Parlamenter sistemi devre dışı bırakacak, tüm yetkileri tek elde toplayacak olan başkanlık sistemi tartışmaları yapıldığı zamanlarda asıl değişmesi gerekenin bu sistemin değil, uygulanan ekonomik sistemin olduğunu ısrarla vurguluyorduk.
Çünkü insanların haklarını gasp etmeye odaklı, temelinde gelir adaletsizliği olan bir kapitalist sistemle hangi sistemi getirirseniz getirin hiçbir sorunu çözmeniz mümkün olmaz.
Üstelik dünyada gelir adaletini, sürekli büyümeyi ve tam istihdamı sağlayan tek ekonomik sistemin Milli Ekonomi Modeli'nin sahibi merhum Prof. Dr. Haydar Baş sık sık "Üniter yapıya dayalı bir parlamenter sistemin en ideal bir sistem" olduğunu da vurguluyordu.
Yeni sisteme öyle ya da böyle geçtik ne değişti, sadece sorunlar büyüdü, daha da işin içinden çıkılamaz bir hale geldi.
Bugün de baro tartışmaları yapılıyor, tekli baro sistemi devre dışı bırakılıp, çoklu baro sistemine geçilmeye çalışılıyor. Aynı soruyu burada da sormak istiyoruz; tekli baro sistemiyle hangi problemi çözemediniz ki, çoklu baro sistemine geçmek istiyorsunuz?
Üstelik çoklu baro, adalet mekanizmasının dağılmasına, siyasallaşmasına, imtiyazların ve iltimasların artmasına, farklı ve daha derin sorunların yaşanmasına yol açacak.
Aynı zamanda hukukçu olan Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Hüseyin Baş baro sistem değişikliğiyle alakalı şu açıklamayı yapmıştı:
"Hukukçu kimliği taşıyan bir kardeşiniz olarak, Türkiye'de son günlerde çok konuşulan baro sistem değişikliği konusuna değinmek istiyorum...
Bugün tek bayrak, tek devlet, tek vatan, tek millet diyerek bunun uğruna Türkiye'de vatandaşımıza adeta demokratik krallığı dikte eden anlayışa ne oluyor ki tek baro yerine 'çoklu baro' demeye başladı?
Biz Bağımsız Türkiye Partisi olarak tek baronun arkasında olduğumuzu buradan hukukçu kimliğimle bir kez daha ifade etmek istiyorum."
Doğru, her konuda "tek"liği savunan siyasiler şimdi de "çok"luğu savunuyor.
Kontrol edebildiklerinde teklilik, kontrol edemediklerinde çokluluk…
Çoklu olsun ki, kontrol edebildikleri paralel bir yapı oluşabilsin.
Bugün baro sisteminin değiştirilmesinden ziyade, hukuk sisteminde çözülmesi gereken çok daha elzem konular var. Ve bu sorunların çözümüne tekli baro sistemi engel değil…
Örneğin ülkemizde gerçekleşen ve tüm dünyanın gündemine oturmuş olan bir cinayet davası yıllar sonra görüşülmeye başlanıyorsa, burada çok ciddi bir sorun var demektir.
Bir şeylerin düzelmesi gerekiyorsa, önce buradan başlanmalı.
Cemal Kaşıkçı cinayetinden bahsediyorum. 2018'de işlenen cinayetin ilk duruşması 2 yıl gecikmeli olarak önceki gün yapıldı.
2 Ekim 2018'de evlilik belgesi almak üzere gittiği Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu'nda boğularak öldürülen ve cesedi yok edilen gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesine ilişkin 20 sanığın yargılandığı davanın ilk duruşması nihayet yapılabildi.
Duruşmada 'müşteki' sıfatıyla ifade veren Kaşıkçı'nın nişanlısı Hatice Cengiz, "Konsolosluktaki tüm insanlardan şikâyetçiyim" dedi. İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya haklarında yakalama kararı bulunan firari 20 sanık katılmazken, Kaşıkçı'nın nişanlısı Hatice Cengiz ile avukatı hazır bulundu.
Maktul Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesine ilişkin diğer şüphelilere talimat verdiği iddia edilen şüphelilerden Ahmet bin Muhammed el-Asiri ile Suud el-Kahtani'nin "tasarlayarak ve canavarca hisle eziyet çektirerek kasten öldürmeye azmettirme" suçundan ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapsinin istendiği iddianamede, diğer 18 sanığın "tasarlayarak ve canavarca hisle eziyet çektirerek kasten öldürme" suçundan ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılması talep edildi.
Baro tartışmaları devam ederken oldukça gecikmeli yapılan bu ilk duruşma da BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın gündemindeydi. Hüseyin Baş dün sosyal medya hesabından yayınladığı mesajında şu dikkat çekici ifadeleri kullandı:
"Sizce bir cinayet işlendikten sonra, suçlu veya suçlular ne zaman ceza alır? Baro tartışması yapacağımıza, adalet sistemini hızlandıralım. Cemal Kaşıkçı 2018'de öldürüldü. İlk duruşması dün görüldü. Yani 2 yıl sonra. Geç gelen adalet, adalet değildir."
Adaletin gecikmesi, suçlu olanları cesaretlendirir, mağdur olanları ise ümitsizliğe sevk eder. Böyle bir adaletsizliğin olduğu yerde de toplumsal güven asla tesis edilemez.
Mademki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Anayasa'nın değiştirilemez maddelerine göre, "Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" o halde;
* Sadece belli bir kesime hizmet edilemez veya sadece belli bir kesimin haklarını koruma mantığı taşınamaz.
* Her vatandaş eşit yargılama hakkına sahiptir.
* Adalet mekanizmasında herhangi bir kayırmaya asla müsaade edilemez.
* Suçta ve cezada kanunilik esası geçerli olmalıdır.
Adalet mekanizması birilerine hemen işletilip, diğerlerine 2 yıl sonra işletilmeye başlanıyorsa, hatta birileri de hakka ve hukuka asla ulaşamıyorsa, güçlü olan haklı, güçsüz olan suçlu kabul ediliyorsa, böyle bir ortamda hukuktan adaletten asla bahsedilemez.
Adalet mülkün temelidir, adalet herkese lazımdır.
- Kriter ekonomiyse iktidarın şansı yok! / 16.03.2024
- Gazze’de soykırım ve bağımsızlığın önemi / 15.03.2024
- Milli kimliğimizi korumak için yeni anayasaya hayır / 13.03.2024
- ‘Memnun değilsen, mecbur değilsin’ / 12.03.2024
- Rahmet ve bereket ayına ulaştık / 09.03.2024
- Emekliler yılında emekli can çekişiyor / 08.03.2024
- Anketlere aldanmayın! / 06.03.2024
- Türk milleti ‘değişim’ istiyor / 05.03.2024
- 13 bin dolar kişi başı milli gelir nerede? / 02.03.2024