Yaşlanmıştı. Avurtları çökmüş, gözlerinin feri sönmüştü. Yıllar olmuştu görmeyeli… O dağ gibi adamdan eser kalmamıştı. Bizim önümüze düşer, dağ dere tepe hepimizden hızlı yürürdü. Kahkahası her yeri çınlatırdı. Çıkmaza düştüğümüzde bizim akıl hocamız, yol göstericimiz olmuştu.
Dağın her çukurunu, tepesini bilir; kestirme patikaları aklından kağıda çizer, önemli özelliklerini not eder, eğer yalnız gidemeyeceğimizi anlarsa önümüze düşmekten emeğini esirgemezdi… Tüfeklere meraklı idi ama hiç avlandığına şahit olmamıştık. "Silah tehlikede kullanılır" derdi.
Malı, mülkü çoktu ama vergilerini ödemek için sıkıştığında malını satardı. Çocukları çok severdi. Evli değildi. Gençliğinde büyük bir ailenin kızı ile aşk yaşamış, ona sevdalanmış, mesleğinden ötürü vermemişler, o defteri bir daha açmamıştı. Zaman zaman gözleri dalar, gizli gizli ağlardı… Biz konuyu bilmediğimiz için "Yine duygulandı" derdik. Gördüğü güzel bir çiçeği koparmaya kıyamaz, yaşlı bir ağaçla konuşur; ateş yakacağımız zaman dökülen dalları almak için ağaçtan izin isterdi…
Karınca yuvalarına dikkat etmemizi söyler, gerekirse basmamak için yolumuzu değiştirmemizi isterdi. Bazen bir su başında durur, pınardan kana kana su içişimizi seyrederdi. Kim bilir bize sunduğu o pınardan kaç kişiye su içirmişti ama biz bilmezdik…
Kendisine kötülük yapanların, ardından kötü konuşanların hiç birisine kötülük yapmadı. Babasından kalma müessesesini nedendir bilinmez ani bir kararla sattı. Şehrin en işlek yerinde idi. Sorularımıza cevap vermedi.
***
Onunla son kez bir çay bahçesinde buluştuk.
O zamanlar ölüm bize o kadar uzak ve biz o kadar hamdık ki, söylediklerinin ne anlama geldiğini anlayamadık. Birkaç saat konuştuğumuzu hatırlıyorum. Hastalanmıştı. O zamanlar kalp damarları sadece Amerika'da değişiyordu. "Değmez" demişti. "Artık ağlamak istemiyorum. Alnımıza ne yazıldı ise o olur… Kaderin önüne geçmek için bütün servetimi harcasam ne olur? Hiçbir şeyin garantisi yok." Tedaviyi reddetmişti. Sarılıp ayrıldığımızda onu son defa gördüğümü bilmiyordum.
Gazeteciliğimde kullandığım adam gibi ilk fotoğraf makinesini onun sayesinde almıştım. Ondan kalan tek hatıra oldu… Ne atabildim, ne satabildim… Bir kere çaldırdım, yeniden önüme çıktı buldum, helal malmış diye ne kadar sevindim…
Sonra, sokağa çıkma yasağının olduğu bir gün vefat ettiğini öğrendik. Cenazesine de katılamamıştık. O da cenazeleri sevmezdi. "İnsan sevdiklerini nasıl toprağa gömer? Gönlüne gömmek varken" derdi.
Dostu olarak kalmayı başardık ama onun için bir şeyler yapamadık. Adını yaşatamadık. Toprağı bol olsun.
***
"Artık ağlamak istemiyorum" diyerek ne demek istediğini artık biliyorum. Yine biliyorum ki, yaşam küçük mutluluk kırıntıları ile doludur. Geri kalanı ise büyük bir sınav… Ne zaman nerede, neyle karşılaşacağımızı bilemiyoruz. Ama o sevdiğimiz insanlar gönlümüzde yaşadıkça ve sayıları çok oldukça dünyaya katlanmak daha mümkün hale geliyor. Anamız babamız yaşarken nasıl bizi gönüllerinde biriktiriyorsa, bizde sevdiğimiz insanları gönlümüzde biriktirmeli, onları sık sık hatırlamalı, göçenleri hayalen de olsa sohbet etmeli kendimizden uzaklaştırmamalıyız.
Maddi çıkarların geçerli olduğu, gönül sultanlarının hayal olduğu günümüzde tek sığınağımızın yaşayanlara ve ölenlere duyacağımız sevgi olduğunu unutmamak, isimlerini anarak örnek davranışlarını hatırlamak yaşamlarının boş olmadığını fark etmemizi sağlayacaktır.
Sevgi bir kar topudur. Yükseklerde durur… Ne zaman çığ olur ancak o zaman kötülükleri yok eder.
Günümüzün aç gözlülüğünü, kıskançlık ve başkaları hakkındaki kötü düşüncelerin ancak bu şekilde hakkından gelebiliriz.
Gönül gözümüzü açmaya ve aklımızı kullanmaya çalışarak…
- Bir öğün, üç tabak yemek… / 13.05.2025
- Zirvede olmak… / 09.05.2025
- Bir saldırının düşündürdükleri… / 06.05.2025
- Yörükler… / 02.05.2025
- Bir 23 Nisan yazısı… / 23.04.2025
- Zalimler unutulur, mazlumlar anılır… / 18.04.2025
- Dost… / 15.04.2025
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025