Ankara Ticaret Odası (ATO) tarafından hazırlanan bir raporda, Türk bankacılık sektöründe yabancı sermaye payının Mayıs 2006 itibariyle yüzde 32.19 olduğu, vitrindeki Halkbank, Oyakbank, Akbank, Vakıfbank ve Ziraat Bankası'nın da yabancı sermayenin eline geçmesi halinde bu oranın yüzde 66.19'a çıkacağı ifade edildi.Oyakbank ve Ziraat Bankası'nın tamamının, Halkbank ve Vakıfbank'ın yüzde 51'nin, Akbank'ın ise yüzde 20'sinin yabancılara satılması planlanıyor.Bize "bankalarınızı yabancılara satın" diye dayatan AB ülkelerine baktığımızda kendilerinin bu konuda bankalarının ulusal sermayede kalması için gayret sarfettiklerini görüyoruz.
Bankacılık sektöründe yabancı sermaye payı Almanya'da yüzde 5, İtalya'da yüzde 8, İspanya'da yüzde 10, Hollanda'da yüzde 11, Danimarka'da yüzde 17, Avusturya ve Fransa'da yüzde 19, Yunanistan'da ise yüzde 20?Gelişmiş ve dünya ekonomisine yön veren ülkelerin güçlerini koruyabilmek için kendi bankalarına ne kadar sahip çıktıklarını ve özelleştirmeden ne anladıklarını bu oranlar göstermektedir.
Peki, bizim gibi IMF, ABD ve AB'nin kölesi durumuna gelmiş kendi milli güçlerine sırtını dönmüş, çözümü kendinde değil de sürekli yabancılarda arayan ülkelerin durumu nasıl? Onlarınki de bizden farksız.Bu durumda olan Estonya'da bankacılıkta yabancı sermayenin hakimiyeti yüzde 100, Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 95, Slovakya'da yüzde 93, Meksika'da yüzde 82, Macaristan ve Polonya'da yüzde 65, Arjantin'de yüzde 48, Peru'da yüzde 47, Şili'de yüzde 42?
Belirlenen bu oranlar göstermektedir ki, gelişmiş ülkeler bankacılıkta ulusal hakimiyetlerini korurken, gelişmekte, ya da az gelişmiş ülkelerde bankacılığa hakim olmaya çalışmaktadır. Çünkü bankacılık sistemi kapitalist ekonomide ekonominin kalbidir.
Kapitalist ekonomilerde para piyasada belirli bir miktarda tutulur ve bu para aracı kurumlar, yani bankalar vesilesiyle kaydi para olarak talep edene ulaştırılır. Bu arada bankalar elde ettikleri faiz geliriyle birlikte hiçbir emek harcamadan ve de üretim ortaya koymadan kar elde ederler.Üretim ya da tüketim için ihtiyaç duyulan kaynak, yani para sadece bankalar tarafından temin edildiği için bankalar kapitalist ekonominin olmazsa olmazıdır.Şimdi bu temel bilgilerin ışığında bankalarımızın yabancıların eline geçmesini bir değerlendirelim.
Vitrindeki bankalarımızın -ki bu bankalar Ziraat Bankası, Halkbank, Vakıfbank gibi en temel bankalarımız- satışıyla birlikte yabancı sermaye oranı yüzde 66.19 oluyor.Yani üretimimize, tüketimimize kaynak, artık ağırlığı yabancılardan oluşan bankalardan temin edilebilecek.Tarım köylüsü kredi almak için yabancının eline bakacak.İşçi, çiftçi, memur, emekli ev ya da araba almak gibi herhangi bir ihtiyacı için para aradığında yabancının kapısına gelecek.Esnaf, üretici, sanayici herhangi bir projeyi hayata geçirmek istediğinde yabancıya dil döküp yalvaracak.
Yabancıların, özellikle de dün ülkemizi işgal ederek önümüze Sevr'i koyanların bankalarımız üzerindeki iştahını görüyorsunuz.Sizce yüzde 66'dan fazlasını ellerine geçirdiklerinde bu ülkenin hayrına bir adım atılmasına müsaade edecekler mi?Kapitalist ekonomilerde piyasada mevcut olan para faiz ile birlikte elinde az para bulunandan çok bulunana doğru sürekli olarak kayar.Tarihte işlevini gayet iyi bildiğimiz Galata Bankerlerini yeniden oluşturuyoruz.Zaten Atatürk'ün vefatından beri doğru dürüst hakkımız olan parayı basmayarak, son 20 yıldır hiç basmayarak ekonomiyi tamamen dışarıdan aldığımız borçlara endekslemiştik. Şimdi bir de ulusal bankalarımızı da satarak tamamen iflasa doğru gidiyoruz.
Çözüm yok mu? Tabii ki var.Ortaya koyduğu Milli Ekonomi Modeli ile yüzlerce bilimadamı tarafından Nobel'e aday gösterilen Prof. Dr. Haydar Baş sadece bu meseleye değil, ekonominin bütün problemlerine çözüm sunmaktadır.Konuyla alakalı olarak, para üretim ve tüketimi tetikleyen, ihtiyaç duyulduğunda rahatlıkla ulaşılabilen bir unsur olarak asli misyonuna dönecek. Para arzında aracılara yüksek karlar kazandırarak maliyet enflasyonuna sebep olma anlayışından kurtulup, devletin eliyle vatandaşa, karsız bir şekilde, üretim ya da tüketim amaçlı olarak takdim edilecek.
Böylece birilerinin oturduğu yerden haksız kazanç elde etmesi önlenirken, sadece üreterek, çalışarak ve de bir değer ortaya koyarak para kazanılması sağlanacak.Bunun anlamı sürekli büyüme, tam istihdam ve gelir dağılımındaki dengedir. Yabancıların bize çizdiği perspektiften dünyaya ve olaylara bakmayı bir kenara bırakıp da kendi milli penceremizden bakabilirsek, işte o zaman çözüme ciddi bir adım atmış oluruz. Yoksa yok oluşumuzu sağlayacak her türlü tuzak bizi bekliyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- Bakan Şimşek’e göre sıkıntılar geride kalmış! / 27.04.2024
- Hükümetin enflasyonla mücadelesi millete zarar veriyor / 26.04.2024
- Vatandaşın refahı için maaşa zam yapmamak! / 24.04.2024
- Bugün ulusal egemenliği kazandığımız gün / 23.04.2024
- Asılla vekil arasındaki gelir uçurumu! / 20.04.2024
- Enflasyon ve cari açık bahanesiyle fakirleştiriliyoruz! / 19.04.2024
- Türkiye ekonomisi böyle gitmez! / 17.04.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024
- Hükümetin enflasyonla mücadelesi millete zarar veriyor / 26.04.2024
- Vatandaşın refahı için maaşa zam yapmamak! / 24.04.2024
- Bugün ulusal egemenliği kazandığımız gün / 23.04.2024
- Asılla vekil arasındaki gelir uçurumu! / 20.04.2024
- Enflasyon ve cari açık bahanesiyle fakirleştiriliyoruz! / 19.04.2024
- Türkiye ekonomisi böyle gitmez! / 17.04.2024
- Sevgiliye vuslatın 4. yıl dönümü / 16.04.2024
- İngiliz gazetesinden Türk siyasetine ayar! / 09.04.2024
- ‘Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur’ / 06.04.2024