Sömürücü güçler için en büyük tehdit ve tehlike, Müslümanların birliğidir. Böyle bir birliği en geniş ve en uzun sürü Osmanlı devleti ile Türkler sağladığı için sömürücü güçlerin baş düşmanı olmuşlardır. Bundan dolayı Türkleri yok etmek, tarih sahnesinden silmek, onlar için vazgeçilmez bir ideal haline gelmiştir. Bu konuda ellerinden gelen herşeyi yaptılar, her yolu denediler. Buldukları en geçerli yöntem "Ayır buyur" politikasıdır. Maalesef bu politika ile etkili olmuş ve bununla Osmanlı devleti paramparça edilmiştir.
"Artık bu olay bitti, o tarihte kaldı. Yeni bir dönem açıldı "Diyemiyoruz" zira sömürücü güçler, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını yeterli bulmuyorlar. Onun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti'ni de aynı akıbete uğratmak istiyorlar. Söyledikleri söz çok ilginç diyorlar ki: "Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir." Türkiye'nin de küçük parçalara ayrılması ve her parça arasında savaş sebebi olabilecek konular bulmak için durmadan çalışıyorlar. Bizi korkutan bu çalışmalar değil, içimizden bazılarının o safta yer almasıdır. Tarihe baktığımız zaman Türk milletinin yenilgisinin hep içten geldiğini görürüz. Cevat Rıfat Atilhan Türk milletinin bu özelliğini şöyle ifade eder:
"Tarih boyunca ayağına çelme atılmadığı, arkasına kahpece hançer saplanmadığı her vakitte muvaffak olmuş ve onun mağlubiyeti muhakkak bir hıyanetten gelmiştir."
Ayır buyur politikası çok etkili olduğu için sömürücü güçler, bunun üzerinde tezler, kitaplar, makaleler yayınlıyorlar. Bunlardan sadece birini zikrederek geçmek istiyorum. Oda Yunanlı strateji uzmanı Murtos'un "Türkiye nasıl Yugoslavya olur." adlı kitabıdır. Bu kişi Yunan dış İşleri Bakanlığı'nda Türkiye uzmanı olarak görev yapmaktadır. Söz konusu kitabında, Türkiye'nin Yugoslavya gibi olması için Türkçe'nin dışındaki dillere basın, yayın ve eğitim yolları açılmalıdır." Ne acıdır ki, Murtos'un söylediği kapı, AB'ye uyum adı altında açıldı.
Altını bir kere daha çizerek söyleyelim. Demokrasi, insan hakları gibi lafların hepsi bahanedir. Asıl amaç Türkiye'yi ve Türkiye ile birlikte Ortadoğu ülkelerini parçalamaktır. Birinci dünya savaşından sonra hatıralarını yazan Lawrance şöyle der:
"En büyük ukdem bir kürt devleti kurmaktı, eğer onu başarsaydım, Türkleri ve tüm Müslümanları bir daha diriltmemek üzere ebediyen tarihe gömerdim." Bu gün kürt devleti için savaşanlar Lawrence'nin izinden yürüdüklerinin farkında mıdırlar? Görüldüğü gibi Araplara oynanan oyunun aynısı şimdi kürtlere oynanıyor. Türkler, Araplar, Kürtler, şu gerçeği bu gün göremiyorlarsa, artık bir daha göremezler. O gerçekte şudur: Bu coğrafya da ya birlikte var olacağız, yada birlikte yok olacağız.
Bu gerçeği görenler, dile getirenler var, fakat asıl olan ülkeyi yönetenlerin görmesi ona göre politika üretmesidir. Serhat Turgut 17 Haziran 2004 tarihli Akşam gazetesinde bu konu ile ilgili şu tespitlerde bulunur:
"Kürt siyasi liderliğinin nihai amacı demokratik bir Türkiye içinde var olmak değildir. Söylenmeyen amaç, su- petrol ittifakı üzerine kurulmuş tek devlettir. Irak devleti için üretilen bayrakta sembollerle anlatılan Fırat ile Dicle arasında yer alan Kürt milletidir. Söylenmeyen, Söylenemeyen nihai amaç Fırat ve Dicle arası topraklarımızı bizden koparmak, Kuzey Irak ile birleştirmek ve su- petrol ittifakı üzerine kurulmuş yepyeni bir güçlü ülke yaratmaktır."
Tabii olarak bu güçlü ülkenin sahibi kürtler değil, asırlardır Arz-ı Mevud idealiyle yanıp tutuşan Yahudiler olacaktır. Bunu görmemek için kör olmak gerekir.
Serdar Turgut, değerlendirmelerini şöyle sürdürüyor:
"Dünyayı yönetenler, Ortadoğu haritasını değiştirmek için savaşa giderken, planları içinde yer alan en büyük adım Türkiye'nin bölünmesi, Kürt devletinin su-petrol ittifakı üzerinde kurulması, bu yeni devletin İsrail ile yakın ilişkiler kurması ve zayıflatılan Türkiye'nin konumunun sadece diğer İslam ülkeleri düzeyine indirilmesi, yani önemsizleştirilmesidir. Türkiye anlamadığım bir nedenden dolayı kendi kendine bir tuzağın içine gönüllü düşmek üzeredir."
Bu tuzağa düşmek, ayır buyur politikasına alet olmamak hayati önem arz etmektedir. Bunu görmek zorundayız.
"Artık bu olay bitti, o tarihte kaldı. Yeni bir dönem açıldı "Diyemiyoruz" zira sömürücü güçler, Osmanlı Devleti'nin yıkılmasını yeterli bulmuyorlar. Onun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti'ni de aynı akıbete uğratmak istiyorlar. Söyledikleri söz çok ilginç diyorlar ki: "Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir." Türkiye'nin de küçük parçalara ayrılması ve her parça arasında savaş sebebi olabilecek konular bulmak için durmadan çalışıyorlar. Bizi korkutan bu çalışmalar değil, içimizden bazılarının o safta yer almasıdır. Tarihe baktığımız zaman Türk milletinin yenilgisinin hep içten geldiğini görürüz. Cevat Rıfat Atilhan Türk milletinin bu özelliğini şöyle ifade eder:
"Tarih boyunca ayağına çelme atılmadığı, arkasına kahpece hançer saplanmadığı her vakitte muvaffak olmuş ve onun mağlubiyeti muhakkak bir hıyanetten gelmiştir."
Ayır buyur politikası çok etkili olduğu için sömürücü güçler, bunun üzerinde tezler, kitaplar, makaleler yayınlıyorlar. Bunlardan sadece birini zikrederek geçmek istiyorum. Oda Yunanlı strateji uzmanı Murtos'un "Türkiye nasıl Yugoslavya olur." adlı kitabıdır. Bu kişi Yunan dış İşleri Bakanlığı'nda Türkiye uzmanı olarak görev yapmaktadır. Söz konusu kitabında, Türkiye'nin Yugoslavya gibi olması için Türkçe'nin dışındaki dillere basın, yayın ve eğitim yolları açılmalıdır." Ne acıdır ki, Murtos'un söylediği kapı, AB'ye uyum adı altında açıldı.
Altını bir kere daha çizerek söyleyelim. Demokrasi, insan hakları gibi lafların hepsi bahanedir. Asıl amaç Türkiye'yi ve Türkiye ile birlikte Ortadoğu ülkelerini parçalamaktır. Birinci dünya savaşından sonra hatıralarını yazan Lawrance şöyle der:
"En büyük ukdem bir kürt devleti kurmaktı, eğer onu başarsaydım, Türkleri ve tüm Müslümanları bir daha diriltmemek üzere ebediyen tarihe gömerdim." Bu gün kürt devleti için savaşanlar Lawrence'nin izinden yürüdüklerinin farkında mıdırlar? Görüldüğü gibi Araplara oynanan oyunun aynısı şimdi kürtlere oynanıyor. Türkler, Araplar, Kürtler, şu gerçeği bu gün göremiyorlarsa, artık bir daha göremezler. O gerçekte şudur: Bu coğrafya da ya birlikte var olacağız, yada birlikte yok olacağız.
Bu gerçeği görenler, dile getirenler var, fakat asıl olan ülkeyi yönetenlerin görmesi ona göre politika üretmesidir. Serhat Turgut 17 Haziran 2004 tarihli Akşam gazetesinde bu konu ile ilgili şu tespitlerde bulunur:
"Kürt siyasi liderliğinin nihai amacı demokratik bir Türkiye içinde var olmak değildir. Söylenmeyen amaç, su- petrol ittifakı üzerine kurulmuş tek devlettir. Irak devleti için üretilen bayrakta sembollerle anlatılan Fırat ile Dicle arasında yer alan Kürt milletidir. Söylenmeyen, Söylenemeyen nihai amaç Fırat ve Dicle arası topraklarımızı bizden koparmak, Kuzey Irak ile birleştirmek ve su- petrol ittifakı üzerine kurulmuş yepyeni bir güçlü ülke yaratmaktır."
Tabii olarak bu güçlü ülkenin sahibi kürtler değil, asırlardır Arz-ı Mevud idealiyle yanıp tutuşan Yahudiler olacaktır. Bunu görmemek için kör olmak gerekir.
Serdar Turgut, değerlendirmelerini şöyle sürdürüyor:
"Dünyayı yönetenler, Ortadoğu haritasını değiştirmek için savaşa giderken, planları içinde yer alan en büyük adım Türkiye'nin bölünmesi, Kürt devletinin su-petrol ittifakı üzerinde kurulması, bu yeni devletin İsrail ile yakın ilişkiler kurması ve zayıflatılan Türkiye'nin konumunun sadece diğer İslam ülkeleri düzeyine indirilmesi, yani önemsizleştirilmesidir. Türkiye anlamadığım bir nedenden dolayı kendi kendine bir tuzağın içine gönüllü düşmek üzeredir."
Bu tuzağa düşmek, ayır buyur politikasına alet olmamak hayati önem arz etmektedir. Bunu görmek zorundayız.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018