bu ölümler, araba sayısı arttıkça artmaktadır.
Avrupa'da, çok küçük yerleşim birimleri hariç, toplu taşımacılık tamamen trenle yapılmaktadır.
İlle de Avrupa Birliği'ne girelim diye yeri göğü inleten yöneticilerimiz, Avrupa'daki bu gerçeği bilmiyorlar mı? Gitmiyor, görmüyorlar mı?
Geçen sene, Almanya Manheim'de karşılaştığım eski bir parlamenter, Mesut Yılmaz'a kızıyor,
-Parlamento'ya girersem, yakasına yapışıp "Almanya'da, Türkiye'ye getirecek hiç mi bir şey görmedin" diye soracağım, diyordu.
Haksızdı, yanılıyordu...
Çünkü, Sayın Yılmaz Avrupa'dan burnunda tampon getirmişti.
Fazla olmasa bile, zararlı olan bir şey devamlıysa, az da olsa yine kötüdür. Bu görünmez savaş da devamlıdır...
15-45 yaş arasındaki insanları ölüm sebeplerinin başında gelen travmanın birinci sebebi de aynı şeymiş... Trafik kazları...
Trafik kazalarında Türkiye'de her sene 8-9 bin kişi ölmekte, çok daha fazlası da sakat kalmaktadır. Hastanelerde ölenler bunun dışındadır.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), kazadan 1 ay sonra ölenleri trafik kazası ölümü saydığı için, onlar da bu sayının dışındadır.
İlk trafik kazasının 100. yılına, 1997'ye kadar, dünyada tahminen 25 milyon kişi ölmüştür ki, dünya harbi hariç hiçbir savaşta bu kadar insan ölmemiştir. Öyleyse buna "kaza" mı demeli yoksa "savaş" mı?
Bu savaşta memleketimizin hali şu: Trafik kazalarının birinci sebebi aşırı hız, hatalı sollama ve akılları yok eden, insanı gülünç hale getiren alkol...
14 Avrupa ülkesinin toplamından fazla kamyon bulunan Türkiye'de, bu araçlar haliyle aşırı yük ve ağır tonajlarıyla yollarda insan ölümlerine sebep olan oluk ve eğimler meydana getiriyor.
Gerçek ortada... En fazla yol tahribatı, Turgutlu-Salihli karayolunda bulunmakta ve burada her yıl onlarca insan ölmekteymiş.
Öyleyse, suçlusu görünmez bir canavar olan bu katliamın bu savaşın sona ermesi için, hem bozuk yolların acilen düzeltilmesi hem de çift gidiş gelişli duble yollar haline getirilmesi gerekmiyor mu?
Neyle mi yapılsın?
IMF'den gelecek parayla mı yapılacak neyle yapılacaksa yapılmalı, çünkü ölümlerin devamı için hiç bir mazeret kabul edilemez.
Katil PKK olursa para bulunuyor idiyse, bu savaş için de bulunmalı...
Yolcu taşımacılığının neredeyse tamamı karayoluyla yapılırken, demiryolları ise hatırlanmayı bekliyor...
Otobanlar yerine, çok daha düşük maliyetli "hızlı tren" projeleri senelerdir bir türlü hayata geçirilemiyor; niye?
Karayolu, kamulaştırmada demiryoluna göre iki kat fazla olup maliyeti arttırdığı ve tarım arazisi kaybına yol açtığı halde, niçin ille de karayolu?
Demiryolunun ömrü 30 yıl, karayolunun ki ise 15.
Karayollarında tüketilen enerji, demiryollarına oranla 2 ila 5 misli fazladır. Demiryollarında kullanılma imkanı olan elektrik enerjisinin, petrole göre daha ucuz, dışa bağımlılığı daha az olduğu gibi, çevre kirliliği ise hiç yok.
Yük taşımacılığı demiryollarına kaydırılınca, karayolu kazalarını en aza indireceği kesin. LPG, benzin, tüpgaz gibi patlayıcı maddelerin taşınmasının karayollarından demiryollarına aktarılması, ulaşım güvenliğini de arttırır.
Karayolu ulaşım sistemi son derece pahalı ve dışa bağımlı olup petrol, otomobil, lastik ve yedek parça için milyonlarca dolar ödemekteyiz.
Bir diğer faktör çevre kirliliğidir. İnsana nefes aldırmayan ve içinde zehirli gaz bileşimi olan egzoz dumanı, sıhhatin en büyük düşmanıdır.
O halde, çare, uzun vadede ülkeyi demiryolları ağıyla örmektir.
Örnek aldığımız Avrupa'da, ulaşımın çoğunu üslenen demiryolu birinci sırada yer almakta ve havayollarıyla rekabet eder düzeyde bulunmaktadır.
Demiryolları, uzun mesafelerde ve kitle taşımacılığında da uygundur.
En doğrusu ise, demiryolu ile karayolunun entegre olmasıdır.
Otobanlar, özel oto sahipliğinin ve bunlarla seyahatin fazla olduğu ülkelerde hizmet vermek amacıyla zarureten yapılmaktadır. Ülkemizde ise, 39 kişiye sadece bir otomobil düşmektedir. Maliyeti yüksek, ekonomik ömrü kısa olan otobanlar ise, ağır yükler için uygun değildir.
Otobanlara harcanacak paralarla, hem mevcut demiryolları canlandırılabilir hem de demiryolu ağı genişletilebilir.
Birçok imkanlar gibi, bu hususta da kârlı bir yol önümüzdedir. Bir araştırmada, sadece İstanbul-İzmir-Ankara arasında demiryolu taşımacılığına geçilmesi ile, ülkemizin petrol faturasının 3'te 1'e ineceği hesaplanmıştır...
Demiryolunda dizel taşımacılığı, karayoluna göre 17 kat ucuz, yine demiryolunda elektrikli taşımacılık, dizel taşımacılığa göre 7 kat daha ucuzdur. Hızlı, ucuz ve güvenli demiryolu ulaşımı ile iç göçler bile azalabilir.
Çalışmak için büyük merkezlere kolaylıkla ulaşma ve oturduğu bölgeye aynı kolaylıkla dönme imkanı olan kişilerin, göçe bile ihtiyacı kalmaz.
Bu imkanlara kavuşulunca, iç göç sonucundaki gecekondulaşma, çarpık şehirleşme ve hizmetlerin aksaması gibi şeyler de yok olacaktır.
Geçen yıllarda Türkiye Trafik Güvenliği Vakfı tarafından başlatılan "Demiryolumu İstiyorum!" kampanyası büyük bir destek almıştı.
Demek ki, yöneticiler hariç herkesin gönlünde bir tren özlemi varmış. Bu isteğin daha da büyüyeceğini, iyi hizmet verildiği takdirde toplumun tüm kesimlerince destekleneceğini biliyor ve ülkenin her tarafına yayılacağına inanacağımız günü bekliyoruz.
Demiryolu politikasını dışlayarak, taşımacılığın % 90'ını karayollarına bağlayarak, arkasında binlerce ölü, yaralı ve sakat bırakan siyaseti artık terk etmemiz şart gözüküyor.
Kaldı ki, bu ölümler, araba sayısı arttıkça artmaktadır.
Avrupa'da, çok küçük yerleşim birimleri hariç, toplu taşımacılık tamamen trenle yapılmaktadır.
İlle de Avrupa Birliği'ne girelim diye yeri göğü inleten yöneticilerimiz, Avrupa'daki bu gerçeği bilmiyorlar mı? Gitmiyor, görmüyorlar mı?
Geçen sene, Almanya Manheim'de karşılaştığım eski bir parlamenter, Mesut Yılmaz'a kızıyor,
-Parlamento'ya girersem, yakasına yapışıp "Almanya'da, Türkiye'ye getirecek hiç mi bir şey görmedin" diye soracağım, diyordu.
Haksızdı, yanılıyordu...
Çünkü, Sayın Yılmaz Avrupa'dan burnunda tampon getirmişti.
Ali Eren / diğer yazıları
- Alın size Avrupa'dan taze cevap / 16.03.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002