Yaşadığım, karnımı doyurduğum ve çok sevdiğim Bursa'dan, doğduğum yer olan Trabzon'a annemle beraber yolculuk yapmaya karar verdik. Hem merhum Prof. Dr. Haydar Baş hocamı, hem de baba ocağını ve atalarımı ziyaret etmek, onlar için dua etmek ve onların ruhaniyetleriyle temas kurmak istedik. Yolculuğumuz 14 saate yakın sürdü.
Yollar sakin olmakla beraber otoban ve şerit sayısı da yeterli durumdadır. Yollarda yabancı plakalı arabaların sayısı hayli fazladır. İstirahat yerlerinde insanlar kalabalık ama alış veriş yapanların sayısı çok azdır. Acaba neden, diye merak ettim. Yolda yeriz diye tost alalım dedim elli TL, benzin alayım dedim bin yüz kilometre yol için gerekli olan yakıt emekli maaşımın yarısından fazla. Derken Samsun'a vardık. Fındık memleketine doğru ilerliyoruz. Arabanın yakıtı için, yol boyunca olduğu gibi yine bir yabancı firmaya yanaşıp benzinimizi doldurduk. Çok dikkatimi çekti. Yabancı firmaya ait istasyonda 25 gr çikolata cam şişe içinde tost fiyatına 50 TL fındığın kilosu 85 TL. Bu yabancılar gerçekten bizi kıskanıyor mu?!
Akaryakıtın ve fındığın kârını yabancılar bizim insanı çalıştırarak alıyor. İnsan merak ediyor, yollar yabancı sermaye ile kullanılan makineler yabancı, yolların yapım hamallığını biz yapıyoruz. Parasını da biz veriyoruz. Ama yollardaki arabaların markaları yabancı. Biz mi mal sahibi yoksa yabancılar mı? Belli değil.
Biz neden doğduğumuz, çocukluk ve gençliğimizin geçtiği, anılarımızın bol olduğu yerleri terk ederek kilo metrelerce uzaklığa göç etmek zorunda kaldık? Aileler kimi Bursa'ya kimi bilmem hangi ile gitmek zorunda kaldı. İnsanımız sadece karnını doyurmak için hem memleketine, hem de anasına-babasına, yakınına akrabasına, çoluğuna çocuğuna hasret bir şekilde yurdunu terk etmekle karşı karşıya kaldı. Bu kader mi yoksa oyun mu?
Savaştan yeni çıkan memleketimiz yaralarını sarmaya, fabrikalarını kurmaya, eğitim ve öğretimi her köye getirmeye başlamıştı. Yerinde eğitimi ve yerinde kalkınmayı 'Köy Enstitüleri' ile başarmış iken; bir el bu okulları kapattı ve "Marshall Yardım" adı altında hem yerli üretimi, hem de eğitim ve öğretimi bitirdi. Bunları yaparken de dini kullanmayı ihmal etmediler. Sanki din, eğitim ve öğretime, üretime, bilgiye karşı imiş gibi yansıttılar. Din algısını kullanarak bunu gerçekleştirdiler.
Din o kadar istismar edildi ki; "Şeriat Getireceğiz" adı altında memleketin fabrikaları özelleştirme adı altında peşkeş çekildi. Yerli üretim bitirildi. Eğitim ve öğretim bitirilme noktasına getirildi. İnsanımız son derece fakirleştirildi. Dini istismar ederek domuz etinin kasaplarda dana eti, kuzu eti gibi satışına izin verildi. Zina suç olmaktan çıkarıldı. Kiliselerin kurdeleleri "Ya Allah Bismillah" diyerek kesildi. Müslüman kardeşlerimiz de alkışlamaya devam etti devam ediyor. Bu ne yaman çelişkidir.
Köylerin boşaltılması, insanların şehirlere yığılması, tarımın, çiftçiliğin bitirilmesi, eğitim ve sağlığın köylerden şehirlere indirilmesi kimin oyunudur? Bu oyun ne zamana kadar devam edecek? Buna kim dur diyecek? Dinin istismar edilmesine ne zaman son verilecek?
Din, mukaddesat adına bir şeyin kalmadığı gibi dünyalık adına da bir şey kalmadı. Buna rağmen "Din Büyüsü" devam ediyor.
- Sadece namaz Cennet’e götürür mü? / 06.10.2023
- Ücreti alınanın ecri olur mu? / 30.09.2023
- ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ ırkçılık mı? / 28.09.2023
- Peygamberimiz kavmini Allah'a şikâyet etti mi? / 22.09.2023
- Cami yaptırmak israf olur mu? / 18.09.2023
- Şikâyet yerine şükretmek / 15.09.2023
- Çoğunluk hak değildir / 11.09.2023
- İslâm'ın ilk emri oku! / 07.09.2023
- Cahillerden olma! / 04.09.2023